Kürt açılımı, “patinaj yapıyor” derken, Abdullah Öcalan’ın talimatıyla Kandil ve Mahmur kamplarından iki ekibin gelişiyle yeni bir evreye girdi. İki ay önce, Genelkurmay Başkanı Orgeneral General İlker Başbuğ, bir eyleme katılmayıp teslim olanların serbest bırakılmakta olduklarını söyleyerek açılımın hangi çerçevede süreceğinin işaretini vermişti. Başbuğ’un söyleyemediğini de Yasemin Çongar yazdı, “Ekimde dönebilirler” başlığı altında başta MİT […]
Kürt açılımı, “patinaj yapıyor” derken, Abdullah Öcalan’ın talimatıyla Kandil ve Mahmur kamplarından iki ekibin gelişiyle yeni bir evreye girdi.
İki ay önce, Genelkurmay Başkanı Orgeneral General İlker Başbuğ, bir eyleme katılmayıp teslim olanların serbest bırakılmakta olduklarını söyleyerek açılımın hangi çerçevede süreceğinin işaretini vermişti.
Başbuğ’un söyleyemediğini de Yasemin Çongar yazdı, “Ekimde dönebilirler” başlığı altında başta MİT olmak üzere ilgili devlet birimlerinin Kandil’den dönüşün yolunu açmaya çalıştıklarını, dönüş yolunda uluslar arası işbirliği yapıldığını belirtti. (Taraf, 8 Eylül 2009)
Anlaşılıyor ki süreç, İlker Başbuğ’un söylediği, Yasemin Çongar’ın yazdığı gibi gelişti. Mahmur ve Kandil’den gelenler, on binlerce Kürdün yanı sıra devletin sıcak ilgisiyle karşılandılar. Karşılamadaki sıcaklık, savaş tarihinin sayfalarında kayıtlı, savaşan taraflar arasındaki centilmenlik gösterilerini çağrıştıracak ölçüdeydi. Yazılanlar doğruysa, Türk ordusunun bir generali, “Hoşgeldiniz. Bıraktığınız telsizleri alıp arkadaşlarınıza işlem tamam mesajı verin. Sizi merak etmesinler” diye mihmandarlık yaptı. (Aktaran Burhan Ayeri, Akşam, 21 Ekim 2009)
1999 yılında gelenleri teslim alan devlet, bu kez şenlikli karşılama töreni düzenlenmesine, pankart ve bayrak açılmasına göz yumdu. Hatta adliyeye sevk etmek şöyle dursun, adliyeyi, gelenlerin ayağına sevk etti. Adliye de üzerine düşeni yaptı. Üzerlerinde gerilla kıyafetiyle gelenler, örgüt üyesi olduklarını belirtip, Abdullah Öcalan’ın talimatıyla geldiklerini söylediler. Binlerce kişiyi örgüt üyesi oldukları iddiasıyla tutuklayan ve halen cezaevlerinde tutan adliye, Kandil’den gelenleri salıverdi.
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, “Devlet 1 adım atarsa PKK 10 adım atar! Şimdi sıra Türkiye’de!” diyerek hem devleti hem PKK’yi alkışladı.
Onca yılın siyasetçisi Ahmet Türk herhalde bir satranç oynandığını sanıyor. İçişleri Bakanı Beşir Atalay ise satrançtan değil, plandan söz etti; olan biteni “planın parçası olarak” nitelendirdi. Hatta gelenlerin isim listesinin önceden kendilerine bildirildiğini açıkladı. (Fikret Bila, Milliyet, 21 Ekim 2009)
Demek ki arada doğrudan bir diyalog kanalı da açılmış. Öyle birbirlerini yoklama, sınama söz konusu değil. Yani tarafların birbirlerinin hamlelerini çözüp karşı hamle geliştirdikleri bir satranç oynanmıyor. Senaristliğini, yönetmenliğini, başaktörlüğünü ABD’nin üstlendiği bir “plan” uygulanıyor. Bölgenin emperyal aktörü olarak kararları ABD veriyor, süreci o yönetiyor.
ABD’nin süreçteki rolü gizli kapaklı değil. İyi kötü gazete okuyan herkes biliyor ki, Kürtlerin yardımıyla işgal ettiği Irak’ta batağa saplanan ABD gerek Irak’tan çekilme, gerek ebeliğini ve hamiliğini yaptığı Kürt devletinin güvenliğini sağlama ve gerekse Afganistan’da etkin denetim kurma sürecinde Türkiye’den aktif katkı bekliyor. Dahası, Türkiye’nin bölgesinde güvenli bir enerji terminali olması, ordusunun dünyanın sorunlu bölgelerine müdahale gücü olarak kullanılabilmesi için de PKK prangasının bir ölçüde gevşetilmesi gerekiyor. ABD bu amaçlarla dört beş yıldır, PKK’yi Türkiye’nin razı olacağı derecede güçsüzleştirip evcilleştirme projeleri hazırlıyor, projelerin siyasi yükünü AKP’ye, askeri yükünü TSK’ye ihale ediyor.
TSK ve AKP hükümeti, PKK’nin El Fetihleştirilmesine gönül rızasıyla onay vermemişlerdir herhalde. Ancak, “Bir şehit cenazesi geleceğine 550 milletvekilliğini kaybedelim” diye demagoji yapsa da, Kürt meselesinin Başbakan Erdoğan’ın çokça umurunda olmadığı da bilinen bir olgudur. Anayasayı değiştirecek çoğunlukla onca yıldır iktidarda olmasına karşın sorunun çözümü için hiçbir hazırlık yapmaması bir yana, insan sarrafı Yaşar Kemal’in “Bizim başbakan çok yaman. Kürt deyince tüyleri diken diken oluyor. DTP’liler başlarına bir şeyler gelmesini istemiyorlarsa bir daha Başbakan’dan randevu istemesinler” sözleri, Başbakan’daki samimiyetsizliğin, beşeri zaafiyetin yeterli ifadesidir. (Radikal, 29 Temmuz 2009)
Özetle, Kürt sorununa eşitlik, kardeşlik, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı bağlamında çözüm perspektifinden yoksun Erdoğan hükümeti, sorunu çözecek adımlar atmak yerine, PKK’nin evcilleştirilmesine odaklı Amerikan planına taşeronluk yapmaktadır.
Her şeye karşın, başarı şansı çok olmasa bile, şehit ve ölü ele geçirilenlerin ardından ağıtların yakılmayacağı barışçı sürece bir şans vermesi nedeniyle “açılım” süreci elbette olumludur. Teşvik edilmeli, sürecin tarafların özgür iradeleriyle, eşitlik ve kardeşlik bağlamında adımlarla ilerlemesi için hükümet zorlanmalıdır.
Ne ki, ne denli teşvik edilse ve zorlansa da hükümetin açılım sürecini başarıyla yönetemeyeceği aşikârdır. Çünkü hükümet, Kürt sorununu eşitlik ve kardeşlik bağlamında çözme niyet, cesaret ve samimiyetine sahip değildir.
Sermaye iktidarından ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı bağlamında bir çözüm perspektifi elbette beklenemez; ama, hükümet burjuva bağlamda asgari çözümü sağlayacak niyet ve samimiyetten de yoksundur. Sorunun asgari çözümü bile köklü anayasa değişikliğini gerektirmektedir. Hükümet ise seleflerinin yanlışını yineleyerek sorunu “terör” diye tanımladığı için çözümü de PKK’nin dağdan indirilmesinden ibaret görmekte, anayasa değişikliğini “seçimden sonra” aldatmacasıyla rafa kaldırmakta, bireysel kültürel haklarla sorunu konsolide etmeyi hedeflemektedir.
Bu koşullarda Kürt açılımının sağlıklı bir doğumla sonuçlanıp barış ve çözüm getirmesi hayaldir. Kürt açılımının eziyetli bir kürtaj girişiminden ibaret kalması ise daha büyük olasılıktır.
Rahmi Yıldırım
23 Ekim 2009