Barınma hakkı mücadelesinin “ana kucağı” haline dönüşen Dikmen Vadisi temsilcileri, Temmuz’da İzmit-Arızlı deprem konutlarını savunan halkla dayanışmak için bölgeye yaptıkları ziyaretin ardından, hak mücadeleleri içinde yeniden oluşan emekçi kardeşliği duygusuyla dolu bir açıklama yapmışlardı: “Arızlı Deprem Konutları’nda yaşayan kardeşlerimize dokunan elleri kırarız! O evler kardeşlerimizindir!” Arızlı, Dikmen’in barınma hakkı mücadelesinde diktiği bayrağı taşıyan yeni odaklardan […]
Barınma hakkı mücadelesinin “ana kucağı” haline dönüşen Dikmen Vadisi temsilcileri, Temmuz’da İzmit-Arızlı deprem konutlarını savunan halkla dayanışmak için bölgeye yaptıkları ziyaretin ardından, hak mücadeleleri içinde yeniden oluşan emekçi kardeşliği duygusuyla dolu bir açıklama yapmışlardı: “Arızlı Deprem Konutları’nda yaşayan kardeşlerimize dokunan elleri kırarız! O evler kardeşlerimizindir!” Arızlı, Dikmen’in barınma hakkı mücadelesinde diktiği bayrağı taşıyan yeni odaklardan biri haline dönüşürken, piyasanın görünmez elinin arkasında sırıtan büyük güç, devletin sopalı eli, kardeşe gerçekten de dokundu. Yoksulu kentin dışına atılacak çöp gibi görenler, polis barikatının önüne dikilen yoksulu sahici bir çöp kutusunun içine tıkmaya çalışırken, bilerek bilmeyerek, basit zorbalık gösterisini aşan simgesel bir gösteri de sergilediler.
“Vatandaş”, tıpkı bir zaman önce McDonalds’ lokantası görevlisi tarafından buzdolabına tıkılan küçük yoksul kız çocuğu gibi paketlenip vatandaşlığın dışına atıldı. Ama paketçi polislerin karşısına dikilen her yoksul kadının yumruğunda “kamu”, Dikmen’in kara derili kardeşinin, Güney Afrika isimli uzak bir ülkede yine bir polis barikatı önünde dile getirdiği soruyu yankıladı: “Kamu biz değilsek, kamu kim?”
“Kamu biz değilsek, kamu kim?” sorusu, piyasa namına işleyen devletin karşısına dikilen yoksul hak hareketleri, özellikle de barınma hakkı hareketleri arasındaki enternasyonal emekçi kardeşliğinin kurucu sorusuna dönüşüyor. Yoksulu çöp yapıp vatandaşlıktan atanlarla, yoksulun vatandaşlık hakkını savunanlar, bu soruya verdikleri yanıtla hızla birbirlerinden kopuyor. Barınma hakkı mücadelesi sınıf mücadelesinin en yeni yüzlerinden birisi olarak öne çıkmakla kalmıyor. Politik mücadelenin de kurucu eksenlerinden biri haline dönüşüyor ki bu hiç de rastlantı değil. Büyük bir yoksul sürgünü eşliğinde biçimlenen neo-liberal kent, tıpkı sömürgeciliğin kenti gibi, emekçinin sadece barınma hakkının değil, politik haklarının da gasp edildiği büyük arazinin sınırlarını çiziyor. Bu yeni arazide, yoksulun başını sokacak çatısı olmadığı gibi, tam ve eksiksiz insan sayılacağı bir vatanı da yok. Barınma hakkı mücadelesi, bu yüzden, emekçilerin sınıf mücadelesi aracılığıyla kendileri için yeni bir vatan kurma mücadelesinin en yeni yüzlerinden biri haline geliyor. Bu yüzden, yeni vatanların kurucuları nerede yaşarlarsa yaşasınlar, birbirlerini sınırları aşan sıcak bir kardeşlik duygusuyla kucaklayabiliyor.
Adına kent denen bugünkü çorak araziler emekçiler için özgürlük, eşitlik ve insanlık pratiklerini tecrübe edecekleri yeni bir vatana dönüşecekse, barınma hakkının kamusal güvence altına alınması bunun en temel maddi güvencelerinden birisi olmak zorunda. Güney Afrika bunu her gün yaşıyor. Çünkü eski ırk ayrımcılığı rejiminde kendi vatanlarında insan bile sayılmayan Güney Afrikalı siyahlar, “demokratik neo-liberal” yeni rejimde bu kez yalnızca “mülk sahibi” siyahların vatandaşa dönüşebildiğini hayal kırıklığıyla öğrendiler. Eskinin beyaz efendisinin pasaportla soktuğu kentlerinin dışına bu kez yeni siyah efendileri tarafından atıldıklarında ise “mülkiyet hakkının” vatandaşlık haklarının önüne dikilen en önemli engel olduğunu acıyla anladılar.
Barınma hakkı mücadelesinin yeni kardeşi İzmit-Arızlı halkının pankartında ise “Mülkiyet hakkımızı isteriz” yazıyor. Arızlı halkı bu sloganla, Irak-Saddam hükümeti tarafından kendileri için yaptırılan konutlara bedel ödeyen “kiracılar” durumuna getirilmesini haklı olarak protesto ediyor; uluslararası anlaşmada konutların depremzedelerin mülkü olacağına dair somut bir hüküm bulunduğunu hatırlatmaya çalışıyor. Yani buradaki “mülkiyet hakkı” istemi, birçok gecekondu bölgesindeki “tapu hakkı” istemi gibi, halkın, “mülkiyeti”, evlerin yıkılması ya da elinden alınmasına karşı tek güvence olarak görme alışkanlığını yansıtıyor. “Mülkiyet” belki dar anlamda savunma aracı olabilir; ama kentleri yoksullar için çorak arazilere dönüştüren yeni bir düzen karşısında “gerçek bir çözüm” sunabilir mi? Dikmen’den Arızlı’ya ve yoksul Güney Afrika kentlerinin teneke damlarına dek uzanan bir emekçi kardeşliğinin kurucu harcı olabilir mi? Temel bir insan hakkı olarak barınma hakkı “mülkiyet hakkına” dayalı olmayan ve ondan bağımsız kamusal güvenceye kavuşturulmadıkça, yoksul hep birlikte vatandaşa, kentler de yoksul emekçilerin birlikte yeniden kuracakları yeni bir vatana dönüşebilir mi? Güney Afrika “dönüşemez” diyor. Özgür ve demokratik bir vatanın harcı, “mülkiyet hakkıyla” değil, yalnızca emekçilerin kardeşliğinin harcıyla karılabilir.