İnsanlığın var oluşundan beri toplumu ileriye taşıyan hareketler, hep bir sorun olarak görüldü. Toplumsal gelişmeler konusunda tarih boyunca farklı kriterler sergilendi. Örneğin, dini kriterler, toplumsal gelişimleri ilahi iradenin bir fonksiyonu olduğunu savundu ve XV. yüzyıla kadar da önemini korudu. Dinin, bilim ve kültür üzerindeki etkisi kaybolmasa da Rönesans’tan itibaren kademeli olarak azaldı. Thomas Hobbes’in dediği […]
İnsanlığın var oluşundan beri toplumu ileriye taşıyan hareketler, hep bir sorun olarak görüldü. Toplumsal gelişmeler konusunda tarih boyunca farklı kriterler sergilendi. Örneğin, dini kriterler, toplumsal gelişimleri ilahi iradenin bir fonksiyonu olduğunu savundu ve XV. yüzyıla kadar da önemini korudu. Dinin, bilim ve kültür üzerindeki etkisi kaybolmasa da Rönesans’tan itibaren kademeli olarak azaldı.
Thomas Hobbes’in dediği gibi “Din, insanların bilinmeyen güçlere olan korkusundan doğmuştur. Batıl inanç ile din arasında hiçbir fark yoktur: din, devlet tarafından tanınan bir hurafedir.” Marksizm içinde din, ilkel insanın, bilgisizliğinin bir ürünüdür. İnsanoğlu tanrıyı, anlamadığı doğa olaylarını açıklamak için icat etti. Böylece yağmur, ateş, şimşek, renk, güneş ışığı, ilahi bir el oldu. Bu ilkel putperest inançlar, sentezlenerek ve ilerletilerek beli başlı tanrılara, tek tanrıya ve daha sonra da modern dinlerin tek tanrıcılığına dönüştü.
Tarihsel olarak dinin, bin yıllık bir etki alanına sahip olmasının nedeni, insanlığın Ortaçağ’da, hiçbir bilimsel ve teknik gelişme deneyiminin olmamasıdır. Oysa bugün bilim, insanın ilahi yaradılışın bir ürünü olmadığını, tersine primatların evriminin sonucu olduğunu göstermiştir. Ne de yaşamın herhangi bir tanrı tarafından yaratılmadığını: bilimin kanıtladığı gibi organik yaşam, inorganik maddenin bir vasfı oldu, oluyor ve olacak. Dinin son kaleleri şimdi, evrenin hayali bir yaratımına tutunuyor. Bilim er ya da geç maddenin, ne başlangıç ne de bitiş sınırları olmadığını, zamanda olduğu kadar evrende de sonsuz olduğunu ispat edecektir.
Doğal çevre
İkinci kriter, tarihin gelişimini, doğal coğrafi ortam temelinde açıklar. Marksizm’in bakış açısından coğrafi çevre (iklim, toprak, madenler…) toplumun evrimini harekete geçiren etkenlerden biridir ama belirleyici değildir. Gerçekten, Avrupa’da, son 2000 yıl içinde coğrafi koşullar değişti ve üç farklı sosyal sistemle karşılaşıldı. Doğal faktörlerin önemli olduğu açık ama olayları açıklamak için yeterli bir etmen değildir.
Başka araştırmacılar da bireysel birtakım yaklaşımlarda bulundular. Yani, devlet adamları, krallar, askerler gibi benzeri seçkin kişiliklerin istemleriyle, tarihin gidişatını yorumladılar. Biz Marksistler, bireyin tarihteki rolünü kesinlikle küçümsemeyiz ama bunu temel bir faktör gibi de görmeyiz. Tek bir şahıs, bazen, önemli bir rol oynayabilir. Özellikle, yükselen sınıfın çıkarlarını politik olarak ifade edebilirse, ancak genel olarak kişiler, yalnızca bir olayın gelişini geciktirebilirler ya da hızlandırabilirler. Ama hiçbir durumda, tarihin gidişatını değiştiremezler.
İdealizm
İdealist kriter, itici gücün ardında fikirlerin olduğunu gösterir. Ama hangi fikirler? Acaba insanların fikirleri mi? Öyle ya da böyle, insanları düşündüren şey nedir?
Biz insanların düşüncelerini, ilahi şeyler belirlemez. Tersine, kendi varlığımızın maddi koşulları ve onların çelişkileri, bizim düşüncelerimizi yansıttığı ortada. Filozofların önemli fikirleri ile toplumun evrimi belirlenir mi? Antagonist (uzlaşmaz; ç.n.) sınıflara bölünmüş insan toplumu, insancıl fikirler tarafından mı yoksa bu sınıflar arasındaki mücadele ve çıkarlar tarafından mı yönlendirilir?
Marksistler için tarihin motoru sınıf mücadelesidir. İnsan düşünce tarihi; aynı sanat, edebiyat veya müzik gibi, insanın diğer tezahürleri gibi, insanlar arasında kurulan üretim ilişkileri ve toplumun ekonomik kalkınmasıyla yakından ilişkilidir.
Sınıflar mücadelesi
İnsan toplumu, varoluş mücadelesinin tarihsel sonucudur. Toplumun karakteri, ekonomisinin doğası tarafından belirlenir. Bu da üretim araçlarının (1) karakteri tarafından belirlenir. Her döneminde, üretici güçlerin (2) gelişmesi belirli bir sosyal rejime tekabül eder. Yani Sosyal sistemler (3) doğarlar, gelişirler ve kendinden öndeki ilerlemelere engel olurlar. Ayrıca hiçbir egemen sosyal sınıf, gönüllü olarak iktidarını bırakmaz çünkü argümanları yalnız kuvvete dayalı, bu yüzden asla güç temelinde kazanamayacaklar. Bize bir devrim gerekir. Bu sosyal bir sistemin değişimidir ki zaten çürümüş olan bir sınıfın gücünün; nüfusun çoğunluğunu yanına çekebilen, yükselen diğer sınıfa transferinin politik tezahürüdür.
Devrim
Devrim insanlar tarafından yapılır ama insanlar, serbestçe seçtikleri koşullar altında değil, geçmişten devraldıkları sosyal koşulların etkisi altında hareket ederler. Elbette devrimin kendine özgü yasaları vardır. Ancak insan bilinci sadece pasif nesnel koşulları yansıtmakla sınırlı değildir. Aynı koşullar üzerinde öznel bir reaksiyon göstermeyi de bilir. Kitlelerin karakterine sahip olan bu reaksiyonda tarihsel anlar vardır. Elbette tarihsel süreç içinde, devrim için kitlelerin aktif müdahalesi vazgeçilmez bir önkoşuldur.
Bununla beraber, kitlelerin güçlü etkinlikleri devrime ulaşmadan, basit bir isyanda da kalabilir. Evet, yalnızca kitlelerin isyanı; egemen sınıfın çöküşüne ve ezilen sınıf gücünün egemen olmasına; sosyal devrimin tamamlanmasına götürür. Devrimin ilerlemesi için kitlelerin ayaklanması objektif bir koşul öğesidir ki sırasıyla, toplumun gelişme şartına bağlı objektif sosyal bir süreç oluşturur. Ama bu, bir kez objektif koşullar ortaya çıktıktan sonra isyan zamanını beklemek gerektiği anlamına gelmez.
İnsanların etkinliklerinde, boşalma ve çekilme anları, inişler ve çıkışlar vardır. Bu yüzden devrimci sınıf, durumu değerlendirebilmeli ve iktidarı ele geçirmeyi teklif edebilmelidir. İşte tam da burada, sınıfın, amaca yönelen en seçkinlerinin yoğunlaştığı devrimci bir partinin varlığında somutlaşan, bilinçli devrimci bir eylem alanı açılır.
Olayların ritmini değerlendiremeyen, vaktinde kitlelerin güvenini fethedemeyen ve olayları yönlendirme yeteneğine sahip olamayan bir parti ile devrimin zaferi mümkün değildir. Meselenin özü, sosyal devrimin objektif ve sübjektif faktörlerini doğru bir şekilde birleştirmeyi bilmekten ibarettir.
Notlar:
1- Üretim araçları: Çalışma sürecine dâhil olan maddi objelerdir. Üretim araçları, HAMMADDELER (ağaç, çelik, karton alüminyum…) ve ÇALIŞMA ARAÇLARIDIR (donanımlar, makineler, binalar, enerji…).
2- Üretici güçler: Üretim için toplum tarafından oluşturulan ortak enerjisidir. Mevcut ÜRETİM ARAÇLARI ile İŞGÜCÜNÜN (yetenek ve uzmanlık derecesi) bileşimi tarafından belirlenir. İşgücü verimliliği, üretim araçları ve işçi arasında kurulan teknik ilişki biçimine bağlıdır.
3- Sosyal sistem: ÜRETİM TARZINA bağlı olarak Üretimin TOPLUMSAL İLİŞKİLERİ (sosyal grupların üretim süreci içindeki işgal ettikleri pozisyon) tarafından belirlenir. Tarih boyunca bilinen sosyal sistemler; Kölelik sistemi, Asya üretim tarzı, feodalizm, kapitalizm vs.
[Marxismo.org’daki İspanyolcasından Atiye Parılyıldız tarafından çevrilmiştir]