Son birkaç haftada, Afganistan’dan bir nevi erken “çıkış stratejisi” için hem liberal Demokratlardan, hem de muhafazakâr Cumhuriyetçilerden gelen çağrılarda hatırı sayılır bir artış oldu. Bu çağrılar, Afganistan’daki ABD komutanı General Stanley McChrystal ve Savunma Bakanı Robert Gates’in Başkan Obama’ya bu ülkedeki ABD askerleri taahhütlerini artırmasını resmi olarak tavsiye etmek üzere oldukları bir anda geldi. Hiçbir […]
Son birkaç haftada, Afganistan’dan bir nevi erken “çıkış stratejisi” için hem liberal Demokratlardan, hem de muhafazakâr Cumhuriyetçilerden gelen çağrılarda hatırı sayılır bir artış oldu. Bu çağrılar, Afganistan’daki ABD komutanı General Stanley McChrystal ve Savunma Bakanı Robert Gates’in Başkan Obama’ya bu ülkedeki ABD askerleri taahhütlerini artırmasını resmi olarak tavsiye etmek üzere oldukları bir anda geldi.
Hiçbir şey kesin değil, fakat genel beklenti Obama’nın bunu kabul edeceği yönünde. Ne de olsa, seçimler sırasında Obama, Irak’a yönelik ABD müdahalesinin hata olduğunu düşündüğünü ve erken bir geri çekilme istediğini söylemişti. Belirttiği sebeplerden birisi, bunun Afganistan’a yeterli asker göndermeyi engellediğiydi. Bu, “iyi savaş, kötü savaş” konseptinin bir versiyonuydu. Irak, “kötü” savaştı, Afganistan ise “iyi” savaş.
Görünüşe göre, Başkan Obama’nın yakın çevresinde Afganistan’daki ABD askeri taahhütlerinin artırılmasının akıllıca olup olmadığı konusunda bir sürü tartışma yaşanıyor. Afganistan’daki askerlerin artırılması konusundaki önde gelen muhalifin Başkan Yardımcısı Biden’dan başkası olmadığı ifade ediliyor. Biden, her zaman bir derece Demokratik bir şahin olarak değerlendirilmiştir. Öyleyse, nasıl oluyor da şimdi asker sayısının artırılmasına muhalefet ediyor? İfade edilen neden, Biden’ın Afganistan’ı ümitsiz bir bataklık olarak değerlendirdiği ve askerleri buraya yatırmanın ABD’nin gerçekten önemli bir bölge olan Pakistan’a yoğunlaşmasını engelleyeceği yönünde. Dolayısıyla elimizde “iyi savaş, kötü savaş” doktrininin yeni bir biçimi bulunuyor. Şimdi Afganistan, “kötü” savaş haline geldi, Pakistan ise “iyi” savaş.
ABD açısından, böylesine kesin bir biçimde kaybetmekte olduğu askeri müdahalelerden paçayı kurtarmak neden bu kadar zor? ABD’de ve diğer ülkelerdeki bazı solcu analistler, bunun sebebinin ABD’nin emperyalist bir güç olması ve dünyadaki siyasi ve ekonomik gücünü devam ettirmek için de bu tür askeri müdahalelere girmesi olduğunu söylüyorlar. ABD’nin 1945’ten beri girdiği büyük askeri çatışmalardan bir tekini bile kazanamamış olması gibi basit bir gerekçe dikkate alınırsa, bu açıklama oldukça yetersiz kalmaktadır. Emperyalist bir güç olarak hedeflerine ulaşmak konusunda büyük bir yeteneksizlik göstermiştir.
ABD’nin 1945’ten bu yana çok sayıda askerle girdiği beş ayrı savaşı ele alalım. Asker sayısı, ekonomik maliyeti ve politik etkisi bakımından bu savaşların en büyüğü Vietnam Savaşıydı. ABD savaşı kaybetti. Diğer dördü ise, Kore Savaşı, birinci Körfez Savaşı, Afganistan’ın işgali ve ikinci Irak işgaliydi. Kore Savaşı ve birinci Körfez Savaşı politik anlamda pat ile sonuçlandı. Bu savaşlar, başladıklarıyla aynı noktada sona erdiler. ABD, Afganistan’daki savaşı açık bir biçimde kaybediyor. Tarihin, ikinci Irak işgalini de aynı şekilde pat durumu olarak yargılayacağına inanıyorum. ABD sonunda geri çekildiğinde, siyasi anlamda, bu ülkeye girdiği zamankinden daha güçlü olmayacak – aslında muhtemelen tersi geçerlidir.
Öyleyse, özellikle de tüm dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda kontrol etmeye çalışan hegemonik bir güç olarak düşündüğümüzde, ABD’yi siyasi olarak kendi kendisini böylesine ketleyen hareketlere girişmeye iten şey nedir? Bu sorunun cevabını vermek için, ABD iç politikasına bakmamız gerekiyor.
Tüm büyük güçler ve özellikle de hegemonik güçler, yoğun anlamda ulusalcıdır. Kendilerine ve sözde ulusal çıkarlarını savunma konusundaki ahlaki ve politik haklarına inanırlar. Vatandaşlarının hatırı sayılır bir çoğunluğu kendilerini vatansever diye nitelendirir ve bunu da hükümetlerinin kendisini dünya arenasında aktif bir biçimde ve gerekirse de askeri bir biçimde savunması diye anlarlar. 1945’ten bu yana ABD’deki ilkeli anti-emperyalist nüfusun oranı politik anlamda önemsiz bir seviyededir.
ABD siyaseti, emperyalizm destekçileri ve muhalifleri diye saflaşmaz. Koyu müdahaleciler ile “kale Amerika”ya inananlar diye saflaşır. Bu ikincisi izolasyoncular diye isimlendiriliyordu. İzolasyoncular anti-militarist değillerdir. Aslında, askeri kuvvetlere yönelik finansal yatırımların güçlü destekçileri olma eğilimindedirler. Fakat bu kuvvetlerin uzak yerlerde kullanılması konusunda şüphecidirler.
Elbette, bu saflaşmanın aşırı uçları arasında büyükçe bir ara pozisyonlar dizisi de bulunmaktadır. Görülmesi gereken yaşamsal olgu şudur ki, neredeyse hiçbir politikacı ABD askeri harcamalarında ciddi bir düşüş talep etmeye hazır değildir. Birçoğunun “iyi savaş, kötü savaş” ayrımı ile meşgul olmasının sebebi budur. Ordu açısından başka, daha iyi kullanım alanları olduğunu öne sürerek, ordunun “kötü” savaşlarda daha az kullanılması gerektiğini savunurlar.
Bu noktada, Cumhuriyetçi ve Demokrat Partilerin bu meseleler hakkındaki farklılıklarını incelemeliyiz. Cumhuriyetçi Parti’nin izolasyoncu kanadı İkinci Dünya Savaşı öncesinde çok güçlüydü, fakat 1945’ten bu yana oldukça küçüldü. 1945’ten bu yana Cumhuriyetçiler orduya yapılan yatırımın düzenli olarak talep etme eğilimi sergilediler ve çoğu zaman da Demokratların askeri meselelerde fazla “yumuşak” davrandığını savundular.
Cumhuriyetçilerin bu konuda oldukça istikrarsız olduğu gerçeği, kamuoyundaki imajını etkiliyormuş gibi görünmüyordu. Örnek olarak, Başkan Clinton, Balkanlar’a askeri birlik göndermek istediğinde, Cumhuriyetçiler buna karşı çıktılar. Bu sorun olmadı. ABD kamuoyu, Cumhuriyetçileri, ne yaparlarsa yapsınlar, sözlerine bakarak vatansever şahinler diye değerlendiriyormuş gibi görünmektedir.
Demokratlarsa, bunun tam zıttı bir soruna sahiptiler. Demokrat yönetimlerin, ülke dışında askeri müdahalelere kalkışma konusunda (örneğin, hem Kore’de, hem de Vietnam’da) Cumhuriyetçi yönetimlerden görece daha hazır olduğunu inandırıcı bir biçimde tartışan çok sayıda kitap mevcut. Her şeye rağmen, Cumhuriyetçiler Demokratları askeri görüşleri açısından sürekli “güvercin” olarak itham ettiler. Demokrat seçmenlerin geniş bir azınlığının gerçekte de “güvercin” oldukları doğrudur, fakat bu durum çok sayıda Demokrat siyasetçi için geçerli değildir. Demokrat siyasetçiler her zaman seçmenlerin kendilerini “güvercinler” olarak görüp aleyhlerine dönecekleri endişesini beslerler.
Demokratlar, bu nedenle hemen her zaman “iyi savaş, kötü savaş” eksenini kullanmışlardır. Cumhuriyetçilerden daha az maço oldukları yaftası Demokratların üzerine yapışıp kalmış gibi görünmektedir. Yani durum bu kadar basittir. Obama, bu konulardaki kararını vereceği zaman, Afganistan’daki asker sayısının artırılmasının askeri ve politik açıdan bir anlam ifade edip etmediğini değerlendirmek yeterli değildir. Her şeyin ötesinde kendisinin ve daha genel olarak Demokrat Parti’nin yine “satışçılar”, “güvercinler”, ülkeleri eski günlerde Sovyetler Birliğine, bugünse “teröristlere”, “kaptıranlar” diye yaftalanabilecek olması endişesi içindedir.
Obama, bu nedenle muhtemelen daha fazla asker gönderecektir. Afganistan Savaşı da Vietnam Savaşı’nın yolunda ilerleyecektir. Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri için sonuç daha da kötü olacaktır, çünkü burada savaşın kendi karşısında kaybedileceği hiçbir tutarlı, akılcı muhalif grup mevcut değildir. Bertold Brecht, Komünist rejimlere kızdığı ve öfkelendiği zaman onlara, insanlar hikmetinize karşı ayaklanıyorlarsa, “insanları değiştirmeleri gerektiğini” söylemişti. Belki de Obama’nın yapması gereken şey, insanları, kendi insanlarını deği
ştirmektir. Ya da belki de zamanla insanlar kendilerini değiştireceklerdir. Eğer Amerika Birleşik Devletleri bu kadar çok yeni savaşı daha kaybederse, yurttaşları da ABD’nin yurtdışındaki askeri müdahalelerinin ve yurtiçindeki inanılmaz büyük askeri harcamalarının sorunlarına çözüm oluşturmadığı, tersine ABD’nin ulusal anlamda hayatta kalması ve refahının önündeki en büyük engeli oluşturduğu gerçeğine uyanacaklardır.
[fbc.binghamton.edu adresindeki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]