Sermayenin son yüz yıl içinde elde ettiği başarılardan biri, belki de en büyüğü, sınıf kimliği belirsizleştirilmiş demokrasinin, ‘reddedilemez’ bir toplumsal ve siyasal değer mertebesine çıkarılmış olmasıdır. Bu durumun emek dünyasındaki ‘tezahürü’ son derece vahimdir: Kapitalist toplumlarda demokrasiyi, “sermayenin, halkın yönetimi yalanı üzerinden sürdürülen iktidar biçimlerinden biri” şeklinde tarif eden ve sermaye karşıtlığını kararlılıkla ifade eden […]
Sermayenin son yüz yıl içinde elde ettiği başarılardan biri, belki de en büyüğü, sınıf kimliği belirsizleştirilmiş demokrasinin, ‘reddedilemez’ bir toplumsal ve siyasal değer mertebesine çıkarılmış olmasıdır.
Bu durumun emek dünyasındaki ‘tezahürü’ son derece vahimdir: Kapitalist toplumlarda demokrasiyi, “sermayenin, halkın yönetimi yalanı üzerinden sürdürülen iktidar biçimlerinden biri” şeklinde tarif eden ve sermaye karşıtlığını kararlılıkla ifade eden komünistler, aynı sermayenin iktidar biçimi olan demokrasiye karşı ilan edilmiş mücadele düşüncesine ‘mesafeli’ duruyorlar.
Kapitalizmi tasfiye edip sosyalizmi kurmak isteyen komünistlerin önündeki en zorlu engelin diktatörlük olduğu sanılır, fakat işin doğrusu şudur; sermayenin en akılcı iktidar biçimi olan demokrasi engelini aşmak, diktatörlükleri yıkmaktan daha zordur.
Yirminci yüz yılda pek çok diktatörlüğü yıktık, ama, burjuvazinin demokrasileriyle baş edemedik; Birinci emperyalist savaş koşullarıyla birlikte ayrıca değerlendirilmesi gereken Ekim Sosyalist Devrimi bir yana, tarihimizin hiçbir döneminde, demokrasi engelini aşıp, bir sosyalist devrim gerçekleştiremedik. Ve fakat, en pespaye demokrasiler bile, kapitalizmi tehdit etmeye başlayan komünist hareketlerin önünü kesmeyi, radikal devrimci mücadeleleri ‘eritmeyi’ başardı.
Kapitalist toplumlarda demokrasi mücadelesinin sonu yoktur: Sömürüyü disipline eden devlet iktidarının belirlediği ölçülerde örgütlenme ve ‘ifade’ özgürlüğü elde edilebilir, ücret artışı için grev hakkı kullanılır, yaşam koşulları düzeltilebilir; vekiller seçilir, parlamentoya gönderilir ve kapitalizmin, özel mülkiyet ya da sömürü özgürlüğü gibi kutsallarına ‘dokunmamak’ şartıyla hükümet de olunabilir vs.. Haklar yeniden kısıtlanır(sa), yeniden ve yeniden demokrasi mücadelesi verilir; sokağa çıkılır, greve gidilir, koşullar düzeltilir ve bu iş sürgit devam eder. Bu arada, zorlanınca esneme özelliğine sahip demokrasinin ‘nimetlerinden’ yararlanan emekçi yığınlar, demokrasi ile barışık yaşamaya alışırlar; böylece, demokratik tepki verildiğinde ‘insafa gelen’, iyi kötü yaşanılabilir bir sistem haline getirilebilen kapitalizmi tasfiye etmek için büyük bedeller ödemeye, devrim yapmaya da gerek kalmaz!..
Bu meseleyi önemsemek lazım. Demokrasi mücadelesi bu minval üzere sürdürülürse, ‘zamanı geldi’ dediğinizde, o güne kadar uğruna mücadele edilen demokrasiyi aşamayabilirsiniz; sermayenin ‘tercih edilmiş’ iktidar biçimi olan demokrasiyi karşınıza almak için ihtiyaç duyacağınız ‘inandırıcılık’ hususunda zorlanabilir ve hatta, yasalarla denetlenen demokrasi mücadelesine ve demokrasi ile barışık yaşamaya alıştırdığınız emekçi halkın ‘tepkisiyle’ de karşılaşabilirsiniz!..
Kuşaklar boyunca, ısrarla ve devamla ‘demokrasi mücadelesi’ veren komünistler, bu mücadeleyi, “demokrasinin sunduğu olanaklardan yararlanmak ve sosyalist devrimin ihtiyaç duyduğu güçleri hazırlamak” amacıyla verdiklerine inanırlar. 1917 Şubat Burjuva Devrimi ile oluşan ‘özgürlük ortamını’ sosyalist devrim için değerlendiren Bolşevik pratiğini de örnek gösterirler.
Bu, kısmen doğru bir yorumdur; çünkü, bu yorum, 1917 Burjuva Devrimi’nden hemen sonra, o ‘özgürlük ortamında’, demokrasi mücadelesini, burjuvaziye karşı proletaryanın ilan edilmiş iktidar mücadelesi şeklinde tarif eden, demokrasiye karşı, hiç duraksamadan, sosyalist demokrasi talebini öne çıkaran Bolşeviklerin, Çarlık dönemini aratmayan büyük bir baskı ve terörle karşılaştıklarını hesaba katmamaktadır. Bolşevikler, demokrasiye ‘dokundukları’ için, 1917 Şubat Devrimi’yle örgütlenen demokrasinin ‘nimetlerinden’ ancak dört ay yararlanabildiler. Bu pratiğin bize öğrettiği şey şudur; emeğin kısmi kazanımlar elde etmesine olanak tanırken, sermayenin ömrünü ‘gereğinden çok fazla’ uzatan demokrasiye ‘dokunursanız’, diktatörlüğü davet edersiniz. Ama işte, demokrasiye ‘dokunmadan’ da sosyalizme çıkamazsınız!..
Emeğin ve insanlığın özgür geleceğini dert edinen komünistler için demokrasi mücadelesi, sermayenin, diktatoryal ya da ‘demokratik’ bütün iktidar biçimlerine karşı emeğin ilan edilmiş özgürlük savaşı ile başlar ve kapitalizmi tasfiye ederek, “üretenlerin doğrudan yönetimi” şeklinde formüle edilebilecek olan sosyalist demokrasiyi örgütleme eylemiyle devam eder. Devam eder; çünkü her demokrasi gibi sosyalist demokrasi de bir devlet biçimidir ve komünistler, artık devlete ihtiyaç duyulmayacak bir aşamaya kadar, bu mücadeleyi sürdürmek zorundadırlar.