Sermayesi, hükümeti, medyası bir olmuş bankalarına ağlıyor… IMF ve Dünya Bankasına karşı protestoların hedefi olan bankalar, “esnaf” diye yutturulmaya çalışılırken neler yapılmıyor ki? Numunelik de olsa bir tane bile hasar görmüş bakkal-çakkal görüntüsü yakalayamamış olmak da majestelerinin medyasını yıldıramıyor. Bankaların tabelaları gösterilmeden sergilenen kırık camların peşinden, AKP’nin “zinde kuvvetleri” eliyle gerçekleştirilen planlı-programlı linç görüntüleri montajlanıyor […]
Sermayesi, hükümeti, medyası bir olmuş bankalarına ağlıyor…
IMF ve Dünya Bankasına karşı protestoların hedefi olan bankalar, “esnaf” diye yutturulmaya çalışılırken neler yapılmıyor ki?
Numunelik de olsa bir tane bile hasar görmüş bakkal-çakkal görüntüsü yakalayamamış olmak da majestelerinin medyasını yıldıramıyor. Bankaların tabelaları gösterilmeden sergilenen kırık camların peşinden, AKP’nin “zinde kuvvetleri” eliyle gerçekleştirilen planlı-programlı linç görüntüleri montajlanıyor ve bilinçlere şu ifade kazınıyor: “Camları çerçeveleri indirilen esnaf göstericilere meydan dayağı attı”. Yersen!
“En merhametli” ancak aynı zamanda “en tehlikeli” yorumlar ise Dünya Bankası’nın pek sevdiği “sosyal risk” söylemi etrafında popülerleştiriliyor. Her kriz döneminde olduğu gibi bir kez daha “yoksulların vandalizmi” edebiyatı piyasaya sürülüyor. Kameralar, mobeseler, endişeler, korkular, umutsuzluklar, panzerler, silahlar, manşetler, spotlar, gazlar, coplar “yeryüzünün lanetlileri”ne yönlendiriliyor.
Hep bir ağızdan “esnafın camını çerçevesini indirdiler”, “yağma yaptılar”, “dükkanları yaktılar” diyerek toplumda “şok ve dehşet” atmosferi yaratmaya çalışanlar Şişli’de, Beyoğlu’nda, Beşiktaş’ta hedef alınan “dükkan”ların çok büyük bir bölümünün banka olduğunu bilmiyorlar mı? Camları kırılan bir iki çok uluslu restoran-cafe zincirinin ve büyük sermayeye ait marketlerin sayısının bile bankaların yanında oldukça az olduğundan bihaber mi? İstanbul Emniyeti herkesi mi “kafaya aldı”? Yoksa bilinçli bir sınıf eylemine karşı duyulan büyük bir sınıfsal korku etrafında bütünleşen kutsal ittifak mı karşımızdaki?
Sınıfa karşı sınıf
İstanbul Emniyeti Başbakan’ı da “kafaya almadıysa” açık bir sınıf mücadelesiyle karşı karşıyayız. Ne diyor Erdoğan: “Oradaki esnafın ne günahı var, camını çerçevesini indiriyorsun. Onun belki de o haftalık, belki de bir aylık kazancına bedel. Bunu yapmaya hakkınız var mı?”
Eylemciler bir anlık öfkeye kapılarak değil, cinnet geçirdikleri için değil, ‘evet, bunu yapmaya hakları olduğunu’ düşündükleri için harekete geçtiler! Erdoğan’ın bahsettiği “esnaflar” ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi, milyonların işsiz kaldığı kriz sürecinde karlarını yüzde 92 artıran finans tekelleri. 11 milyar TL’ye ulaşan bankacılık karlarıyla kaç cam taktırılır, kaç çerçeve yenilenir, hesap edebiliyorsa başbakan ediversin. “Vurun kırın ekonomiye can verin” derler mi, onu da Deniz Gökçe düşünsün. Bizim derdimiz bu durumun “servet düşmanlığı”nın çok ötesinde bilinçli bir tepkiye yol açtığını tespit etmek.
Çünkü eylemciler gayet iyi biliyor ki İstanbul’da toplanan bu “beyler” aylardır dünya emekçilerinin ürettiği tüm değerlerle bankaları kurtarıyor. Türkiye’de sağlamlığıyla pek bir övünülen bankacılık sisteminin karları ise milyonların çaresizlikle sarıldığı kredi mekanizmaları üzerinden realize oluyor. Bankalar kar rekorları kırarken kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı çığ gibi katlanmaya devam ediyor. Sadece 2009’un Temmuz ayında haciz tehlikesiyle karşı karşıya kalanların sayısının yüzde 20 civarında yükselmiş olması, piyasalaştırılan eğitim ve sağlık hizmetleri için “taksit ve kredi” kampanyası reklamlarının gözümüze gözümüze sokulması, bankalara mahkum bırakılan çiftçilere gelen banka haczi haberlerinde yaz aylarında yaşanan patlama, bu eylemlerin bilinçli bir meşru müdafaa olarak değerlendirilmesi için yeter de artar bile…
Finans piyasalarında alınıp satılanın “henüz el konulmamış insan emeği, gelecekte elde edilecek artı değer, en temel insan ihtiyaçlarının ve doğanın alınıp satılmasından doğacak gelirler” olduğunun bilinciyle girişilen her eylem, aynı zamanda sınıf mücadelesine berraklık kazandırıyor. Ve kutsal ittifak bu berraklıktan korkarak “belirsizlik, kaos, şok, dehşet” edebiyatıyla bilinçleri bulandırmaya çalışıyor.
Kavga sürecek: Emekçiler finans merkezine yem olur mu?
Bilinçli sınıf eyleminin karşısında geliştirilen bilinçli sınıf manipülasyonunun en temel gerekçelerinden biri de sermayenin ve hükümetin “IMF ve Dünya Bankası gitti, kavga bitti” diyememeleri. Zira kavganın süreceği zirve sürecinde bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından ilan edildi.
Erdoğan, “taşı-toprağı-suyu-ucuz emeği” altın değerinde olan İstanbul’u yeni birikim alanları arayan sermaye için finans merkezi yapacaklarını bir kez daha ilan etti. Tüm dünyadaki finans merkezi projelerinin en önemli unsurunun, sermaye için kenti “cazibe merkezi” haline getirecek kentsel dönüşüm operasyonları olduğu bir sır değil. Uzun lafın kısası, finans merkezi projesi, kentin yoksul emekçilerinin, “soylulaştırılmak” istenen yaşam alanlarından, metalaştırılan mekanlarından daha agresif biçimlerde sürülmeye çalışılacaklarının ifadesi.
Önce Mösyö burjuvazi ateş etti. Erdoğan’ın son dönemde gecekondu mahallelerine karşı takındığı oldukça tehditkar üslup, finans merkezi projesi ilanı, Taksim’de yaşanan polis terörü ve “emeğin meşru müdafaası” karşısında sermayenin, hükümetin ve medyanın tek vücut olması, kavganın saflarının ve içeriğinin belirginleşmeye başladığını gösteriyor. Emekçilerin saflarını “terör, provokasyon, marjinal grup” edebiyatıyla bölmeye çalışanların çabalarının şimdilik bir sonuç vermemiş olması, emek ve meslek örgütlerinin ‘İstanbul’un dikensiz gül bahçesi olmadığını’ vurgulaması da gelecek için umut veriyor. Solun, bu kavgayı ve gereklerini kolektif bir bilinç haline getirmesi gerekiyor.