Türkiye’nin 12 Eylül’e hazırlanmasında ‘ülkenin kaosa gidişinin ‘çığırtkanlığını yapan ‘basının’ katkısı tartışılamaz. Liberal ekonomizmin ülkeye yerleştirilmesi 12 Eylül koşullarıyla mümkündü. 12 Eylül, yeni bir sermaye mülkiyeti oluşturularak ‘Türk basınını’, ‘Türk medyasına’ dönüştürme miadıdır. Türkiye’nin yeni kurulumunda ‘baş aktör’ İstanbul merkezli medya olacaktı. Darbe yönetiminin amacı ‘derin bir mıntıka temizliğiydi’, sol düşünceyi kurutarak, liberal ekonomizmi bu […]
Türkiye’nin 12 Eylül’e hazırlanmasında ‘ülkenin kaosa gidişinin ‘çığırtkanlığını yapan ‘basının’ katkısı tartışılamaz.
Liberal ekonomizmin ülkeye yerleştirilmesi 12 Eylül koşullarıyla mümkündü.
12 Eylül, yeni bir sermaye mülkiyeti oluşturularak ‘Türk basınını’, ‘Türk medyasına’ dönüştürme miadıdır.
Türkiye’nin yeni kurulumunda ‘baş aktör’ İstanbul merkezli medya olacaktı.
Darbe yönetiminin amacı ‘derin bir mıntıka temizliğiydi’, sol düşünceyi kurutarak, liberal ekonomizmi bu topraklara köklemekti..
Bu da siyasal ve sosyal örgütlenmeleri dibinden kurutarak ve bireysel hak ve özgürlükleri sınırlamakla olanaklıydı.
Toplumsal muhalefetin başı ezilecekti. Bu misyon için medya hemen harekete geçti..
Çünkü 24 Ocak kararlarıyla medya sanayi, finans ve ticari alanlara hızla dalacaktı…
İktidar icraatlerini meşru kılacak yayınlar, manşetler, kanaatler, ‘Plaza Medyacılığına’ doğru evrilen basın tarafından üretildi.
O günlerin manşetleri ve yapımcılarına bir zahmet arşivden bakılabilir.
Cumhuriyet tarihimizdeki bireysel hak ve özgürlüklere karşı en yaygın ve şiddetli kısıtlama 12 Eylül ve 12 Eylül anayasasıyla geldi.
İstanbul merkezli basın ve yazarları ‘özgürlükçü, demokratik ve Atatürk ilkelerine bağlı Türkiye’den’ söz ederlerken hapishanelerde yüz binlerce insan işkence görüyordu,
Sendikalar, dernekler kapatılmış, emek örgütsüz kalmıştı. Üniversiteler budanmış, milyonlarca insan fişlenmiş ve işini kaybetmişti.
150 bin kişi ifade suçuyla yargılanarak hüküm giydi, 400 gazeteci 3 bin yıl ceza aldı. Medya özgürlük ihlallerine sağırdı, farklı sektörel yatırımlarla meşguldü.
Ve basın özgürlüğü kurulan yeni dünyada fazla ‘demode’ kalmıştı. ‘Özgürlük gasbını’ sonraki yıllarda da eleştirmediler, bu aleni suç ortaklığını dönemi savunarak sürdürdüler.
Medya, bir iktidar ve güç odağı olarak ülke yönetimine dahil olmuştu, kamuoyu manipülasyonu ve otosansür mekanizmalarını işletiyordu.
Siyaset sahnelerini kuruyor, yıkıyor yeni oyuncular buluyordu. Popüler magazinel milliyetçiliğin diliyle kitle heyecanını ayarlıyordu.. Tekelci medya yapılanmasında ‘çoksesli’ gibi bir tekseslilik baskındı.
1990’ların siyasi tarih yapımında medyanın harcının, kumunun katkısının olmadığı tek bir siyasi dönem yoktu.
Siyasi iktidarlara ‘güç’pazarlama hizmetleriyle sermayeler katmerleniyordu.
Bazen de siyasi iktidar gücü ile medyanın çıkarların uyuşup uyuşmamasına göre kozlar paylaşılıyordu. Ya beraber düet yapıyorlar ya da düelloya girişiyorlardı.
Kimi zaman medya sermayeleri çökertilirken diğerleri sevinçle koşarak batanı ‘ucuza kapatma’telaşına düşüyordu.
Liberal ekonomizmin’etik yıkıcı’ etkisi medyanın kamu yararı ve sosyal sorumluluğu bir yana itilerek ‘karlılık’ ve ‘verimliliğe’ yöneltmişti.
Yeniden inşa ettikleri toplum zihninden ‘ifade özgürlüğü ve hak talepleri’ sökülüp atıldı.
Gazeteler, eğlence kültürü ve reklamlarla dolu sanayi ürünleri olurken, hedonizm bayiliğine soyunuyorlardı.
Ağır insan hakları ihlallerine sütunlarda yer yoktu, kapatılan gazeteler haber bile değildi. İşçi, kadın, çocuk ve ifade özgürlügü haklarına ayrılan oran %3 civarında kalıyordu. Ve bu oranlar evrensel gazetecilik standartlarına hiç ulaşmadı.
Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü ne evrensel değer ne de kamusal yarar olarak medyada kendine yer bulabildi.
Sayıları hızla artan medya yayınlarının bugün ne yazık ki 1980 öncesi kadar okuru olmadı .
Toplum, gazetelerin siyasi, iktisadi angajmanlarının propagandasını yaptıklarına inanıyor. 28 Şubat ise basın tarihimizin etik ve ilkelerinin yıkıldığı, mesleki dayanışmanın ‘satıldığı’ kirli bir sayfasıdır. Hala aklanmamıştır.
Şimdi merkez medyanın büyük bir grubuna kesilen fahiş vergi cezası konuşuluyor. Basın özgürlüğü ve dayanışmadan bahsediliyor…
Maalesef toplumsal bir duyarlılık oluşmuyor.
Aksine kamplaşmış bir sevinme gözleniyor.
Çünkü duyarlılıkların ustaca ‘bellek temizleyiciler’ tarafından silinmesinin üzerinden birkaç nesil geçti. Bugün ‘ifade ve basın özgürlüğünü’ yaşatan ‘kamunun varlığının’ reklam verenden daha büyük bir güç olduğunu anlamanın vakti değil mi?
Savunduğumuz ve mücadele verdiğimiz ‘hak ve özgürlüklere’ biz de dahildik.
Kamuya da ‘biz’ dahildik!
Yok saydıklarımıza da!..