Kürt açılımı yerinde sayarak “ilerliyor”. AKP kurmaylarının tarihi fırsat olarak adlandırdığı koşulların ana unsurunu ABD’nin Irak’tan çekilme planı oluştururken, TSK ile AKP’nin uyumu ve Irak Kürdistanı’ndaki seçimlere PKK’nin desteklediği partinin sokulmamasına da neden olan bölgesel Kürt Yönetimi’yle sağlanan mutabakat diğer unsurları oluşturuyor. Bu da, ‘açılımın’ esas olarak PKK’yi tasfiye veya Kürt hareketinin etkisizleştirme operasyonu olarak […]
Kürt açılımı yerinde sayarak “ilerliyor”. AKP kurmaylarının tarihi fırsat olarak adlandırdığı koşulların ana unsurunu ABD’nin Irak’tan çekilme planı oluştururken, TSK ile AKP’nin uyumu ve Irak Kürdistanı’ndaki seçimlere PKK’nin desteklediği partinin sokulmamasına da neden olan bölgesel Kürt Yönetimi’yle sağlanan mutabakat diğer unsurları oluşturuyor. Bu da, ‘açılımın’ esas olarak PKK’yi tasfiye veya Kürt hareketinin etkisizleştirme operasyonu olarak kurgulandığını gösteriyor.
Tüm bunların ötesinde, “Kürt Açılımını” dayatan faktör, Türkiye’nin demokratikleşme niyeti değil, 25 yıllık silahlı Kürt hareketidir. 25 yıllık savaşın sona erdirilmesi zorunluluğu Kürt açılımının asıl zorlayıcı nedeni iken, bu savaşın sürdürücüsü olan Kürt siyasal hareketinin dağıtılıp tasfiye edilmesini merkeze alan, Kürt halkının hak ve özgürlüklerini tali (hatta hükümsüz) gören anlayış savaşın sona erdirilmesini zorlaştırıyor. Yani ‘Kürt Sorunu diye bir şey yok, terör sorunu var’ anlayışının yenilenmiş bir tezahürü olan bu yaklaşım, defalarca tekrarlanan döngülere neden oluyor. Bu sürecin de er ya da geç tekrarlanmaması için bir güvence yok.
Kürt Hareketi’nin, temel taleplerini anlamsızlaştıran “çözüm” önerilerine dayanarak silah bırakması zor görünüyor. Diğer yandan AKP’nin Kürt Hareketi’ni yasal alanda da etkisizleştirerek Kürt oylarına sahip olma hevesinin, durumu daha da zora sokacağı görülüyor. Bu çelişkiler ve çatışma eksenleri “Kürt açılımı”nın sınırlarını belirlemeye devam edecek. Bugün egemen siyaset merkezlerinin inisiyatifi ele almış olmaları, emek hareketinin ve solun tamamen devre dışı bırakılmış olması, Kürtlerin temel yurttaşlık haklarının tanınmasını zorlaştıran bir durum ortaya çıkarıyor. Ancak emek hareketinin, emek alanında ve Kürt sorununda inisiyatifi ele alması ile Kürt halkının temel yurttaşlık haklarının kazanılabileceği önümüzdeki süreçte daha berrak biçimde görülecektir.
AKP, kendisini iktidara getiren şeyin, (ekonomik kriz) iktidardan götüren de olmaması için taktikler üretmeye çalışıyor. Ekonomik krizin yarattığı yıkımın büyük siyasal krizlere dönüşmemesi adına (eski bir Özal taktiği olarak) kendisinin başarılı olabileceği ya da daha az zarar göreceği konularda siyasal krizler yaratıyor. Bunların başlıcaları Ergenekon Operasyonu’yla eski ve rakip iktidar odaklarını tasfiye atakları, çarşafa dolandığı Ermeni açılımı ve Alevi açılımı olarak sıralanabilir. Kürt açılımı ise siyasal kriz ekseni değiştirme açısından en etkili adımı oldu. AKP’nin küçümsenmeyecek çapta bir siyasi krizi göze alarak ülkenin en uzun süreli, acil meselesi olan Kürt sorununda “açılıma” gitmesi aynı zamanda asıl siyasal sıkışıklığını aşma ihtiyacının da bir gereğiydi. Oy kaybı durdurulmalı, liberallerin desteği yeniden kazanılmalı, yaklaşan seçimlerde Kürt oylarının büyük dilimi garanti edilmeli, bütçe açığını azaltacak kaynaklar yaratılmalı, destekler bulunmalı. Düzen içi muhalefetin bu alanlardaki politikasızlıklarına AKP’nin uluslararası sermayenin gözde partisi olmasının da sağladığı avantajlar eklenince düzen içi siyaset alanında AKP, olası tıkanmaları aşabiliyor. (AKP’nin neoliberal programının desteklenmesi amacıyla karanlık yöntemlerle ülkeye sokulduğu anlaşılan 18.5 milyar dolarlık kaynak gibi başkaca ‘iş’lerin çevrilmiş olması yüksek bir olasılıktır)
AKP bir yandan da önümüzdeki dönem siyasetinin ancak çekirdek kadrolarınca sürdürebilecek ölçüde sertleşeceğini düşünerek çeşitli adımlar atıyor. M. Ali Şahin gibi Erdoğan’ın İHL’den arkadaşı ve Milli Görüş’ün kıdemli bir neferinin, Köksal Toptan gibi ‘düzen içi uzlaşma’ anlamı taşıyan birinin yerine tercih edilerek TBMM Başkanlığı’na getirilmesi, AKP’nin bu yöneliminin en çarpıcı örneği oldu. HSYK ve sonrasında YAŞ sonuçlarına bakıldığında epey zamandır rakiplerini adım adım geriletmeyi başaran AKP’nin duraklama devrine girdiği de görülüyor. Ancak bu AKP’nin eski muktedirlerle kapışmaya son vereceği, uzlaşmaya gideceği anlamına gelmemektedir.
HSYK üzerindeki tartışma, bir yandan iktidar çatışmasının durmadığını bir yandan da çatışan güçlerin ortak noktalarını gösterdi. Abdullah Gül’ün atadığı, Cemil Çiçek ve Bülent Arınç’ın madalya taktığı Ali Suat Ertosun (nam-ı değer F tipi ölümlerin yöneticisi) HSYK tartışmalarında kilit isim oldu. Belli ki kendisini kilit noktaya getiren sürece dair AKP ile arasında bir sıkıntı yok. Örneğin, Ergenekoncuların tansiyonu dahi topluma izlettirilirken cezaevlerinde Güler Zere gibi, Erol Zavar gibi 20’yi aşkın devrimci, ölümcül hastalıklarına rağmen görmezden geliniyor. Dışarıda tedavi olabilmeleri veya son günlerini dışarıda geçirebilmeleri için ne yargı ne Cumhurbaşkanı kılını kıpırdatıyor.
Neoliberalizm yıkıyor
Krizin yarattığı yoksullaşma yaza rağmen etkilerini arttırarak sürdürüyor. Neoliberal kapitalizmin, yaşamı hiçe sayan azdırılmış kâr hırsının ortaya çıkardığı sonuçlar, Şavşat ve Giresun felaketlerinde görüldüğü gibi mecazi anlamını da aşarak kelimenin gerçek anlamıyla ‘yıkıma’ dönüşüyor. Neoliberal dönemde emeğin, çevrenin, toprağın, suyun, yeraltı ve yerüstü zenginliklerin talanına yönelik sermaye yatırımları ortalığı kavurmaya başladı. Dereler kentleri basıyor, maden şirketleri mahkeme kararlarına rağmen çevreyi yok ediyor, suları toprakları zehirliyor, ilaç şirketleri hastaları soyuyor, eğitim sistemi sermayeye açılarak piyasalaştıkça çöküyor, Fiskobirlik Şekerbank’a fındık üreticilerini haczettiriyor, çay ve fındık başta olmak üzere devlet çiftçilere olan eski borçlarını ödemediği gibi bu yılın ürününe de para ödemeyeceğini şimdiden açıklayarak köylüyü spekülatörlerin kucağına atıyor. Tüm bu yaşananların çarpıcı özelliğini ise, halkın sermayedarlarca soyulmasının doğrudan devlet eliyle olanaklı hale getirilmesi ve soygunun güvenliğinin devletçe sağlanması oluşturuyor.
AKP, krizin yükünü halka yüklemekten başka ‘çare’ üretebilmiş değil ve üretme derdinde olduğunun işaretleri de yok. Finansal piyasalar sallanırken bankalar, batıyoruz diyerek daha 4 ay önce işçi kıyımına giden Ford gibi tekeller ciddi kar artışları sağlıyorlar. Yani, sermaye bastırıyor ve istediklerini alıyor. “Serbest piyasa”da dahi tüketim düşüklüğünün bir sonucu olarak zam yapılamazken hükümet zorunlu tüketim maddeleri üzerindeki vergileri arttırıp, su, elektrik, toplu ulaşım gibi kamu hizmetlerine zam yaparak süreci götürmeye çalışıyor. Yeni açılacak paketten ciddi ÖTV artışları, sağlıkta katkı paylarının arttırılması ve ilaç katkı paylarının yüzde elli arttırılması gibi halk düşmanı başlıkların olduğu şimdiden sızdı. İzmir Kent AŞ işçilerine polis saldırısı ise işsizlik terörüne karşı işlerine sahip çıkmaya çalışanları bir de polis terörünün beklediğini gösteriyor. Devletten alacakları alamayan ve düşük fiyat açıklamaları ile köşeye sıkıştırılan çiftçiler, yeni tefecilik sistemi olan borsacılara altın tepside sunulmaktadır.
Ne düzen içi siyasetin ne de yeni düzen içi siyasal aktör yaratma derdindeki sol girişimlerin bu yıkım tablosunu AKP’nin yıkımına çevirme ufukları var. Her şeye rağmen “bu havalarda dövüşenler de var”: Eskişehir’de köylüler buğday borsasında borsacı tokatlıyor; Giresun’da fındık borsasına karşı köylünün söz ve karar sahibi olacağı fındık meclislerinin kurulması için köy köy dolaşılıyor, haczedilen fındık üreti
cilerinin derdine derman olmak için standlar kuruluyor; Gebze’de kentsel dönüşüme karşı 40 derecede miting yapılıyor ve bu mitinge “muzaffer” Dikmen halkı ta Ankara’dan kalkıp desteğe geliyor; Kocaeli Arızlı’da barınma hakları için depremzedeler ayağa kalkıyor; Bahçelievler’de Carefour’a arsasının peşkeş çekilmesi yetmiyormuş gibi binaları da kullanılamaz hale getirilen fizik tedavi merkezi hastaları durumu protesto için Carrefour’un açılışında yol kesiyor; işten çıkarmalara karşı Kent AŞ işçileri haftalardır direniyor; üniversite öğrencileri harçlara karşı toplantı basıyor, Başbakan’ı Kızılay’da köşeye sıkıştırıyor ve halkın desteğini alıyor, Güler Zere’nin yaşaması için binler sokağa çıkıyor… sayabileceğimiz daha çok şey var: Şavşat halkına felaket yaşattıktan sonra yaraları sarmak yerine Deniz Fenercileri yollayanların ve yüzyılın yolsuzluk hareketinin kovulması, yüksek yerlerden koruma gören tacizci H. Üzmez’in kadınlarımızın ısrarlı mücadeleleri sonucunda içeri tıktırılması halkın da takdirle izlediği çabalar.
Muhalefete tatil yok. Tatil bu sene kısa süreceğe benziyor. Öfke birikiyor. Her alanda ve her tarafta Ankara’da Başbakan’ın yemeğini boğazına tıkayan Kolektifçi öğrencileri örnek alacağız: Yakaladığımızı haklayacağız!
Sol muhalefet ise dağınık ve merkezsiz. Rotasını liberalizm ve ulusalcılıktan bağımsız belirleme yetisinde/derdinde olan solun, yoksul emekçi sınıfların tepkilerini karşılayacak, seçim hesaplarına değil halka dayanan, halkın hak hareketlerine dayanan bir güç merkezi üretmesi gerekiyor…