Sabah şafağında ve günbatımında güneşe uzanan eller… En eski inançların, büyük dinlerin buluşup kaynaştığı kavşakta filiz veren bir din… Dinsel inanışları, efsaneleri, ibadet biçimleri ve gelenekleri ile farklı bir kültür… Şanlıurfa, Mardin ve Batman köylerinde sayıları giderek azalan Anadolu Yezidileri… İstanbul-Urfa güzergâhında uçmanın ilk kez tadına varıyorum. Uçak Harran Ovası’nın üzerinde aheste aheste dolanırken kendinizi […]
Sabah şafağında ve günbatımında güneşe uzanan eller… En eski inançların, büyük dinlerin buluşup kaynaştığı kavşakta filiz veren bir din… Dinsel inanışları, efsaneleri, ibadet biçimleri ve gelenekleri ile farklı bir kültür… Şanlıurfa, Mardin ve Batman köylerinde sayıları giderek azalan Anadolu Yezidileri…
İstanbul-Urfa güzergâhında uçmanın ilk kez tadına varıyorum. Uçak Harran Ovası’nın üzerinde aheste aheste dolanırken kendinizi yeryüzünde, ovayı ise gökyüzünde sanıyorsunuz. Her yerde ışık kümeleri. Gök kubbeden yere bakınca Samanyolu, Büyükayı ve Küçükayı takımyıldızları arasında mistik ve aşkın bir yolculuğa çıkmış gibi oluyorsunuz. Işıksız alanlar, evrendeki karadelikleri andırıyor. Zifiri karanlıkta aşağıdan göz kırpan ışıkları, Güneydoğulu gözüyle değerlendirirseniz, allı pullu taze gelinlerin boynundaki beşibiryerde denen altın gerdanlıklara benzetirsiniz.
‘İnsana sonsuzluk duygusu veren Harran Ovası’na en çok hangi mevsim, hangi renk yakışır’ diye düşündüm uzun uzun. Urfa-Viranşehir arasındaki 100 kilometrelik yolu minibüsle kat ederken, cevabını da buldum: Yaz mevsiminin boz bulanık rengi. Zira, ateşin ve güneşin yurdudur Harran. Hasat zamanıdır; arpalar biçilip hozan’a dönmüş tarlalar, güneşe selam durmuş buğdaylar biçeri bekliyor. Tek kıvılcım tüm hasadı küle çevirebilir. Su tankeri bağlanmış traktörler, aleste bekliyor. Aymaz bir yolcu veya şoförün rüzgâra bıraktığı izmarit tarlayı yangın yerine dönüştürebilir.
Bozkır uçsuz bucaksız. Kayalar bile mevsime uymuş; boz bulanık abideler gibi duruyor. Tepelere serpiştirilmiş birkaç bodur ağaç ve çalılık, pitoresk değil arabesk bir görüntü oluşturuyor. Ama yol kenarındaki bağ ve bostanlar, bozkırda daha bir yeşil duruyor ve hep gölgeliği çağrıştırıyor. Genelde yol kenarına dizilmiş köyler, bir çiftçinin tarlaya serptiği tohum misali kümelenmiş. Toprak damlarla, briket evlere siyah, beyaz ve gri renkler egemen. Kapı ve pencereleri yola bakar evlerin, hem güneşi hem de gelip geçeni selamlamaya hazır, bölge insanı gibi içten ve sade.
Salt evler değil, hemen her şey duaya durmuş gibiydi. Viranşehir’den Urfa’ya dönüş günbatımına denk düştüğünden, ufukta beliren birkaç bulut kümesi, teker teker güneşe ibadet edip kayboldu.
Burası Harran’dır beyim. Güneşin, ayın, yıldızların ilk kutsandığı mekân, ateş ve güneşin yurdu.
Ve insan, Mezopotamya’da başını kaldırdığında, bir daha ayırmadı gözlerini semadan. Odur budur semavata dair her şey kutsal sayıldı. İlk tohum toprağa düştüğünde Tanrılar yeryüzünden gökyüzüne çıktılar, hiç yere inmediler.
Yezidiler, ateşin ve güneşin çocuklarıdır beyim. Semavi dinlere çok şey katan Sabiilerin ortağı ve mirasçılarıydılar. Rivayet odur ki, 13. yüzyılda Moğolların bölgeyi kasıp kavuran istilaları sırasında, Harran Sabiileri Kuzey Irak’taki Sincar Dağları’na sığınıp Yezidilerle kaynaştılar. İmanlarına iman kattılar, geleneklerini emanet edip tarih sahnesinden çekildiler.
İslam Ansiklopedisi, Yezidilik hakkında şu bilgileri verir: Eski İran, Hint ve Asur inançlarının karışımından sentezlenmiş bir dindir. İnancın kökeni yeterince açık değildir. Paganizm (ay ve güneş tapıncı), Sabiilik (ruh göçü ve benzeri inanışlar), Şamanizm (rüya tabiri, dans ve defin ritüeli), Yahudilik (haram yiyecekler), Hıristiyanlık (vaftiz, nikâh, ekmek ve şarap ayini, nikâhta kilise dahil kutsal yerleri ziyaret, şarap içmek), Manilik (irfan), Zerdüştilik (iyi-kötü mücadelesi), İslam (sünnet, oruç, hac, kurban), Sufi Rafızilik (sır saklama ve sufi şeyhleri) gibi dinleri barındırır.
Tanım doğru ama eksik. Zira Sabiilik damgasını vurmuştur Yezidiliğe. Encyclopaedia Britannica bile yanlış yazmış; Yezidileri, ‘şeytan tapıcıları’ diye göstermiş. Müslümanlar da ‘şeytana tapanlar’ (abede-i İblis), ‘saçlı Kürtler, sekiz bıyıklılar’ diye tanımlamış. Bu da yanlış.
Biz, işin aslına bakalım: Yezidilik antik bir inanç olmakla birlikte, Şeyh Adiy bin Musafir ile başlar. Lübnan’ın ünlü Bekaa Vadisi’ndeki bir köyde 1075 yılında doğan Şeyh Adiy, Emevi hanedanı soyundan olup Bağdat’ta meşhur İslam âlimi İmam Gazali’den sufilik dersleri alır. Yanında Kadiri tarikatının Kürt kökenli kurucusu Abdülkadir Geylani de vardır. Hacca gitmiş, İkitad-ü Ehli Sünnet ve’l Cemaat isimli kitabında tasavvuf konularını işlemişti. Ömür boyu Sufilik hırkasını çıkarmayan Şeyh Adiy, Hakkâri’nin Kuzey Irak tarafındaki Sincar bölgesine yerleşmiş, Laleş Vadisi’nde 1162 yılında vefat etmişti. Kendisine Tanrı-insan, peygamber ve evliya gözüyle bakılır. Yeğeninin oğlu Hasan bin Adiy ise 1195 doğumlu. Yezidilik inancını Hakkâri ve Sincar bölgesindeki Kürt aşiretleri arasında yayan o oldu. Yaradılış öğretisini içeren Mushaf-ı Reş (Kara Kitap) ile Yezidilik ibadetlerini içeren Kitab-ül Cilve’nin (Tecelli Kitabı) Şeyh Hasan tarafından yazıldığı rivayet edilir.