Tekel’in özelleştirilmesi sonucu kapatılan işyerlerinde çalışan 12 bin işçi, başka kamu kuruluşlarına özlük haklarıyla nakledilme talebiyle 8 gündür eylemde. AKP hükümeti, kapatılan işyerlerinde çalışan işçileri 4-c geçici işçi statüsüne geçirerek 10 aylık sözleşmelerle ve düşük ücretle çalıştırmayı planlıyor. Tekel işçileri bugüne kadar özeleştirme yoluyla veya kamusal hizmetlerin sunumunun piyasalaştırılmasıyla taşeron, 4-b, 4-c statüleriyle güvencesizleştirilen işçi […]
Tekel’in özelleştirilmesi sonucu kapatılan işyerlerinde çalışan 12 bin işçi, başka kamu kuruluşlarına özlük haklarıyla nakledilme talebiyle 8 gündür eylemde. AKP hükümeti, kapatılan işyerlerinde çalışan işçileri 4-c geçici işçi statüsüne geçirerek 10 aylık sözleşmelerle ve düşük ücretle çalıştırmayı planlıyor. Tekel işçileri bugüne kadar özeleştirme yoluyla veya kamusal hizmetlerin sunumunun piyasalaştırılmasıyla taşeron, 4-b, 4-c statüleriyle güvencesizleştirilen işçi ve memurlarla aynı kaderi paylaşmaya zorlanıyor; işçilerse bu durumu kabul etmiyor, direniyor.
Ankara eylemleri başlamadan bir toplantıda kendilerini ifade etmeye çalışan ve kadro talep eden işçilere Erdoğan ‘artık yatarak para kazanma dönemi bitti’ diyerek yanıt vermişti her zamanki kendinden emin, pişkin ifadesiyle. Erdoğan’ın bu kadar rahat işçi azarlayabilmesinin, Abdi İpekçi Parkı’ndaki işçilere barbarca saldırabilmelerinin arkasındaki gerçekleri pek çoğumuz biliyoruz aslında.
• Memlekette çalışan her iki kişiden biri kayıt dışı çalıştırılıyorsa; her dört işçiden biri sigortasızsa; toplu sözleşme kapsamındaki işçilerin oranı yüzde 6’yı bulmuyorsa;
• Memlekette her beş işçiden biri işsizse ve 2006 yılı itibariyle ücretlilerin yarıya yakınının eline geçen net ücret beş yüz liranın altındaysa;
• Yine çalışanların yüzde 88,3’ü haftada 50 saatin üstünde çalışıyorsa ve hatta yüzde 36,3’ü haftada 60 saatin üstünde çalışıyorsa, yani yaşamak için mi çalıştıkları çalışmak için mi yaşadıkları belli değilse;
Anlaşılmayacak bir şey yok; bu koşullarda Erdoğan fütursuzca o sözleri sarf edebilir. ‘Yan gelip yatarak para kazanma dönemi bitti’ cümlesinin anlamı tablo ortadayken insanca çalışma koşulları hayali kurmayın. Erdoğan güvenceli iş, sınırlandırılmış çalışma saatleri ve insanca yaşamaya yetecek ücret dönemi bitti, memlekette benzer hatta aynı işleri yapan işçiler sigortasız çalışırken ve hatta asgari ücret bile alamazken Tekel işçisi sendikalı, sigortalı ve bin liranın üzerinde ücretlerle çalışamaz diyor.
AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş ise içimize su serpiyor, olağan dışı bir şey yok aslında: “2002 yılından önce 16 bin 228 kişinin, özelleştirmeden dolayı aç ve açıkta kaldığını” söylüyor. Evet, doğrudur; Tekel özelleştirmesinden öncede on binlerce işçi hak kaybına uğramış ve güvencesiz biçimlerde yeniden işçileştirilmişlerdir. Bir kısmı hala okullar veya sağlık kurumları başta olmak üzere 4-c statüsü ile geçmiş haklarının çok gerisinde çalıştırılmaktadır. Yine birkaç temel istihdam verisinden anlaşıldığı gibi kayıt dışı çalışma ve düşük ücret temel çalıştırma biçimidir. İstihdam büroları, daha esnek bir çalışma hukukuna ilişkin tartışmalar, taşeron işçiliği denetleyen alt işveren yönetmeliğine işveren örgütlerinin itirazları, bölgesel asgari ücret tartışmaları güvencesizliği yasalaştırmaya ve yaygınlaştırmaya yönelik tamamlayıcı adımlardır. Sağlık işkolunda hastane birlikleri yasası, tam gün yasası, Sağlık Bakanlığı’nın hastanelerdeki taşeron işçilerin sayısını ve ücretlerini düşüren genelgesi gibi düzenlemelerle her iş koluna özgü güvencesizleştirme saldırısı da devam etmektedir. Tekel işçileri hızla yaşanan bir yoksullaştırma ve güvencesizleştirme saldırısı sonucunda ülkenin ayrıcalıklı işçileri pozisyonundadırlar. Bu gerekçeler Tekel işçilerinin taleplerinin gayrı meşru kılmadığı gibi güvencesizleştirme ve yoksullaştırma saldırısını durdurabilmek ve bu mücadelede sağlam mevziler elde edebilmek için Tekel işçileriyle yürütülecek ortak mücadelenin öneminin göstergeleridir. Örgütlü, mücadele deneyimi olan ve kazanılmış haklarını kaybetmemek için direnen Tekel işçilerinin mücadelesi, tamamen örgütsüz, neredeyse hiçbir mücadele deneyimi olmayan ve durumunu kabullenmiş güvencesiz işçiler için umut verici bir odak olacaktır.
Sendikalarımızın bugüne kadar Tekel işçilerinin direnişiyle kurdukları ilişki ise basit dayanışma eylemleri çerçevesinde yapılan destek ziyaretleri ile sınırlı. Emek ve demokrasi güçlerinin sürece kendi alanlarında mücadeleyi geliştirerek ve çatışmayı güvencesizleştirmeye karşı mücadele programıyla derinleştirerek dahil olamamasının nedenlerinden biri böylesi bir mücadelenin gereklerinin henüz tam olarak algılanamamasıdır. Politik öngörünün olmadığı ve net bir mücadele çizgisinin oluşmadığı koşullarda güvencesizlik ve yoksulluk gerçeği mücadelenin kaldıracı olmadığı gibi gizli bir ‘baraj’ oluşturarak mücadeleyle sonuç alınamayacağı yargısını yaratıyor.
Böylece Tekel işçilerinin direnişiyle emek ve demokrasi güçlerinin kurduğu ilişki, bir takım anlamlı dayanışma eylemleriyle eldekini alana taşıyıp, asıl olarak sürecin ‘sona ermesini’ bekleme ilişkisi oluyor. Bu koşullarda Tekel işçisinin belli pazarlıklarla kimi haklar alması belki mümkün, ancak gidişatı Tekel işçileri de dahil olmak üzere emekçiler ve yoksul halk için tersine çevirebilmenin olanakları arttırılamıyor.
AKP iktidarı ‘olabilecekleri’ görüyor, ‘ihtimalleri’ bile sevmiyor
AKP iktidarının saldırganlığının arkasında ise Tekel işçilerinin direnişinin yaygınlaşarak sürecin diğer mağdurlarıyla buluşabilme ihtimali yatıyor. Kürt sorunu merkezli tartışmaların ana gündem olduğu son bir aylık süreçte bile 9 ayda 800 bin civarında işçinin işsiz kaldığı gerçeği, sağlıkta paralılaştırmanın sonuçlarının görünür olması, Tuzla tersanelerindeki ölümler durulmazken Bursa’da maden ocağında meydana gelen patlama sonucu 19 işçiyi kaybetmemizin, zamlar birbirine eklenerek genel bir hoşnutsuzluğa dönüşüyor. Tepkiler KESK’in 25 Kasım uyarı grevinde, Eczacıların yüzde100’e varan katılımla örgütledikleri eylemde, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde taşeron şirketler aracılığıyla çalıştırılan itfaiye işçilerinin eyleminde, ulaşım zamlarına karşı İstanbul’da yapılan eylemlerde, BTS’nin 25 Kasım eylemi nedeniyle görevden uzaklaştırmalara karşı örgütlediği 1 günlük grevde yaşam buluyor. Bu süreçleri yan yana koyduğumuzda, AKP’nin yoksullaştırma politikalarının karşısında durulabilecek bir mücadelenin olanaklarının arttığını görebiliyoruz.
İhtimaller gerçek olsun, güvencesizle güvenceli buluşsun!
Yıllardan sonra tamamlanmış bir özelleştirme sürecinin sonuçlarına karşı tepki eylemi olarak açığa çıkan tekel işçilerinin direnişi emekçilerin taleplerinin ülke gündeminde görünür olmasını sağladığı gibi Kürt açılımı tartışmalarının ortasında sokaklarda ’emek kardeşliğinin’ ifadesi oldu. Sırf bu sonuçlarıyla bile emek cephesine 25 Kasım grevinden sonra emek cephesine ciddi moral verdi. Direnişin, eylemin doğal akışıyla ve TÜRK-İŞ örgütlülüğünün ‘sınırlarına’ rağmen açığa çıkarttığı bu sonuçlarının güvencesizleştirmeye karşı bir mücadele çizgisiyle geliştirilmesi gerekiyor. Ancak böylece yarattığı sınıfsal parçalanmadan ve yoksulluktan güç alan sermaye iktidarı kendi silahıyla vurulur. İşçiyi işsize, kadroluyu taşerona, yüksek ücretliyi asgari ücretliye ‘kırdırarak’** süreci yönetebilen AKP iktidarına karşı işsizi, işçiyi, taşeronu, kadroluyu bir araya getirerek yanıt verilebilir.
Böylesi bir mücadele çizgisinin geliştirilmesinde TÜRK-İŞ inisiyatifi her ne kadar ön açıcı olmasa da sendikalarımızın ve demokrasi güçlerinin de kendi alanlarından dayanışma ilişkilerini aşan, kendi alanlarındaki mücadeleyi Tekel işçile
rinin yanına taşıyarak güç katan bir çizgide örgütlemesi gerekiyor. TÜRK-İŞ yönetimine DİSK ve KESK direnişi büyütme, ortak bir grev örgütleme çağrısında bulundu. Yarın toplanacak TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu TÜRK-İŞ’in süreci bundan sonra nasıl yöneteceğinin gösterecektir.***
Tekel işçilerinin direnişinin büyümesi için;
• Güvencesiz çalışanların örgütlenmesine yönelik açık çağrıların yapılması, somut adımların atılması;
• Özelleştirmeler sonucu okullarda ve sağlık kurumlarında 4-c statüsünde çalıştırılan işçileri sürece katacak kanalların açılması;
• 4-b, taşeron gibi farklı çalıştırma biçimleriyle kamuda güvencesiz biçimde çalıştırılan işçilerin işyerlerindeki sendikaları kanalıyla mücadele sürecinde etkinleştirilmesi;
• Yani tekel işçilerinin direnişinin güvencesizleştirmeye karşı mücadelenin tutkalı haline getirilmesi;
• Asgari ücretle yoksulluğa mahkum edilen işçilerin asgari ücreti görüşmelerinin devam ettiği bu süreçte Tekel işçileriyle yoksullaştırmaya karşı mücadelede buluşabilecekleri kanalların yaratılması gerekiyor.
Ancak bu koşullarda Tekel işçilerinin direnişi, güvencesizleştirmeye ve yoksullaştırmaya karşı mücadelenin sürükleyicisi olur. Geçmiş mücadele ve örgütlülük birikimi yoksul ve güvencesizlerin örgütlenmesiyle buluşur ve AKP iktidarının korktuğu başına gelir.
Olmaz mı, olur. Tekel İşçilerinin başına da olmazlar geldi. Herkes kendi olmazlarımızı olur kılmak üzere görev başına.
Notlar:
* Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası İç Anadolu Bölge Temsilcisi
** İşçi sınıfının parçalanması ve sınıf içi rekabetin artırılması.
***Metin elimize ulaştığında, henüz TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu toplanmamıştı. (Sendika.Org)