Yazın verdiği rehavet ile gündem girdaplarından uzak durmaya çalışmanın gayreti birleşince, insan, okuduğu az sayıda haberde daha fazla “algıda seçici oluyor”. Bu seçkiye takılanları, özellikle örgütlendiği işkolunda ve bölgede ağırlıkla alt işverenlik / taşeronluk ilişkisi kurulan sendikalar için -derinlikten vazgeçmek pahasına- hızlıca derleyelim: 1. 29 Temmuz 2009 tarihli Dünya gazetesinden bir haber: “İşçi ve İşveren […]
Yazın verdiği rehavet ile gündem girdaplarından uzak durmaya çalışmanın gayreti birleşince, insan, okuduğu az sayıda haberde daha fazla “algıda seçici oluyor”. Bu seçkiye takılanları, özellikle örgütlendiği işkolunda ve bölgede ağırlıkla alt işverenlik / taşeronluk ilişkisi kurulan sendikalar için -derinlikten vazgeçmek pahasına- hızlıca derleyelim:
1. 29 Temmuz 2009 tarihli Dünya gazetesinden bir haber: “İşçi ve İşveren Örgütlerinin Katıldığı Üçlü Danışma Kurulu toplandı”(1) . Toplantı öncesinde basın önünde Yeni Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, mevcut sendikal yasaların darbe döneminin, otoriter ve buyurgan bir devletin ürünü olduğunu esefle tespit ediyor. Darbeci zihniyeti eleştiriyor. “Sendikal örgütlenmeyi, grev ve lokavt hakkına ulaşmayı olabildiğince zora sokan, evrensel ilkelerin önüne mevzuat engeli koyan anlayış, Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakerelerini yürüten ülkemize ayak bağı olmaya devam edemez” diyor. Bir tek bunlar olsa, bu haber algıda seçici ağlara takılmayacak. Bakan Dinçer, toplantıda “özel istihdam bürolarının profesyonel olarak geçici işçilik kurabilmesi” ve “Alt işverenlik Yönetmeliğinin değerlendirmesi” gibi konuların ele alınacağını ekliyor. “Gibi” gibi doğallaştırıcı bir edat ile sıralanan “-Yeni- Alt işverenlik Yönetmeliği çıkalı daha bir sene olmadı, “hayırdır” diye düşünüyoruz (!Az sonra, aşağıda, bizden ayrılmayın!”)
2. Geriye dönük ufak bir taramada, bu toplantıdan yaklaşık on gün önce Evrensel gazetesinin Hak-İş Konfederasyonu Başkanı Salim Uslu’nun (ki kendisi konfederasyonu adına Üçlü Danışma Kurulu’na katılmış olmalı) açıklamalarına, isabetli bir biçimde yer verdiğini görüyoruz. Salim Uslu, “Çalışma Bakanlığı’nın Alt İşveren Yönetmeliği’nde değişikliğe hazırlandığını” açıklayıverirken, böylelikle bu sözlere basında (bulabildiğimiz tek) kayıt düşülmüş oluyor. Tek olduğu için bu haberi birebir vermeye değer:
“HAK-İŞ Genel Başkanı Salim Uslu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın “Alt İşverenlik Yönetmeliği”nde değişikliğe hazırlandığını bildirdi. Uslu, “Çalışma hayatının esasını oluşturan konularda bu tür emrivakilerle karşı karşıya bırakılmayı doğru bulmuyoruz” dedi. Uslu, konuya ilişkin olarak şu değerlendirmelerde bulundu: “Sosyal tarafların itirazlarını dikkate almadan bir gece yarısı düzenlemesi ile yasalaştırılmak istenilen özel istihdam bürolarına ödünç işçilik yetkisi veren tasarının Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesinin ardından Çalışma Bakanlığı’nın şimdi de Alt İşverenlik Yönetmeliğini yürürlükten kaldıracak yeni bir yönetmelik taslağını gündeme getirmesi, çalışma hayatında yeni bir kriz hazırlamaktadır. Daha önce Üçlü Danışma Kurulu toplantılarında gündeme getirilen, üç işçi konfederasyonunun karşı çıktığı Alt İşverenlik Yönetmeliğini yürürlükten kaldıracak yeni bir yönetmelik taslağı hazırlanması, ödünç işçilik konusundaki emrivakiyi anımsatmıştır. Yürürlükten kaldırılmak istenilen yönetmelik 27 Eylül 2008 tarihinde yürürlüğe girmiş ve üzerinden henüz 10 aylık bir süre geçmiştir. Buna rağmen, uygulamada esaslı bir değişiklik yapılmak istenilmesini anlamak mümkün değildir. Zaten çeşitli işveren kuruluşlarınca bu yönetmeliğin iptaline ilişkin olarak Danıştay’a açılan idari davalar da bulunmaktadır. Söz konusu davalarda yargı mercilerince yürütmenin durdurulması talepleri reddedilmiştir. Kaldı ki yeni yönetmelik taslağı ile mevcut yönetmeliğin müfettişlere yol gösteren ve oluşmuş problemlerin asgariye indirilmesi için alınmış inceleme olanaklarının ortadan kaldırılmak istendiği görülmektedir. Bu düzenleme çalışma hayatında taşeronluk konusunda yaşanan sıkıntılarda tekrar en başa dönülmesine neden olacaktır.”(ANKA)“(2) ..
3. Belli ki bir önceki Üçlü Danışma Kurulu’nda, “özel istihdam bürolarının geçici işçileri profesyonel olarak, yani kar amaçlı istihdam edip, kiralanmasına cevaz veren kanun değişikliği” ile beraber, Yeni Alt işverenlik Yönetmeliği de konuşulmuş. DİSK’in basın açılamasından, bir önceki Üçlü Danışma Kurulu’nun 24 Haziran 2009’da yapıldığını ve bu toplantının ana konusunun, tahmin ettiğimiz gibi “özel istihdam büroları konusundaki hükümlerin değişmesine tüm konfederasyonlarca verilen tepki” olduğunu görüyoruz(3) . Bu toplantıdan bir gün üç saat sonra (sabaha karşı 3.00’da), çalışma hayatını ilgilendiren bilumum kanunda değişiklik yapılmasına dair, iki AKP milletvekili tarafından verilen 5920 sayılı kanun teklifi kabul edilmiş. Akabinde ise, Cumhurbaşkanı tarafından veto edilip, şimdilik paket halinde askıya alınmış. Bunu, üç konfederasyonun ortak imzalı ve müjdeli, 7 Ağustos 2009 tarihli açıklamasından öğreniyoruz(4) . İş Kanunu’nun Ödünç İşçilik maddesindeki, Özel İstihdam Büroları tarafından kar amaçlı alınıp-satılmaya izin veren değişiklik, aynı 2003 İş Kanunu tasarısı tartışmalarında olduğu gibi, bir kere daha askıya alınmış, şimdilik ertelenmiştir.
4. Fakat 24 Haziran’dan bugüne, daha on aylık bile olmayan, İş Kanunu’nun Alt İşverenlik ilişkisini açıkça işçi lehine kuruşlandıran, ayrıntılandıran, tüm eksiklerine rağmen kurumlandıran, Tuzla’daki seri ölümlü iş kazaları sürecinin sonunda çıkarılmış olan, Yeni Alt İşverenlik Yönetmeliği’nde yapılması öngörülen değişikliklerin ne olduğuna dair, iş işten geçmeden, atı alan Çankaya’yı geçmeden, sendikalar cephesinin bir bilgilenme ve bilgilendirme faaliyetinin var olup olmadığından henüz haberdar değiliz. Yeni Alt İşverenlik Yönetmeliği çıkar çıkmaz, Avukat Şivan Kaya tarafından kaleme alınan, belki de çok teknik olduğu düşünüldüğü için gözden kaçtığını sandığım bir yazı gene bu sitede yayınlanmıştı(5) . Avukat Kaya, bu yazısında, Yeni Yönetmeliğin alt işverenlik ilişkisi kurulurken bir hileli/muvazaalı durum oluşması halinde, takip mekanizması ve kurumlarının belirlenmesinin olumlu olduğunu ifade etmekle beraber, mevcut adli yapı içerisinde, davalar çözüme ulaşıncaya kadar, hakların zaman aşımına uğrama tehlikesini eleştiriyordu. Eminim ki bu Yeni Alt işverenlik Yönetmeliği’ne, meslekten İş Hukukçusu olan ve bu tarz davaların takibini yapan arkadaşların, pratiklerinden gelen daha nice ve yerinde eleştirileri olacaktır. Fakat ben bu aşamada, Tuzla kazaları akabinde çıkarılan bu Yeni Yönetmeliğin emek mücadeleleri açısından potansiyeline işaret etmek için, bu hukukçunun sendikalara hitaben kaleme aldığı paragrafı öne çıkarmak istiyorum:
“…Bu noktada alt işveren işçilerinin ve özellikle sendikaların söz konusu alt işveren sözleşmelerinden haberdar olmalarını takiben, bölge müdürlüklerine müracaatta bulunarak, ilgili işyerinde yapılan alt işverenlik uygulaması ile ilgili muvazaa incelemesinin yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise sonucu hakkında bilgi edinme talebinde bulunmaları gerek işverenleri gerek bölge müdürlüklerini baskı altında tutabilecektir. Bu halde bölge müdürlüklerine işverenlerce her hangi bir bildirim yapılmadı ise bölge müdürlüğü işverenden alt işveren sözleşmesini talep edecek ve muvazaa incelemesini başlatabilecektir. Bu nedenle sendikaların söz konusu uygulamanın birebir takipçisi olması, bölge müdürlüklerini dilekçeleri ile sürekli baskı altında tutması halinde yönetmelik alt işveren işçileri lehine sonuç doğurabilecektir… “
Acaba bu Yönetmelik, apar topar yürürlükten kaldırılmadan, veya emek açısında tamamen içi
boşaltılmadan önce, sendikalar ve taşeronluk çalıştırma formuna maruz kalan diğer emekçi örgütleri tarafından bu özelliği ile yeterince değerlendirildi mi?
5. Son olarak, esnek çalışma formlarının birbirinin yerine geçici ve tamamlayıcı olduğunu da dikkate almak gerekiyor. Fiiliyatta ekseriyetle muvazaalı (hileli) işletilen alt işverenlik (taşeronluk) formu ile kar amaçlı özel istihdam büroları tarafından işletilecek olan geçici işçilik formunun birbirine benzer işlevleri (tabii ki işveren açısından) taşıma ihtimali hakkında ciddi ve pratikteki uygulamalara yoğunlaşan çalışmalar yapmak gerekiyor. Daha 4387 Sayılı İş Kanunu yürürlüğe girmeden önce, 2002’de İş Başmüfettişi ve Sosyal Çalışmacı Doğan Keskin’in uyarılarına tekrar kulak vermek gerekiyor(6) :
“İstihdamda esnekliğe geniş olanak sağlaması, ödünç işçi alan işveren açısından bazı yasal yükümlülüklerle karşı karşıya kalınmaması gibi avantajları nedeniyle, gelir getirici mesleki faaliyet olarak ödünç işçi verme uygulaması, bu anlamda tercih edilen alt işverenlik kurumundan daha çok tercih edilir hale gelebilecektir… Üstelik, asıl işveren alt işveren ilişkisinde muvazaanın varlığının saptanması halinde, alt işveren işçisinin asıl işveren işçisi olduğuna karar verilebileceği tasarıda açık olarak vurgulandığı halde, ödünç işçi verme ve alma bağlamındaki ilişkinin muvazaalı olarak kurulmuş olabileceği açısından bir öngörüye rastlanmamaktadır.”
Bu iki “esnek çalışma / çalıştırma” formunun, gemi inşa sektörü özelinde nasıl birbiri yerine kullanılmasının düşünüldüğü ve hali hazırda Özel İstihdam Büroları’nın kar amaçlı geçici işçi kiralama hakkının olduğu Almanya’daki durum ve sendikal tepkiler hakkında geçen sene Türk Tabipler Birliği’nin dergisi Toplum ve Hekim’in Temmuz-Ağustos 2008 sayısında yayınlanmış olan yazımı, bu faaliyetlere yardımcı olması dileği ve arzusu, sendika.org vesilesi ile tekrar dikkatinize sunmak istiyorum.
Bu kısa giriş yazısını da, mezkûr makalenin güncel durumla en ilintili kısmını alıntılayarak bitirmek istiyorum. Sürekli sermaye birikim ihtiyacı önceliğine göre verilmiş kararlar, teker teker ve bombardıman halinde emekçilerin önüne düşmeden önce, öngörülü bir sezgi, pratik bir aciliyet refleksi ile mesai harcamak, verilen ve maruz kalınan kararların ardından ağıt yakmaktan daha denenesi, daha verimli, daha birleştirici ve daha güzel bir mesai değil midir?
Notlar:
(1)Dünya Gazetesi, 29 Temmuz 2009, “Üçlü Danışma Kurulu Toplantısı Yapıldı”, http://www.dunyagazetesi.com.tr/haber.asp?id=55435
(2)Evrensel, 19 Temmuz 2009, “Uslu: Çalışma hayatında yeni kriz”; http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=54704
(3)DISK, 7 Temmuz 2009, “DİSK’in “Özel İstihdam Büroları’nın Mesleki Faaliyet Olarak Geçici İş İlişkisi Kurabilmesi” Hakkında Kanun değişikliğine ilişkin görüşleri”; http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=800
(3)DISK, 7 Ağustos 2009, “Ödünç İşçilik Meclise Gelmeyecek!..”.., http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=814
(4)Şivan Kaya, 17 Ekim 2009, “Alt işveren yönetmeliği; Çözüm mü? Çözümsüzlük mü?”
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=20009
(5)Doğan Keskin, 9 Aralık 2002, “İş Güvencesindeki Eksikler”,
http://bianet.org/bianet/bianet/15125-is-guvencesindeki-eksikler
(Aynı yazı 2 Aralık 2002′
“Taşeronlaşma ve geçici/ödünç işçilik gibi esnek istihdam rejimi formları, iş güvencesi ve insan sağlığı: Türkiye ve Almanya’dan örnekler ve tepkiler” başlıklı yazının Alt İşveren yönetmeliği ile ilgili bölümü aşağıdadır:
(…)
1. Ayağının tozuyla Yeni Alt İşveren Yönetmeliği…
27 Eylül 2008 tarih 27010 numaralı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren ‘Alt İşverenlik Yönetmeliği’, İş Kanunu 2. maddedeki ‘asıl işin bölünerek alt işverene verilememesi’ne dair sınırlamanın ve sınırlamaya aykırılığın hukuki yaptırımının açıkça belirlenmemiş olmasına dair eleştirileri ciddiye almış ve içermiştir.(1) Özellikle, yazılı alt işverenlik sözleşmesinin geçerli olabilmesi için, alt işverenin ya bir yan, ya da teknolojik uzmanlık gerektiren bir işle iştigal ettiğini uygun sertifikalarla belgelemesi gerekmektedir.(2) Gemi inşa sanayi özelinde, bu düzenlemeyle taşeronlara gemi inşanın tüm asıl işini; çelik kesmeyi, montajı, kaynağı, raspayı, boyayı vb. devretmenin yasadışı olduğunun altı -hiç bir yanlış anlamaya mahal vermeyecek şekilde- kalınca çizilmiştir. ‘İşverenin kendi işçileri ve yönetim organizasyonu ile mal veya hizmet üretimi yapması esastır’ (Madde 11/2) denilerek, işyerinin ve asıl işin bölünmezliği pekiştirilmiştir. ‘Tuzla Yönetmeliği’ diye de anılan bu Yönetmelik teknik bir düzenlemeden öte, devletin -farklı sınıf çıkarları arasında- meşruiyet alanını kurgulamasına dair önemli ipuçları da vermektedir. Son bir sene içinde taşeronluk sisteminin çalışanların sağlığı ve hayatına getirdiklerine dair uyanmış olan geniş kamuoyu tepki ve baskısının Çalışma Bakanlığı’nı ‘çalışanlardan yana’ harekete geçirdiğini gözlemlemekteyiz. Bu kamuoyu baskısının yaratılmasında Tuzla Tersaneler Bölgesi’ndeki geniş anlamdaki hak ihlalleri ve seri kazaların nedenleri hakkında sistematik bilgi üreten ve kamuoyu ile paylaşan, DİSK/Limter-İş Sendikası, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, Türk Tabipler Birliği, İşçi Sağlığı Enstitüsü ve sosyalbilimcilerden oluşan mesleklerarası Bağımsız bir komisyonun (TTBİİK, 2008a/b)(3) ve komisyona emeğiyle destek veren sanatçı, akademisyen, basın emekçileri, öğrenciler ve demokratik kitle örgütlerinin çabalarının(4) da, ‘duvarda çalışanlar lehine bir gedik açılması’ anlamında sonuç getiren, devam ettirilmesi ve diğer iş kollarına da yayılması gereken olumlu bir deneyim olarak altını çizmek gerekmektedir.
Şimdiden Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu TİSK, Alt İşveren Yönetmeliğini iptal istemiyle İdari Mahkemeye taşıyacağını açıklamıştır.(5) TİSK’in öne sürdüğü gerekçeler, yönetmelikte, muvazaa (hileli alt işverenlik ilişkisi kurulması) konusunda yargının görevinin müfettişlere verildiği, iş müfettişlerine kanun dışı yetkiler verilmeye çalışıldığı ve sözleşme hürriyetinin engellendiğidir. Usule ilişkin ısrarla getirilen eleştiri ise, kanunda bulunmayan şartın yönetmelikle getirilmesinin kanuna ve Anayasa’ya aykırılığıdır. TİSK böylelikle, özellikle kanundaki asıl işin tanımındaki lafız muğlaklığına (asıl işin devri için ‘işin gereği’ ile ‘teknolojik sebeplerin’ her ikisinin de birlikte ortaya çıkmış olması şartının tanımlanmasındaki muğlaklığa) sahip çıkmakta, fiiliyatta asıl işin pekçok iş kolunda uzmanlık nedeniyle değil, emek maliyetlerinden tasarruf saikıyla sistematik olarak bölündüğünü de örtük olarak kabul etmekte ve devamını talep etmektedir. TİSK, kanundaki ‘işin gereği’ lafzının muğlaklığından, ‘işyerinin rekabet edebilirliğinin gereği’ çıkarımına giderken, İş Kanunu’nun bu maddesinin Yargıtay içtihatlarına giren yorumuna da ters düşmektedir (Özcan, 2008: 98). Zira, 2. maddenin özünde, asıl işi yapan işçilerin asıl işverenlere bağlı olarak çalışmalarını sağlamak, alt işveren işçilerinin haklarını korumak ve işyerindeki risklerin, işçi sağlığı ve güvenliğinin bölünemezliğine uygun bir örgütsel yapının hukuki altyapısını kurmaktır (Özcan, 2008).(6) Aykırı uygulama halinde, yani
“görünürdeki işverenin sadece kendi işçilerinin emeğini başka işverenin hizmetine sunması, hiçbir organizasyona sahip olmaması, uzmanlık gerektiren bir işin yapılmaması haline ‘insan ticareti’ suçu’ işlenmiş olacaktır (Güzel 2004: 35).
Deniz Ticaret Odası’ndan (DTO) Yönetmeliğe gelen tepki hukuki olmaktan çok ekonomik bir dille temellendirilmiştir. DTO’nun Ekim ayı meclis toplantısındaki ekonomik kriz gündemi ile ilişkili tartışılan bir diğer gündem de yeni Alt İşverenlik Yönetmeliği idi.(7) DTO Başkanı Metin Kalkavan “Bu yönetmelik gemi inşa sanayisini bitirecek hale getirir…27 Eylül yani bayram öncesi çıkan Alt İşverenlik Yönetmeliği benim yorumumla Türk gemi inşa sanayisini yapılamayacak derecede bozar. Çok irdelenmesi gereken yönetmelik bu haliyle çıkarsa, ciddi kan kaybına uğrayan sektördeki kan kaybını hızlandırıp, gemi inşa sektörünü rekabet edilemez hale getirecektir. Bu yönetmeliğin gemi inşa sanayisinde uygulanabilirliği yok neredeyse ama maalesef böyle bir yönetmelik yürürlükte. Ulaştırma Bakanımızın da olmaz böyle bir şey dediği regülasyonlarla maalesef bazen karşı karşıya kalıyoruz.” tepkisini verdi.
Bu gibi örneklerin gösterdiği şudur: içinde bulunduğumuz sene içinde emeği esnekleştirme politikalarını, ancak işsizlikle mücadele, verimlilik artışı veya, rekabet edebilirlik gibi konularla ilişkilendiren hegemonik söylemde bir çatlak oluşmuş, esnekleştirme politikaları bu sefer insan hayatı ve sağlığı konularıyla ilişkilendirilerek kamuoyunun gündemine girebilmiştir. Bu söylemsel dönüşüm -her ne kadar kısmî ve zayıf olsa da- başlı başına sahip çıkılması ve -medyatik alan dışarısında, fakat geniş kitlelere ulaşacak biçimde- derinleştirilmesi gereken bir konudur. Özellikle ‘taşeronları’, yani esnek çalıştırma rejiminin nedeni değil, emâresi olan aktörleri, kendinden menkul ve iş kazalarından sorumlu günah keçilerine çevirecek söylemlerden kaçınmak, emek rejimindeki sistematik ve yapısal dönüşüme işaret etmek gerekiyor. Zira işveren örgütlerinden tepkiler toplayan bu ‘çalışanlardan yana’ hareket, ne kalıcı ne de sistematiktir. Ne de alt işverenlik ilişkisi -aşağıda Almanya’daki mevcut ve Türkiye’deki müstakbel durum üzerinden değineceğimiz üzere- işveren rekabet edebilirliğini önceleyen esnek çalıştırmanın tek yoludur.
Her ne kadar gündemden düşmeyen Tuzla Tersanelerindeki ölümler ile taşeron kavramı son bir sene içerisinde yanyana anılır olduysa da, daha önceleri bazı sendikalar, meslek örgütleri ve dernekler kendi sorumluluk alanlarından yola çıkarak Belediyelerden, İSKİ’den(8) , TOKİ’den vb. iş alan taşeron şirketlerdeki / müteahhit firmalardaki iş güvenliği zaafiyetlerini gündeme getirmeye çalışıyor, fakat bu denli yoğun bir ilgiye ne yazık ki mazhar olamıyorlardı.(9) Her açıdan merkeze çok yakın(10) ve neredeyse tüm gemi inşa işkolunu bünyesinde barındıran Tuzla Tersaneleri’ndeki bu göz göre göre ve seri şekilde gerçekleşen ölümler, bölünmüş, esnekleştirilmiş ve verimlileştirilmiş üretim ile işçi sağlığı ve iş güvenliği zafiyeti arasındaki sıkı bağlantıyı aşikâr kılabildikleri ölçüde, iş kazaları ve meslek hastalıklarına mâruz kalan çeşitli meslek grupları (işçiler, mühendisler, doktorlar, memurlar, eğitmenler vb.) ve işkollarını (gemi inşa, tekstil, maden, inşaat, hizmetler vb.) birbirine yakınlaştıran ortak bir dinamik, ortak bir sorun alanı olduğunun altını çizebildiler. Bu farklı sektör ve sınıf gerçekliklerini ortadan kesen sorun alanı içerisinde, çalışma saatlerinin uzunluğu, işin ve gelir/ücretin toplumdaki eşitsiz dağılımı, üretimin çeşitli verimlilik teknolojileriyle yoğunlaştırılmasının insan bedenine ve psikolojisine getirdikleri var. İnsanların ve doğanın biyolojik sınırında cambazlık yapan biyopolitikalar konusu, Tuzla vesilesiyle sosyal bilimlerin uzmanlık alanından bir nebze kurtulup, en azından gazete okuyucusu kamusallığına erişebildi.(11) Ölümler -paradoksal bir şekilde- çarpıcılıklarıyla ve bir türlü durmamalarıyla böyle bir ortaklaşma imkânına ‘hayat’ verdiler: esnekleştirilen, binbir parçaya bölünen günümüz emek rejimi içerisinde, emeği ile ücrete bağımlı olarak geçinen geniş toplum kesimlerinin sağlığı ve hayatının, işkolları, mekân ve sınıfları keserek bir ‘ortak dert’ zemininde birbirine bağlı olduğunu ve sermaye birikimi tarzının önceliklerine bağımlı olduğunu düşünmemiz imkânına. Bu imkânın üzerine gitmek, gerçek ortaklıklar yaratma mesaisi sendikalar, meslek odaları gibi tüm emek örgütlenmelerinin halen önünde durmakta.
Hali hazırda bu mesainin proaktif olmaktan çok, bir ‘savunu’ dili ve ruh hali ile yapıldığına şahit oluyoruz. Belki de bunun nedeni şurada yatıyor: Toplum sağlığı alanının olmazsa olmazı, kamusal fayda, kamusal bilgi veri tabanları, kamusal olarak güvenceye alınmış yetki alanları (işyeri hekimliği, İş Güvenliği Kurulları’na işçi katılımı, iş güvenliği mühendisi gibi) anlayışıdır. Bu alan; kentler, bölgeler, işkolları ve uluslar arasında rekabet edebilirlik (competitivity) önceliğinin her fırsatta dile ve politikaya dayatıldığı ve eski ‘kamusal’ tanımının çepere ittiği içinden geçtiğimiz şu dönemde belki de henüz ve ancak bir ‘savunu alanı’ olarak kurgulanabiliyordur. Belki de işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında bu ‘savunmacı tutumu’ oluşturan ortamın en belirleyici unsuru, ciddi insanî, bilgi ve mâli kaynaklara sahip meslek örgütleri ve konfederasyonların bile -özellikle 2001’den sonraki süreçte- hızına ulaşamadıkları fırtına gibi bir yasa yapıcı faaliyete şahit olmamız ve bu yeni yasaların emek ve meslek örgütlerinin hareket alanlarının zeminini radikal olarak değiştiriyor olmalarıdır.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Notlar:
(1) Alt işverenlik Yönetmeliği’nin tam metni için: http://mevzuat.basbakanlik.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=7.5.12459&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=alt
(2) Uzmanlık gerektirmeyen asıl işin devrini engellemek için, alt işverenlik sözleşmesinde yer alması gerekli hususları belirleyen 10. maddenin 2. fırkasında şu somutlamaya gidilmiştir: ‘Bir işyerinde, işletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren bir işin altişverene verilmesi hâlinde, alt işverenin uzmanlığını belgelendirmesi amacıyla sözleşme kapsamındaki işe uygun; iş ekipmanı listesi, iş bitirme belgesi, operatör ve teknik eleman sertifikaları sözleşmeye eklenir.’
(3)Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu’nun 16 Aralık 2007’de kamuoyu ile paylaştığı, Şubat 2008’de bastığı Tuzla Tersaneler Bölgesi’ndeki Çalışma Koşulları ve Önlenebilir Seri Ölümlü İş Kazaları adlı raporunun online versiyonu için: www.paraketa.net/tuzla.pdf , Rapor sinevizyonu Tuzla: Nereye? için: http://www.medyakronik.com/haber/286/.
(4) Bu çabaların oluşturduğu bilgi / belge havuzuna en derli toplu ve seri şekilde, www.sendika.org ‘un Tuzla Dosyası’ndan erişebilirsiniz http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=15559. Yönetmenliğini Petra Holzer, Ethem Özgüven ve Selçuk Erzurumlu’nun yaptığı ve en başta komisyon çalışmalarına eşlik ederek giriştikleri Tuzla Tersaneleri hakkındaki ‘4857’ adlı belgesel için bkz: http://4857-belgesel.blogspot.com/
(5) TİSK ‘Alt İşverenlik Yönetmeliği’ne’ karşı, 19 Ekim 2008, Deniz Haber Denizcilik online haber portalı,
http://www.denizhaber.com.tr/news_detail.php?id=15878&uniq_id=1225603232
(6) İş Kanunu’nun alt işverenlik ilişkisi
ni tanımlarken getirdiği, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin ve işyerindeki risklerin bölünemezliği ilkesini gözettiği kamu düzenine dair mutlak emredici hükümlerin sarih bir analizi için, bkz. Özcan, s. 99-101, ‘1.2. Alt işverenin İşyeri’ bölümü.
(7)Denizci frene bastı, kriz trafiğini izliyor, 16 Ekim 2008, Dünya Gazetesi’nin Perşembe Rotası eki, http://www.persemberotasi.com/?bolum=detay&konu_id=241; M. Kemal Battal, Alt İşverenlik Yönetmeliği, Deniz Ticareti, İMEAK DTO’nun aylık yayın organı, Ekim 2008, 20-21.
(8)27 Eylül 2007’de İSKİ’nin Sarayburnu’ndaki ‘Melen Çayı’nın İstanbul’a Getirilmesi Boğaz Geçiş Projesi’ çerçevesindeki şantiyedeki İSKİ’nin taşeron firması DETEK Limited Şirketi’nde çalışan Harita Mühendisi Gülseren Yurttaş iş güvenliği önlemlerinin alınmaması nedeniyle hayatını kaybetmişti, bkz: http://www.gulserenyurttas.com/
(9) Makina Mühendisleri Odası’nın her sene çıkardığı ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Oda Raporu’ için bkz: http://www.mmo.org.tr/mmo/cd5/cd_icine/index_dosyalar/Page447.htm , Sosyal Haklar Derneği’nin ’28 Nisan İş Sağlığı ve Güvenliği Günü Türkiye Raporu’ için bkz, http://sosyalhaklar.org/raporlar/dunya_is_guvenligi_gunu.doc ; sendika.org sitesinin aylık iş kazaları raporu için bkz: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=17979
(10) Hem Tersaneler Bölgesi’nin kamuoyu kanallarını her zaman ağırlıklı olarak işgal eden İstanbul’da, hem İstanbul’un yeni kentsel dönüşüm projelerine mazhar olan Tuzla’sında bulunması, hem de Tuzla’daki tersaneci ailelerden bazılarının hali hazırda milletvekili olarak Ankara’da bulunması açısından, Tersaneler ‘merkeze çok yakındır’ diyoruz.
(11)İki örnek için: Yavuz Yıldırım, Biyopolitik bir alan olarak Tuzla Tersaneleri, Radikal, 15 Mayıs 2008, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=17027 , Tuzla Tersanelerindeki kazaları makro bir çerçeveye oturtan bir analiz için; Fuat Ercan, Tuzla Tersanelerinden hareketle kapitalizm ve Türkiye’yi anlamak, Özgür Düşün dergisi, 43. sayı (Mayıs 2008), http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=18851