Türkiye’de politik gelişmelerin nasıl bir seyir izleyeceğini kestirmek gerçekten çok güç. Politik dengeler günlük değişebiliyor. Son birkaç ayın gelişmelerini dikkate aldığımızda bunu çok açık olarak görürüz. Dünyanın hemen hiçbir ülkesinde bu düzeyde bir politik istikrarsızlıkla ve çelişkili bir durumla karşılaşılmaz. Burası Türkiye olduğunda artık doğal görülüyor. Sanırım kaos teorisine inceleme konusu olabilecek en iyi ülke […]
Türkiye’de politik gelişmelerin nasıl bir seyir izleyeceğini kestirmek gerçekten çok güç. Politik dengeler günlük değişebiliyor. Son birkaç ayın gelişmelerini dikkate aldığımızda bunu çok açık olarak görürüz. Dünyanın hemen hiçbir ülkesinde bu düzeyde bir politik istikrarsızlıkla ve çelişkili bir durumla karşılaşılmaz. Burası Türkiye olduğunda artık doğal görülüyor. Sanırım kaos teorisine inceleme konusu olabilecek en iyi ülke Türkiye’dir.
Kürtlere yönelik uyguladıkları bütün tasfiye planları boşa çıkan devlet, tam bir sendrom yaşıyor. İçerisine düştüğü iç politik krizi aşamayan sistemin farklı kuvvetleri arasındaki rekabet giderek çatışmalı bir düzeye doğru kayıyor. Bu, doğrudan bir silahlı çatışma biçiminde olmasa da, karşılıklı hamleler çok daha belirgin hale gelmiş bulunuyor.
Genelkurmay ile İslamcı iktidar arasındaki güç ilişkisindeki rekabet giderek belirginleşiyor. Devletin temel kurumlarında çok önemli oranda örgütlenmiş olan İslamcı iktidarın karşı karşıya bulunduğu ciddi sorunları aşma becerisini gösterememesi sistem içerisindeki etki gücünü de etkileyecek gibi görünüyor.
Genelkurmay Başkanı’nın, Trabzon’da bir askeri gemide yapmış olduğu açıklamalar toplumu bütünlüklü olarak hizaya çekme olarak algılandı. Tehditlerle dolu açıklamanın zamanlaması ve yerinin çok bilinçli olarak seçildiği anlaşılıyor. Ergenekon davasında görüldüğü gibi bütün darbe planlarının merkezi, Deniz Kuvvetleri olarak görülüyor. Denizde bir askeri gemide bu açıklamanın yapılmış olması, darbe planlarına verilen dolaylı desteği gösteriyor.
Başbuğ’un yapmış olduğu açıklamalarda, genelkurmayın önümüzdeki dönemlerde iç politik dengeleri etkileyecek bir sürecin içerisine gireceği anlaşılıyor. Bu durum, bir bakıma, iktidar içi rekabet ve çatışmada kolay teslim olunmayacağının ve daha karmaşık bir sürecin başlayacağının ipuçlarını da çok açık olarak verdi.
Başbakanın tasfiye edilebileceği senaryosu yeniden güncelleştirilirken, Genelkurmay eksenli suikast planı da ortalığı toz duman etti. AKP’nin üçlü beyin takımından biri olan Bülent Arınç’a yönelik suikast girişimi, aynı şekilde Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’in ev krokilerinin söz konusu subayların üzerinde çıkması, devlet içerisindeki çatışmanın vardığı boyutları ortaya koymak bakımından önemli bir örnek.
Genelkurmay, ‘bilgi sızdıran bir subayın takip edildiği’ biçimindeki açıklamasıyla olayı doğruladı. Pek de inandırıcı olmayan bu açıklamanın arka planında çok daha ciddi sorunların olduğu görülüyor.
Genelkurmaya bağlı, ülkenin hemen her yerinde örgütlenen ve kamuoyunda’kontrgerilla’ olarak tanımlanan ‘özel kuvvetler’ isimli cinayet örgütünün generallerin devlet üzerindeki iktidarını korumak için kendi elemanlarını dahi öldürdüğü biliniyor. Turgut Özal’ın, Eşref Bitlis gibi birçok subayın, söz konusu örgüt tarafından öldürüldüğüne dair verileri ‘Ergenekon dava dosyasında’ bulmak mümkün. Bu subayların da özel kuvvetlerde olması, önümüzdeki süreçte çok daha kapsamlı cinayet girişimleriyle karşı karşıya geleceğimizi gösteriyor.
Ayrıca dikkat çeken bir başka nokta da, ordu içerisinde üst düzey subayların intihar olarak gösterilen şaibeli bir ölümlerinin giderek yaygınlaşması. Bunun, özellikle Deniz Kuvvetleri’ne bağlı subaylarda yaşanması da bir tesadüf değil. Şu ana kadar 10 subayın şaibeli bir şekilde ölmesi, cinayetler zincirinin devam edeceğini gösteriyor. Böylece, genelkurmay denetiminde kurulan ordu içerisindeki özel örgütlerin bütünlüklü deşifrasyonu engellenmeye çalışılıyor. Bu sürecin derinleşmesi ve bütünlüklü olarak ortaya çıkartılması tamamen devlet içerisindeki farklı politik güç ilişkilerinin dengelerine ve anlaşmalarına bağlıdır.
Genelkurmay’a bağlı iki subayın, Arınç’a yönelik suikast eyleminin deşifre edilmesiyle eş zamanlı, Kürt bölgelerinde eş zamanlı çok kapsamlı bir operasyonun yapılması ve çok sayıda belediye başkanının gözaltına alınması da çok bilinçli bir provokasyondur. Aynı zamanda hedef şaşırtmaya yönelik bir amaç taşıyor. Bunun politik arka planı bir başka yazının konusu olmakla birlikte, dikkat çeken birkaç noktaya vurgu yapmakta yarar var. Birincisi devletin farklı kuvvetleri arasındaki çatışmalara rağmen, ‘Kürt sorununda yine ortak hareket ediyoruz’; işin içinde suikastlar de olsa, ‘devletin stratejik politikalarında aynı noktadayız’ mesajı veriliyor. İkincisi, politik faaliyetlerine Barış ve Demokrasi Partisi’nde devam etme kararı alan Kürtlerin seçilmiş temsilcilerine, daha başından itibaren, teslim alma ve tasfiye politikasının dayatılacağı gösteriliyor. Bir başka nokta da, Genelkurmay ile İslamcı iktidar arasındaki çelişkileri gizlemek için Kürt sorununun kullanılmaya devam edeceğinin gösterilmesidir.
Sistemin farkı kesimleri arasında çelişki ve çatışmaların ön plana çıktığı hemen her dönemde, Kürtler, bu kirli ilişkilerde bir pazarlık unsuru haline getiriliyorlar. İnkârcı rejimin yumuşak karnını oluşturan Kürt sorununun çözümsüzlüğü bir bakıma sistem içi dengelerin bir aracı olarak kullanılıyor.
Arınç’a yönelik bir suikastin deşifre edilmesiyle, Kürt illerinde BDP’ye yönelik eş zamanlı operasyonların yapılması, aslında kirli ilişkiler imparatorluğu unvanına sahip devletin iç açmazlarını gizlemeye yönelik bir çabadır.
Ancak bu tür çırpınışların da fayda etmeyeceğini artık kendileri de anlamış bulunuyorlar.