Yazarın bu makalesi; süper zenginlerin tatillerini geçirmek için gittiği, Kübalı göçmenlerin yaşadığı ve Küba devrim karşıtlarının yoğun faaliyet gösterdiği Florida’nın Miami şehrinin, işgal edilmiş bir İspanyol toprağı olduğuna ve Birleşik Devletler’e ilişkin tarihsel bölümler (yazının orijinalinde 2-. ¿Qué es Estados Unidos y qué es Miami? arabaşlığıyla geçen bölüm) çıkarılarak çevrilmiştir. Bu şehir; işsizliğin, cehaletin, madde […]
Yazarın bu makalesi; süper zenginlerin tatillerini geçirmek için gittiği, Kübalı göçmenlerin yaşadığı ve Küba devrim karşıtlarının yoğun faaliyet gösterdiği Florida’nın Miami şehrinin, işgal edilmiş bir İspanyol toprağı olduğuna ve Birleşik Devletler’e ilişkin tarihsel bölümler (yazının orijinalinde 2-. ¿Qué es Estados Unidos y qué es Miami? arabaşlığıyla geçen bölüm) çıkarılarak çevrilmiştir.
Bu şehir; işsizliğin, cehaletin, madde bağımlılığının, açlığın, sömürünün ve Birleşik Devletler’in siyasi kokuşmuşluğunun en üst düzeyde bulunduğu şehirlerinden biridir.
1- “Amerikalı”, bu tuhaf kelime üzerine
Şu sahte rüya ve Miami mevzusuna girmeden önce bu konulara ilişkin birkaç şeye değineceğim. Bu temayı da daha önceleri yaptığım gibi asıl konudan uzaklaşarak ve her şeye değinerek tartışmak zorundayım.
Birleşik Devletler’i, yalnız “Amerika” diye adlandırmak ve yalnızca bu ülkenin vatandaşlarını “Amerikalılar” diye çağırmak bir aptallıktır. Bu doğru değildir. Çünkü “Amerika”, bütün olarak bir kıtanın ismidir. İlk kez, Americo Vespucio onuruna, Güney Amerika’nın Atlantik sahili böyle adlandırıldı ve bir buçuk yüzyıl sonra da bunu en son kullanan ülkeler, Birleşik Devletler ve Kanada oldu.
Şayet Fransa, bir kıtanın adını kullansaydı ve kendini Avrupa olarak adlandırsaydı, yalnız onun vatandaşlarına Avrupalılar denmiş olsaydı, Avrupalılar ne derdi? Napolyon, bütün Avrupa’nın sahibi olduğu zaman bile bunu yapmaya cesaret edemedi. Yalnızca Birleşik Devletler’in vatandaşlarını “Amerikalılar” olarak adlandırılması bir hakarettir. Bütün Amerikalılar veya bu kıtada doğmuş olan herkes bunu reddetmek zorundadır.
(…)
2- Bu Miami ne kadarrrrr başarılı…
Şimdi, yalnızca çeşitli makalelerin tekrarından başka bir şey olmayan, Miami’nin “Amerikan” rüyası üzerine biraz bilgi vereceğim.
Uzun zamandan beri “Küba yoksulaşırken”, Miami’deki Kübalıların aynı yıllarda büyük başarılar elde ettikleri söylenir. Miami’nin gazeteleri de, bu efsaneyi beslemek için neredeyse her gün Havana’nın en kötü bölgelerinden fotoğraflar yayınlarlar. En az 500 yaşında bir şehir, buradaki binaların birçoğu 17. ve 18. hatta 16. yüzyılda yapılmışlardır. Daima yayınlanan, kirli ve sorunlu sokakların veya yarı yıkılmış aynı binaların aynı fotoğraflarıdır. Hiçbir zaman diğer bölgelerin fotoğraflarından bir şey yoktur; ne başkentin semtlerinden ne “La Rampa”dan, ne “Devrim Meydanından” (La Plaza de la Revolución) ne de “Miramar”dan bir şey vardır. Sadece ünlü harap binaların fotoğrafları yayınlanır. Üniversitelere girip çıkan binlerce öğrencinin ve bu öğrencilerin binlerce fotoğraflarından asla yayınlamazlar. Ne öncü çocukların fotoğraflarından ne de uzak yerlerdeki yoksul hastalara bakmak için ülkelerinden çıkan kahraman doktorların fotoğraflarından ne de kitle örgütlerinin yaptığı toplantıların fotoğraflarından… Örneğin “Santiago de Cuba” şehrinin fotoğraflarından. Otuz yıldan beri ne “Santiago de Cuba” şehrine, ne La Gran Piedra, Viñales, Soroa, Siboney, Varadero, Zoológico, Mariel, Escambray’a ne de Lenin Parkına ait bir fotoğraf. Ah, hala bunlar ayakta mı? Ama burada, Küba’nın yıkıldığını ve politik sisteminin başarısız olduğunu söylüyorlar, doğru mu bu?
İlk önce, Sokrates diyalog yöntemine (la mayéutica de Sócrates) başvurmaksızın sormak gerekir: Başarısızlık ve başarı nedir? İnsan için öncelik ne olmalı: harici değerler yani şeyler mi (maddeler; ç-n) veya iç değerler mi, yani ideolojiler ya da ruh ve kişi bilinci olarak da adlandırabilecek şeyler mi?
Birçokları, ilk başarı yerine “Amerikan rüyasını”, kendi evine sahip olmayı koyarlar. Yani onlar için tuğlaların dünyası, ideolojiler dünyasından daha değerlidir. Çünkü sahip oldukları tek ideal, özellikle de tuğlaları satın alma idealidir.
Diğerleri için öncelikli olan yalnız şeylerdir; (maddeleri) -modern edebiyatın “şeyciklerine” benzeyen- ve bunlar sadece şey’leri düşünürler. Elbette yemeğe, bir otomobile, güvenli bir işe, tıbbi bakıma, çocukları için iyi bir eğitime sahip olmayı.
Ötekiler için bu “Amerikan rüyası” ikinci önceliktir. Onların önceliği örneğin: Sefilleri (Victor Hugo; çn) okumak, topluluklara evler ve apartmanlar inşa etmek için bir tugaylar oluşturmak, bilmeyenlere okuma-yazma öğretmek, başka bir dil ya da siyasi bir doktrin öğrenmek -ne olursa olsun- bir ağaç dikmek, atmosferi kirletmemek ve her zaman anti İsa’cı olan kiliselerin değil İsa’nın talimatlarını öğrenmek ve diğer aptallıklardır.
Şimdi içlerinden seçtiklerimizi görelim.
Bir ev sahibi olmak
Birleşik Devletler’de, özelliklede Florida’da, bu büyük krizin başlangıcından itibaren milyonlarca kişi evlerini kaybettiler. Bunlar, evlerinin tek sahibinin kendileri olduklarına inanıyorlardı. Oysa onlar en fazla bir duvarın yarısına, çatının bir parçasına, pencere boşluklarına ve banyo aparatlarına sahip oluyorlardı. Geri kalanı bankanındı. Fakat aylık taksitler ödenemeyince iki duvarı ve çatının bir parçasını, lavaboyu, banyo küvetini, çerçeveleri ile birlikte pencereleri, kısacası hepsini birden kaybettiler.
Yine de insanların büyük bir çoğunluğu evlerinin taksitlerini ödemeyi sürdürdüler. Peki, evlerini koruyabildiler mi? Gayrimenkul vergilerinin aşırı artışına, ev sahibinin evin borcunu bankaya ödemesine veya peşin vermesine rağmen ev, asla ve gerçekten kişilerin olmaz. Çünkü on, on iki, on beş, yirmi bin dolar ve daha fazlasını bulan yıllık vergileri ödemek zorundadırlar. Hatta mütevazı evlerin bile -ben, sefil kümeslere benzeyen evlerden bahsetmiyorum, bunlardan burada çok var- vergisi, aylık birkaç bin doları bulur ki bu değerle, aşağı yukarı, benzer bir evin kirası da ödenir.
Eğer vergileri ödemek için parası yoksa ev ipotek edilir. Evin mülkiyeti yeniden ve kısmen bankanın eline geçer. Mülkiyet bittiği andan itibaren de borçların kölesi olunur… Bu işini kaybetmediği farz edilen bir olay içindi. Eğer işini kaybettiyse zaten başka bir şeye de sahip olamaz. Ev haricinde ayrıca karısını, çocuklarını da kaybeder ve bu ülkede, aynı yüz binlerce kişinin yaşadığı gibi köprü altlarında yaşamak zorunda kalır. Bu kişilerin birkaç yıl öncesine kadar evleri, arabaları ve bir aileleri vardı veya en azından onlar bir aileleri olduğuna inanıyorlardı.
Peki, bütün bu vergilerin parası nereye gidiyor? İhtiyacı olanlara yardım mı ediyorlar? Elbette ki hayır, bu vergiler; bitmez tükenmez çeşitli savaşlara, büyük sömürücüleri finansal olarak kurtarmaya, az bir kısmında sömürüyü sürdürebilmeleri için ihtiyacı olanlara gidiyor.
Araba
Evet, tabii ki burada Küba’dan ve birçok ülkeden daha fazla otomobil edinebilme durumu var. Satın alacak parası olan ve her geçen gün daha fazla artan çok pahalı sigortayı her ay ödeyebilen kişi araba sahibi olabilir. Araba tamircileri, özelliklede Miami’dekiler, dünyanın en büyük haydutlarıdırlar. Çünkü arabanın bir tarafını tamir ederken başka bir parçasını hesabı şişirmek için bozarlar. Doktorlar da, “el Medicare y el Medicaid” şirketlerini dolandırmak için iyi sigortaya sahip hastalar üzerinde aynı şekilde çalışırlar ve onları öldürerek bitirirler. İnanın bana, bunu çok yakından biliyorum.
Miami, Birleşik Devletlerin, belki de dünyanın en tehlikeli şoförlerine ve trafiğine sahip bir şehirdir. The New York Times ve bu ülkenin en önemli başka gazetelerinin yayınlarına göre burada, bir arabaya sah
ip olanın zaten problemi ekonomik değildir tersine yaşamla oyun oynama sorunu vardır. Tıpkı, savaşa gitmek isteyen birinin, savaş ortamı dışında, bir savaşın ortasında olması gibi bir sorunu.
Eğitim
Miami’de, Atilla’nın atına binerek bir tur atmaya geldiğini görmek, bir kişiyi kitap okurken görmekten daha kolaydır
Çocuklar için eğitim mi? Ha! Bu ülkede, özellikle de Florida’nın güneyinde, eğitimin ‘kalitesini’ görmek için orta öğretimi veya liseyi bitiren herhangi bir çocuk ile konuşmalısınız. Elbette istisnaları var. Bu istisna çocukların aileleri, onları kültürü sevmeleri için etkiliyorlar, ansiklopedileri ve iyi kitapları okumaları için zorluyorlar. Ama bunların oranı yüzde 5’i bile bulmuyor. Yüzde 95’lik kesim içinden lise mevzunu olan birine sorun. Örneğin: In what continent of the world is Greece? (Yunanistan dünyanın hangi kıtasında bulunur?) -ve genç, çok büyük olasılıkla soruyu size çevirir: “Kıta mı? Yunanistan mı? Whata bulunuyor is that?; –Kıta mı? Yunanistan mı? Eh, bu hangi cehennem? (What in the hell is that?)” der.
Okuma yazma bilmeyenler üzerine araştırma yapan “United States Iliterate Digest”e göre, Birleşik Devletler’de okuma yazma bilmeyenler oranın en yüksek olduğu şehir Miami’dir. Ancak, İngilizce okuma yazma bilmeyenlerden bahsedildiğini akılda tutmak gerekir. Burada, halkın büyük kısmı Latin Amerika ülkeleri doğumludur. Ama bu bize, Miami’de pek çok insanın yaşadığı ülkenin dilini öğrenmeye, çok az ilgi gösterdiklerinin ölçüsünü verir. Özellikle kıtanın en yoksul ülkelerinin ücra bölgelerinden gelen kişiler, İspanyolca okuma yazma bile bilmiyorlar. Ne olursa olsun, kendi dilinde okuma yazma bilen bir kişinin, yaşadığı ülkenin dilini öğrenmeyi reddetmesi için bir aptal olması gerekir ve bu, Miami’nin çok düşük kültür seviyesinin bir parçasıdır. Bir kez söyledim ve şimdi de tekrar ediyorum, Miami de, Atilla’nın atına binerek bir tur atmaya geldiğini görmek, bir kişiyi kitap okurken görmekten daha kolaydır.
“Iliterate Digest” okuma yazma bilmeyenlerin oranının Miami de yüzde 63; Los Angeles’in doğusunda yüzde 57; San Luis’in doğusunda yüzde 56; Compton, California’da yüzde 55 ve Newark, New Jersey’de yüz 52 olduğunu açıkladı. Ayrıca burada kitle iletişim araçları Miami’den sanki Kuzey Amerika’nın Atina’sıymış gibi bahsediyorlar. Zaten, bu günlük olayları yazanların birçoğu da Yunanistan’ın hangi kıtada bulunduğunu bilmiyorlar çünkü ne Küba, Nikaragua, Venezüella ne de buraya gelenlerin ülkelerinde eğitim almış durumdalar.
İş
Birleşik Devletler’de, 160 milyon işçinin yalnızca 17 milyonu sendikalı
Miami ve Florida, Birleşik Devletler’in en yüksek işsizlik oranına sahip yerlerindendir. İşsizlik oranı Miami’de yüzde 13, Florida’da yüzde 11’dir. Bu şehirdeki ücretler, ortalama olarak, ülkenin en düşük ücretleridir. Bütün dünyada, işçilerin büyük çoğunluğu bir sendikaya bağlıdır. Birleşik Devletler’de, bugün için 160 milyon işçi bulunuyor ama yalnızca 15 milyon işçi AFL-CIO (American Federation of Labour – Congress of Industrials Organisations; ç.n.) sendikalarına kayıtlı ve 2 milyon işçi de diğer sendikalara bağlı, yani 17 milyon sendikalı işçi var. Bu da bütün ülkedeki işçilerin yüzde 10,6’sına tekabül eder. Bir başka deyişle, tüm ülkenin iş gücünün yüzde 89,4’ü yani yaklaşık 143 milyon işçi, sendikalar tarafından korunmuyor. Belki de dünyada, bir işverenin, bir işçiyi herhangi bir neden göstermeksizin işten atabildiği tek ülke budur ve bu genellikle aynı işyerinde 10, 15, 20 ve daha fazla yıl çalışmış işçilere uygulanır. Yine, belki de dünyanın en geri işçi haklarına sahip ülkesi Birleşik Devletler’dir. Güney Florida ise ülkenin geri kalanından daha da kötü haklar sunan bir yerdir.
Yiyecek
Biri, rafları tam olarak donatılmış şu süpermarketlere gittiği zaman yalnız aşırı fiyat artışlarına direnebilen ürünlere ulaşabilir. Çoğu kez buralarda, baston, yardımcı aletler veya tekerlekli sandalye ile çok yavaş yürüyen birkaç yaşlı bulunur. Bu insanlar kedi ve köpekler… için konserve yiyecek satın alırlar ama ne kedileri ne de köpekleri vardır. Miami, Birleşik Devletler’de en yüksek aç insanlar oranına sahip bir yer; ama okuyucunun zamanını ve sabrını kötüye kullanmak istemiyorum. Bu konuyu tartışmayı, gelecek makale “Miami ve ‘Amerikan’ rüyası II”ye bırakacağım, iki hafta içinde, 13 Ağustos’ta çıkacak. Bu makalede uyuşturucular, suç, kimsesizler, hastane hizmetleri ve tıbbi bakım eksikliği, polis istismarı, kokuşmuş siyaset ve Miami’nin diğer zaferleri üzerinde duracağım.
30 Temmuz 2009
*Carlos Rivero Collado: 1939 yılında Havana’da doğdu. Miami’de yaşıyor. Kolombiya Siyaset Bilimi Üniversitesi’nde okudu. Birkaç yıl New York’ta öğretim görevlisi olarak çalıştı. Küba devriminin zaferinden sonra ülkeyi terk etti -O zamanlar babası Küba’nın seçilen cumhurbaşkanıydı ve iki ay sonra yerini Batista’ya terk etmişti. 1961 Nisan’ında Domuzlar Körfezi Çıkarması’nda devrime karşı savaştı, birkaç yıl sonra 180 derece dönüş yaparak, devrime katıldı ve Küba’ya döndü. 40 yıldır, Yanki emperyalizmine karşı radikal bir şekilde mücadele veriyor. Birçok dile çevrilmiş kitapları var. Çeşitli gazete ve dergilere yazdı.
[Kaosenlared’deki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından Latinbilgi (Sendika.Org) için çevrilmiştir]