DTP kapatıldı BDP açıldı. Ne değişti? Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk resmi siyasetin dışına itildi. Devletin “sertlerin” önünü açtığı yargısı hakim. Ancak bardağın boş kısmı önemli. Yani kimlerin önünü (bu mecrada) kapadığı. Kuşkusuz bunda amaç Kürt siyasal temsiliyetini belli bir gruba daraltarak bir yandan meşruiyet krizi yaratmak iken aynı zamanda temsil edilmeyen grupların seslerini başka […]
DTP kapatıldı BDP açıldı. Ne değişti? Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk resmi siyasetin dışına itildi. Devletin “sertlerin” önünü açtığı yargısı hakim. Ancak bardağın boş kısmı önemli. Yani kimlerin önünü (bu mecrada) kapadığı. Kuşkusuz bunda amaç Kürt siyasal temsiliyetini belli bir gruba daraltarak bir yandan meşruiyet krizi yaratmak iken aynı zamanda temsil edilmeyen grupların seslerini başka mecralarda çıkartmaya zemin hazırlamak. Ki bu gruplar arasında başta gelenler bölgede gittikçe palazlanan “bölge sermaye grupları”. Zaten bunların temsil edildikleri örgütler de ses vermeye başladı; Güneydoğu Anadolu Sanayici ve İşadamları Derneği, bölgedeki ticaret odaları, bazı “sivil toplum örgütleri”. Diğer gruplar arasında Kürt feodalleri, radikal İslamcı Kürtler ve elbette AKP’liler ve AKP’lileştirilecekler. Durumdan olumsuz etkilenen bir de Ufuk Uras var. Kefaretini ödemekte tereddüt etmeyen Uras, yeni partisinin meclisteki temsilcisi olamayacak gibi görünüyor.
PKK’nin bu sürece vereceği kontratakları elbette olacaktı. Zaten PKK’yi bu kadar uzun süre Kürtlerin tek siyasal yapısı halinde tutan en önemli özelliğinin reel politiker tarz olduğu düşünülürse bu süreci de atlatabilmesi mümkün. Yeni bir keşif yapmalarına gerek de yok. Çünkü aynı şeyi defalarca yaptılar. Alfabede 29 harf var. (“Ğ” başa gelmediğine göre 28X28+P). Yeni bir parti ve Ahmet Türk gibi biraz daha “dış çeperden” birkaç güçlü temsilci. Ve en azından işin başında daha geniş bir söylem.
DTP’yi kapatan devlet kısa bir moladan sonra da PKK’ye yönelmiş görünüyor. AKP’nin Kuzey Irak çıkartmasının (MİT’çiler, emniyetçiler, üst düzey komutanlarla birlikte) ve Barzani’yle yapmaya çalıştığı pazarlıkların, Erdoğan’la Washington’da yapılan planların parçalarından biri olduğu aşikar.
AKP’nin “PKK’yi tasfiye etme planı” daha çok iniş çıkışlar gösterecek. Bir gün önce “iç savaş çıktı” korkusu yaşayan ülke, bir gün sonra hiçbir şey olmamış gibi algısını değiştirebiliyor. Siyaset yapıcıları ve analistleri bu kadar soğukkanlı değil oysa ki. Bu çorba daha çok su kaldıracak. AKP ve MHP, iç savaş korkutmacasını bir siyasal blöf olarak kullanmaya devam edecekler. Hatta zaman zaman PKK bile. AKP, kontrolü elden çıkarmamak için parti örgütüne ve ondan ötesi cami örgütlenmesine güveniyor, MHP ise “ocaklarıyla” kurduğu emir-komuta zincirine. Kontrolü kaçırmak, isteyecekleri en son şey.
Kürt gündeminden kurtulmak isteyen AKP, gündemin değişmesine sevinemedi bile. Büyük ihtimalle gündem değişikliği için “Ergenekon’a” güveniyordu. Servis edilecek haberler hazırdı. Erzincan’daki özel savcının icraatları, yeni tutuklamalar ve Arınç’a suikast planı. Bu arada Arınç operasyonundan anlaşıldı ki İçişleri Bakanlığına bağlı emniyetin kadrolarının önemli bir kısmı AKP’lileri korumakla görevlendirilmiş.
Erdoğan’ın gündem değişikliği için en son isteyeceği şey emekçilerin tepkisiydi kuşkusuz. TEKEL işçileri, demiryolcular ve hiç ummadığı itfaiyeciler. Emekçilerin art arda gelen güçlü tepkileri. Üstelik “solcu provokatörler fitneledi” yalanına bile sığınılamazdı. Erdoğan’ın yapabildiği tek şey; CHP ve MHP’ye dönüp “sizin döneminizde de özelleştirmeler yapıldı, siz de işçileri kapı önüne koydunuz” demek oldu ki bu konuda sonuna kadar haklı. Ama emekçilerin direnişi karşısında, sermayenin sözcülüğü dışında yaptığı bir şey yok; bu konuda da sonuna kadar haksız ve gayrı meşru.
***
Her şeyin açılımını yapmaya pek hevesli olan AKP iktidarı neden “emek/işçi açılımı” yapmayı aklına getirmez? Üstelik açılım yapıyoruz diye iddia ettiği konuların çoğunda sadece laf üretirken, bu konunun lafını bile etmekten kaçınır…
Çünkü sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda neoliberal dönüşüm programını uygulamak üzere iktidara gelen AKP’nin, emekçilere; bütün kamusal haklarının gasp edilmesinin yanında, güvencesiz, sendikasız, köle ücretine mahkum oldukları bir çalışma yaşamından başka vereceği bir şey yok. Bir yandan eğitim, sağlık, ulaşım, enerji gibi halkın en temel yaşamsal ihtiyaçlarını paralı hale getirirken diğer yandan asgari ücretin belirlenmesinde sefalet ücretinde ısrar edenlerin uyguladığı bu neoliberal politikaların yarattığı toplumsal yıkım, “emek/işçi açılımı” lafının propagandasıyla bile örtülemeyecek kadar büyük.
Ya da kadın açılımı? AKP’nin ağzına alamadığı bir başka konu. “Türban simgedir” diyerek kadını nesneleştirenlerin, ceza yasasında, sosyal güvenlik alanında yaptığı yasal değişikliklerle kadınları daha da korumasız ve güvencesiz bırakanların, “üç çocuk doğurun” fetvaları vererek, imam nikahını fiilen resmileştirerek ve küçük yaşta evlilikleri yaygınlaştırarak yaratmak istedikleri toplumsal yapıda, başına “kadın” eklenerek telaffuz edilecek bir “açılım”a gerek yok. Anti-demokratik, feodal diye eleştirdikleri DTP’nin kadın milletvekillerini, törelerine saygıda kusur etmeyen ve evde çocuk bakan kadınlar olarak görmek isterdi Tayyip Erdoğan.
Ve Alevi açılımı… Bir zamanlar “Cemevleri cümbüş evleridir” diyen Erdoğan, şimdi 2010 yılının ilk yarısında Alevi açılımı yapacağını söylüyor. Kim inanır? İnansa inansa İzzettin Doğan. Maraş’ın Çorum’un, Sivas’ın sorumlularının Alevilere verecek hiçbir şeyleri yoktur. Verseler verseler Ökkeş Kenger’i (katliamın sorumlularından olduğu açığa çıkınca soyadını değiştirerek Şendinler yaptı) Alevilerden sorumlu bakan olarak verirler. İktidara geldiği günden itibaren tarikatlara-cemaatlere sağladığı olanaklarla, kadrolaşma ataklarıyla, İmam Hatip Liselerini avantajlı liseler haline getirme çabalarıyla siyasal İslam’ı hakim ideoloji kılmaya çalışan AKP’nin bir yandan da “Alevi açılımı”ndan söz etmesinin ardındaki gerçek kendi Alevi’sini yaratma operasyonundan başka bir şey değildir. Bu sürecin belki de en olumlu yanı, Alevilerin siyasal sürece katılımındaki tek kanal olan CHP dışında yeni arayışların yeniden belirmesi. Bunun için ise geçmişimiz olumlu ve olumsuz derslerle dolu. Maraş katliamının yıldönümünde AKP’den ya da CHP’den medet uman yaklaşımlar yerine, tekrar hatırlanması gereken bir tarihimiz var. Maraş katliamının birinci yılında; 1979’da yapılan TÖB-DER boykotu ve direnişler…
Politika tekrardır, tekrar edelim…
AKP iktidara geleli 7 yıl oldu. Erdoğan ve partisi AKP için 2010 yılı zorlu geçecek çünkü seçim yılı olan 2011’de yapamayacaklarını “bir şekilde” yapmak/yetiştirmek zorunda.
Öncelikle henüz neoliberal dönüşüm programı tamamlanmadı. Kamusal alanın tasfiyesi, halkın en temel haklarının gaspı, güvencesiz-sendikasız- taşeron çalışmanın emek alanına hakim kılınması için “özel istihdam büroları”, “bölgesel asgari ücret” ve “kıdem tazminatının kaldırılması” gibi, yapılması gereken düzenlemeler, bürokratlarının “gerekirse hukuku dolanırız” demek zorunda kalmaması için çıkarılması gereken yasalar, tamamlanması gereken özelleştirmeler var. Danıştay engeline takıldığı için satılamayan ve iki yıldır AKP’nin gündeminde olan köprü ve otoyolların özelleştirilmesinin önündeki “Danıştay engelini” kaldırmak için Karayolları Genel Müdürlüğü yasasında değişiklik tasarısı şimdiden hazırlandı. Fatih Sultan Mehmet ve Boğaziçi köprüleri ile 9 otoyol projesi 2010 yılında yeniden ihaleye çıkarılıyor. 2010 sonuna kadar elektrik dağıtım özelleştirmelerinin büyük oranda tamamlanması hedefleniyor.
Tüm bunları yaparken yandaş İslamcı sermayenin
güçlendirilmesi gibi bir görev var. Öte yandan Ergenekon operasyonu ile başlayan, kontrgerilla ve ordunun yeniden yapılandırılması, kadrolaşmanın tamamlanması gerekiyor. Yine yargının neoliberal politikalar önünde engel olmaktan çıkarılması ve ele geçirilmesi için “yargı reformu” adı altında yeniden yapılandırılması AKP’nin öncelikli gündemleri arasında. Ayrıca iktidar olmanın maddi-manevi nimetlerinden yararlandırdığı, koruyup kolladığı cemaatler-tarikatlar için yapacakları daha bitmedi. İmam Hatiplilerin üniversiteye girişini zorlaştıran katsayı engelini bile “iki ileri bir geri” taktiği ile ancak kısmen çözebildiler.
2010 AKP için saldırı, bizim için mücadele yılı olacak.
Biz onlara “hak açılımı” yapacağız
AKP hükümeti, asgari ücrete yapmayı düşündüğü 15 liralık komik zamla, bir an önce yasalaştırmak için uğraştığı “Özel İstihdam Büroları” ve “Bölgesel Asgari Ücret” uygulamalarıyla, elektriğe, doğalgaza yapılan ve yapılması planlanan zamlarla, bütün külfeti emekçinin sırtına yıkılan 2010 bütçesi ile önümüzdeki yılı işçilere ve yoksul emekçi halka açıkça saldırı yılı ilan etti.
Geçtiğimiz hafta içerisinde yaşananlar AKP’nin demokrasicilik oyununun sahteliğini ve ikiyüzlülüğünü belki de yedi yıllık iktidarında hiç olmadığı kadar geniş kitleler nezdinde açığa çıkardı. Taşeronlaştırma yoluyla yandaş sermayeye emeğinin peşkeş çekilmesine, kazanılmış haklarının ortadan kaldırılmasına karşı çıkan itfaiye işçileri… Grev hakkını kullandığı için işten çıkartılmayla yüz yüze gelen demiryolu emekçileri…
Güvencesizleştirme saldırısına karşı emeğini ve çocuklarının geleceğini savunmak için Ankara sokaklarını dolduran 12 bin TEKEL işçisi… Hakkını arayan ve haklarını savunanlara karşı tazyikli su, biber gazı ve coplar. Üstelik sadece “dağıtmak” için değil, yerde yatan insanların başını, tekrar tekrar saldırarak, tepelerine gaz sıkarak “ezmeye” çalışan ve aslında tüm topluma mesaj veren bir siyasal iktidar.
Belli ki, artık AKP’nin sosyal hak gasplarını ve güvencesizleştirme saldırısını hayata geçirmek konusunda hiç tavizi yok.
Bizim de tavizimiz yok! Sınırımız da neoliberal düzen ve onun kuralları değil. “Hak açılımı” da bu düzene zaten sığmaz.
Asgari ücret, sadece “emekçiye bir ayda kaç para yeter” belirlemesi değildir. Emekçinin yaşamını sürdürebilmesi için parasız olarak karşılanması gereken miktarda doğalgaz, elektrik, sudur. Barınabileceği sağlıklı bir konuttur…
Ulaşım hakkı, sadece ulaşıma yapılan/yapılacak zamların engellenmesi değildir. Toplu ulaşımın tamamen parasız olmasıdır.
Eğitim hakkı, sadece yıl boyunca “bağış” adı altında toplanan paraların alınmasının engellenmesi değildir. Parasız, nitelikli, anadilde eğitimin sağlanmasıdır.
Sağlık hakkı, sadece katkı payının arttırılmasını engellemek değildir. Her türlü sağlık sorununun çözümü için “nüfus cüzdanı”nı yeter hale getirmektir.
Hak kazanımlarımızla dolduracağımız bir yıl dileği ile…