Tarih öğreticidir. Üstelik bu tarih, sermayenin topyekûn saldırıları karşısında zayıf düşerek parçalanmış bir sınıfın, işçi sınıfının yakın direniş tarihiyse, daha da öğreticidir. 26 Eylül 2006. Antalya Serbest Bölge. Üç buçuk yıl önce, Novamed GMBH fabrikasında çalışan 81 kadın işçi, hiçbir grevin yaşanmadığı bir dönemde sendikalaşma hakları için greve çıktı. 81 kadın işçi, tam bir yıl […]
Tarih öğreticidir. Üstelik bu tarih, sermayenin topyekûn saldırıları karşısında zayıf düşerek parçalanmış bir sınıfın, işçi sınıfının yakın direniş tarihiyse, daha da öğreticidir.
26 Eylül 2006. Antalya Serbest Bölge. Üç buçuk yıl önce, Novamed GMBH fabrikasında çalışan 81 kadın işçi, hiçbir grevin yaşanmadığı bir dönemde sendikalaşma hakları için greve çıktı. 81 kadın işçi, tam bir yıl boyunca, çokuluslu şirketin ve ailelerinin baskılarına inat, kimsenin kolay kolay giremediği serbest üretim bölgesinde, gözlerden uzak bir grev çadırında direnişlerini sürdürdü. Grev, birinci yılına yaklaşırken, örneğine pek rastlanmayan bir dayanışma kampanyası, grevin kaderini değiştirdi. “Novamed Greviyle Dayanışma Kadın Platformu”, kadın işçilerin direnişini, Türkiye’nin birçok kentindeki binlerce kadının davası haline getirdi. İşçi olarak çalışmaları bile mubah görülmeyen ve direnişleri kamuya kapalı bir serbest bölgeye hapsolan 81 kadın işçi, dayanışma platformu sayesinde, sayısal güçleriyle orantısızca artan bir toplumsal etkiye kavuştu. Çokuluslu şirketin sendikasız çalışmaya mahkûm ettiği kadın işçilerin sesi, İstanbul’daki şirket genel merkezindeki gösterilerle; İzmir, İstanbul, İzmit, Ankara, Adana, Antalya ve Antakya gibi birçok kentteki stantlar, dayanışma bildirileri, dayanışma kartları ve eylemlerle ülkeye ve dünyaya yayıldı. “Ucuz işçi olmaya, güvencesiz çalışmaya, sendikasızlaştırılmaya, kimyasal maddelerle zehirlenmeye, kadın olmak yüzünden aşağılanmaya hayır” diyerek yükselen direniş, “Hepimiz Novamedliyiz-Hepimiz Grevdeyiz” diyen Türk ve Kürt kadınlar sayesinde 448. gününde toplu sözleşme ve sendika hakkının elde edilmesiyle sonuçlandı. Novamed grevi, serbest bölgelerdeki ucuz ve güvencesiz kadın emeği sömürüsüne karşı mücadelenin ortak vicdanı ve çarpıcı bir dayanışma hareketi örneği olarak, işçi ve kadın hareketi tarihindeki öğretici yerini aldı.
Novamed direnişinden üç yıl sonra, yarısı kadın 10 bin Tekel işçisinin direnişi Ankara’nın orta yerinde bir aydır sürüyor. Tekel işçileri, kış ayazındaki direnişleriyle daha ilk günden tüm ülkenin vicdanı haline geldiler. 40’ı aşkın işletme ve 27 merkezdeki Tekel işçilerinin, aileleriyle ve ekim-satış olanaklarını yitiren on binlerce üzüm ve tütün köylüsüyle, çok önemli bir toplumsal gücü temsil ettikleri açık. Nitekim bu gücün AKP iktidarını yıpratmak bakımından temsil ettiği siyasal anlamı kavrayan CHP ve MHP gibi partiler de daha ilk günden işçileri kuşatıyorlar. İşten çıkartılan insanların sessizce evlerine çekildiği önceki özelleştirme ve güvencesizleştirme süreçlerinden farklı olarak Tekel ve itfaiye işçileri gibi öncü belirtilerle ortaya çıkmaya başlayan toplumsal kaynaşma, 1989 Bahar Eylemleri’nde yaşanana benzer bir siyasal ortam yaratıyor. Bir yandan sola yatkın ve aşağıdan işçi dinamiklerinin güçlenme zeminleri belirginleşirken, öte yandan avuçları kaşınan muhalif sağ partilerin sendikal hareketin tepe noktaları üzerindeki maniplasyon kanalları genişliyor.
Erdoğan’ın direnişteki Tekel işçilerine “ideolojik grev” sözleriyle saldırması da her fırsatta sergilediği emek düşmanı kabadayılığından çok, bugün aslen düzen içi muhalefet tezlerinin yönlendirmesi altında olsa bile, işçi sınıfı tepkilerinde baş göstermeye başlayan siyasallaşma karşısında duyduğu ürküntüden kaynaklanıyor.
Erdoğan’ı ürküten, düzen içi partilerin avucunu kaşındıran ve önümüzdeki günlerde gündeme gelecek yeni emek karşıtı saldırılarla birlikte daha da yaygınlaşacağı açıkça görülen bu siyasallaşma süreci karşısında Türkiye solu zaten yapması zorunlu olan basit dayanışma etkinlikleri dışında ne yapıyor? Türkiye solu, 1989 Bahar Eylemleri’ni aşma potansiyeline sahip olan bir işçi dalgasının doğum sancılarını temsil eden 11 bin kişilik bir işçi direnişi karşısında, en basitinden Novamed grevinde 81 kadın işçiyle birlikte başarılmış olanı başaramaz mı? Türkiye’nin bağımlılık ilişkileri tarihinde yüklü bir simgeselliği olan Tekel gibi bir işletmenin, çokuluslu British American Tobacco Şirketi’ne üç yıllık kar bedeli karşılığında peşkeş çekilmesi ile 11 bin Tekel işçisinin 4-C köleliğine mahkûm edilmesi arasındaki dolaysız bağlantının, güvencesiz çalışmaya karşı mücadelenin politikleşmesi bakımından sunduğu olanaklar son derece açık. Emperyalist tekellerin güvencesiz çalışmaya ve işsizliğe sürüklediği Tekel işçisinin direnişinin, sadece son bir yıl içinde 1,5 mil yonu aşkın insanın doğrudan doğruya emperyalist kriz yüzünden işsiz kaldığı bir ülkenin başkentinde sürmesi sola ne anlatmaktadır? Halkın temel yaşamsal ihtiyaçlarına yapılan zamlar ve kamusal hizmetlerin tasfiyesine karşı mücadele ile kamunun elinde kalan son büyük işletmelerden birisi olan Tekel’in işçilerinin güvencesizleştirmeye karşı mücadelesi arasında dolaysız bir bağlantı olduğu ve bu bağlantının sosyal hak mücadelelerinin “yeni ve demokratik bir kamu talebinin” ayaklarını basacağı güçlü bir zemin oluşturduğu da yeterince açıktır. Sağlık hakkı mücadelesinin HSGGP öncülüğünde yaygınlaştırdığı, “Sağlıkta taşeron olmaz” sloganı, işçilerin ve tüm halkın güvenceli ve onurlu bir yaşam birleşik talebi olarak, Tekel ve itfaiye işçilerinin güvencesizliğe karşı direnişinin yardımıyla “kamuda taşeron olmaz” sloganıyla genelleştirilebilir. Emekçi sınıflar AKP hükümeti eliyle süren neo-liberal programı politik olarak geriletebilir.
Tarih şaşırtıcıdır: Türkiye işçi sınıfın en eski bileşenlerinden birisi olan Tekel işçisi, ironik biçimde, yeni işçi kitlesinin mücadele talepleriyle yeni bir işçi baharını zorlamaktadır. 1906’da Abdülhamit döneminin en baskıcı günlerinde başlayan ve ücret artışı taleplerini elde ederek başarıyla sonuçlanan İstanbul Cibali Tütün grevi, Türkiye’nin tamamlanmamış burjuva demokratik devriminin önünü açan 1908 grevlerini tetiklemişti. Cibali Tütün Fabrikası, 90’larda gündeme gelen yoğun emek karşıtı saldırılar ve kentsel dönüşüm planlarıyla özel üniversiteye dönüştürüldü, karşı kıyısındaki kamu tersanelerinden Tuzla’ya sürülürken güvencesizleştirilen tersane işçileri şimdi her gün ölümle yüzleşiyor. Haliç’in “soylulaştırılan” iki yakasında 1989 Bahar Eylemleri’nden bu yana yankılanmaya devam eden işçi sloganları, solu yirmi yıl öncekinden çok daha zorlu bir göreve, yeni işçi sınıfının birleşik düzen-dışı siyasal mücadele odaklarını yaratmaya davet ediyor.
Halkın Sesi Gazetesi 97. sayısında yayınlanmıştır.