ABD Vietnam’dan sonra en uzun savaşını veriyor. ABD Savunma Bakanı Robert Gates, Afganistan savaşının süresinin artık tahmin edilemeyeceğini itiraf ediyor. Büyük İskender dışında bugüne kadar bütün işgalcilerin yenildiği bu coğrafyada şimdi de ABD-NATO şansını deniyor. ABD’nin bölgenin jeo-stratejik önemi nedeniyle yürüttüğü bu savaş artık bir ölüm kalım mücadelesine dönüştü. ABD’nin (NATO’nun) Afganistan’da yenilme lüksü yok. […]
ABD Vietnam’dan sonra en uzun savaşını veriyor. ABD Savunma Bakanı Robert Gates, Afganistan savaşının süresinin artık tahmin edilemeyeceğini itiraf ediyor. Büyük İskender dışında bugüne kadar bütün işgalcilerin yenildiği bu coğrafyada şimdi de ABD-NATO şansını deniyor.
ABD’nin bölgenin jeo-stratejik önemi nedeniyle yürüttüğü bu savaş artık bir ölüm kalım mücadelesine dönüştü. ABD’nin (NATO’nun) Afganistan’da yenilme lüksü yok. Olası bir yenilginin bütün bölgede zincirleme etkileri doğma olasılığı çok yüksek. Pakistan’ın elden gitmesinden (ki atom bombasına sahip bir ülke), NATO’nun konumunun sarsılmasına, Orta Asya’da başka güçlere kapı açılmasına kadar birçok sonucu olabilir.1
Seçimler
ABD Başkanı Obama, Afganistan’da 20 Ağustos’ta yapılan devlet başkanlığı seçimlerini çok önemsiyordu. Obama, seçim hazırlıkları için Afganistan hükümetine 223 milyon dolar para desteği yaptı.
Obama’nın bu yılın başında aldığı 21 bin asker daha gönderme kararının kısa vadeli hedefi, seçimleri güvenli bir biçimde yapılır kılmaktı. Çünkü Taliban saldırıları artmış durumda. Bu saldırılar durdurulamazsa seçim yapılamaz hale gelecek ve işgalden sekiz yıl sonra yapılamamış, başarısız bir seçim süreci, işgal güçlerinin ve mevcut işbirlikçi rejimin politik meşruiyetini gölgeleyebilecekti.
Bu hesap kısmen de olsa gerçekleşti. Seçimler “yapılabildi”. Sonuçlar Eylül ayında açıklanacak. Seçim günü 26 kişinin sandık başlarında yaşanan çatışmalarda ölmüş olması “başarı” sayılabilir (Bizim ülkemizde Mart ayında çoğu muhtarlık seçimi anlaşmazlıklarında bile o kadar insan ölmüştü). Bu “başarı” on binlerce takviye işgal gücüne, başta ABD ve İngiltere’den olmak üzere çoğu Temmuz ayında yüzlerce asker kaybına mal oldu.
Ancak gözlemciler seçime katılma oranının 2004 seçimlerinden de düşük olduğunu bildiriyor. 2004-2005 seçimlerinde seçmen kütüklerinin yüzde 25’inin ancak oluşturulması ve bu şekilde seçimlere gidilmesi seçilen hükümetin de meşruiyetini tartışmalı hale getirmişti. Bu sefer seçmen kütüklerinin oluşturulmasında bir ilerleme sağlandıysa da, Taliban’ın aktif seçim boykotuna halkın katılımı ve direnişin yarattığı korkudan seçimlere katılım oldukça düşük bir seviyede kaldı.
Seçimlerle ilgili hile ve usulsüzlük iddiaları ise bağımsız gözlemciler tarafından sık sık gündeme getirildi. Rüşvet, kadınların oylarını erkeklerin kullanması, oy pusulası pazarı olağan vakalar olarak seçim sürecinde yaşandı.
Özellikle Peştun nüfusunun yoğun olduğu güney eyaletlerinde direniş nedeniyle katılım düşük oldu (yüzde 10). Bu da, Afganistan nüfusunun yarısını oluşturan Peştun’lara oynayan, kendisi de Peştun olan Devlet Başkanı Hamit Karzai’yi güç durumda bırakıyor. Bir yıldır, yolsuzluk ve cinayet gibi nedenlerle Türkiye’de sürgünde bulunan Kuzey İttifakı komutanlarından Özbek asıllı Raşit Dostum’a bu ay içinde Afganistan’a dönüş izni verilmesi Karzai ile yapılan bir anlaşmaya işaret ediyor. Karzai zayıf olduğu Kuzeyden Özbek’lerin oyunu alabilmek için Dostum gibi kirli figürlere bile ihtiyaç duydu. Karzai, seçim sürecinde kadınların aleyhine olan bir yasa çıkararak da gönlünü okşadığı gerici toplulukların oylarına talip oldu.
Karzai’nin en büyük rakibi ise, Tacik kökenli eski Dışişleri Bakanı Abdullah Abdullah kuzey bölgesindeki oylara güveniyor. Kabil’de ve Kuzey’de seçime katılım oranının yüzde 50’leri bile bulmadığı söyleniyor. Diğer bir güçlü aday da yine Peştun Eski Maliye Bakanı Eşref Gani. Bir diğeri de eski bakanlardan Hazara asıllı Ramazan Başardost. Karzai’nin tüm rakiplerinin eski kabine arkadaşları olması Amerikan zoru ile oluşturulmuş çıkara dayalı kutsal ittifakın bozulmuş olmasıdır. Afganistan egemenleri içindeki krizin ifadesidir.
Obama yönetimi için Afganistan’da 20 Ağustos seçimlerinin huzur içinde ve başarılı bir şekilde yapılması “hayati önem” taşıyordu. Çünkü gerek ABD’de gerekse AB ülkelerinde Afganistan savaşına dair kamuoyu desteği giderek azalırken, İngiltere başta olmak üzere artan asker kayıpları homurtuları şimdiden yükseltiyor. Bugünlerde Afganistan seçimlerinin başarısından bahseden AB ülkelerinin hükümetleri, kamuoyu desteğini sürdürebilmek için “biz savaş için orada değiliz, Afganistan hükümetine yardım için ordayız” diyor. Obama ise Amerikan kamuoyunun desteğini almak için şimdilerde yeni El Kaide saldırıları bekledikleri paranoyasını yaymakla meşgul.
Özetle, işgalcilere işlerin yolunda gittiğine dair bir emare lazımdı. Olmadı.
Direniş giderek güçleniyor
Aslında işgalin ilk zamanlarında Afganistan’da işler “iyi” gitmişti. Taliban rejimi çok da bir direniş göstermeden yıkılmış, geri kalan direniş unsurları dağlara çekilmişti. Hamit Karzai gibi işbirlikçi bir lider hemen bulunabilmiş, Kuzey İttifakı’nın da desteği ile Afganistan geçici hükümeti oluşturulabilmişti.
İşgalcilerin ve işbirlikçi Afgan hükümetinin meşruiyeti başından bu yana hep tartışmalı oldu. İşgalcilerin ve işbirlikçilerinin halk desteğinden yoksun oluşlarını, halkın direnişten korkması ile açıklama çabası bildik bir tutumdur. Ne var ki ilk beş yıl Taliban direnişi oldukça alt düzeylerdeydi. Cinayet, tecavüz, hırsızlık, yolsuzluk, derin yoksulluk ve uyuşturucu kaçakçılığı işbirlikçi rejimin ana karakteri oldu. Öyle ki dünya eroin üretiminin yüzde 92’sini yapan ülkede Hamit Karzai’nin kardeşinin adı bile uyuşturucu kaçakçılığına karışmış durumda. Aynı zaman kentlerin valileri de olan savaş ağalarının halka karşı yaptıkları zulüm ve soygunlar rejimin neden halk desteği alamadığının açık kanıtı gibi.
Büyük işgal güçleri karşısında bütün ulusal direnişler nasıl bir yol izlemişse Afganistan’da da bu oldu. Taliban rejimi ilk saldırı dalgasını savuşturduktan sonra dağlara çekilerek uzun süreli direnişi örgütlemeye başladı. İşgalin ilk günlerinde çok sayıda Taliban militanı öldürülmüşse de bunların yerinin doldurulması direniş açısından çok güç olmadı.
ABD 2003’ten itibaren asıl dikkatini Irak’a çevirmişken, Taliban Pakistan sınırında fiili bir yönetim oluşturdu. Taliban, ABD işgali başlamadan on yıl kadar önce dünyanın en güçlü ordularından birisine, Sovyet Kızıl Ordusu’na acı bir yenilgiyi tattırmış bir direnişin içinden geliyordu. ABD’ye karşı da kolaylıkla cephesini kurdu. Askeri güçlerini yeniden yapılandırdı. 2006 yılından itibaren Taliban artık kitlesel askeri-politik bir güç olarak yeniden sahneye çıktı. 2003’e kadar ülkenin ancak yüzde 10’nu kontrol edebilen Taliban, bugün yarısını kontrol eder bir durumda.
Afgan direnişi birçok açıdan Irak direnişi ile benzeşmiyor. Çünkü Irak’ta direniş hem tarihsel nedenler, hem de direnişin hataları sonucu Sünni-Arap hattına kadar daralmıştı. Taliban direnişinin, Irak direnişi gibi “mezhep çatışmalarının tarafı” olma ihtimali yok. Taliban esas olarak 15 milyonu Afganistan’da, 30 milyonu Pakistan’da 45 milyonluk Sünni-Hanefi Peştun nüfusu üzerinde hareket ederken, Tacik ve Özbek’lerle aynı mezhebi paylaşıyor. Afganistan’ın kuzey eyaletlerinde Peştun olmayan nüfus içerisinde de işgale karşı sesler yükselmekte ve silahlı direniş oralara kadar yayılmış durumda. Taliban kuvvetlerinde farklı etnik kökenden gelen çok sayıda önemli komutan ve savaşçı bulunmaktadır. Direniş giderek İslami-ulusal bir karakter kazanmaktadır.
Molla Ömer’in liderliğindeki Taliban, Afganistan’da bir cephe örgütü
işlevi görüyor. Pakistan’da birçok direniş grubunu bir araya getiren bir çatı örgütü olan Molla Ömer’e bağlı “Tehrik-i Taliban Pakistan” var. Ancak çoğunlukla yanlış bilindiği üzere Afgan direnişi sadece Taliban’dan oluşmuyor. Eski başbakan Gülbeddin Hikmetyar’ın örgütü olan İslam Partisi’nin (Hizb-i İslam) önemli bir askeri gücü var. Taliban’la işbirliği halindeki Özbek İslami Hareketi’de Sünni-Hanefi mezhebindendir ve esas olarak Özbekistan rejimine karşı mücadele etmektedir. Kendisinden ayrılan daha küçük bir grup olan İslami Cihad birliği doğrudan Taliban’la birlikte Afganistan’da işgale karşı savaşmaktadır. Ayrıca irili ufaklı başkaca direniş örgütleri de var.
NATO’nun Afganistan için kurduğu Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü’nün (ISAF) raporlarına göre, 2008’in ilk beş ayındaki 3.283 saldırı gerçekleştiren direniş örgütleri, bu sene Ocak ile Mayıs arasında toplam 5.222 saldırı ile kapasitesini yüzde 59 artırdı. İşgale karşı Afgan direnişi artık her ay 1.500-2.000 ayrı saldırı düzenleyebilecek duruma geldi. Direniş örgütleri Pakistan Afganistan sınırındaki dünyaca ünlü yasadışı silah fabrikaları sayesinde silah ve mühimmat bulma konusunda bir sıkıntı çekmiyor. Gelinen noktada Taliban ve diğer direniş örgütlerinin savaşçı sayısının on binlerce olduğu ifade ediliyor.
(Pakistan Talibanı’nın 30 bin, Hizb-i İslami’nin bin savaşçısı var. NATO-ISAF Afganistan Taliban’ının savaşçı sayısını 20 bin olarak açıklıyor. Taliban’la işbirliği halindeki Özbek İslami Hareketinin ise 10 bine yakın savaşçısı var.)
İşgal güçlerinin durumu…
Afganistan’da işgal güçleri iki ayrı yapılanmadan oluşuyor. Bunlardan ilki olan NATO’ya bağlı Uluslararası Güvenlik Destek Gücü (ISAF). 2001 Ekim’inde başlayan işgal süreci, Bonn konferansı sonrasında, Aralık ayında imzalanan anlaşma doğrultusunda Birleşmiş Milletler’in yetki vermesiyle oluşturuldu. 2002 Ocak ayında İngiltere’nin komutası altında toplanan 21 ülkeden 5 bin kadar askerle başladı.
ISAF’ın 2008 Şubat’ında yaklaşık olarak 43 bin askeri bulunmaktaydı. Temmuz 2009 itibariyleyse ISAF’a destek veren 42 ülkenin 64,500 askeri bulunmaktadır.
Afganistan’da, ABD’nin ISAF bünyesindeki askerlerine ek olarak 2001 Ekim’inde başlatılan “Sonsuz Özgürlük Harekatı” (Operation Enduring Freedom-OEF) adı verilen işgal girişimi kapsamında binlerce askeri (28.000 olduğu tahmin edilmekte) daha bulunmaktadır. Ayrıca işgal güçleri tarafından oluşturulan işbirlikçi Afganistan ordusunun 91,900 askeri bulunmakta olup 2011 yılına kadar mevcudunun 134 bine çıkarılması hedeflenmektedir. 80 bin de Afgan polisi bulunmakta. Yani işgal güçleri 300 bine yakın bir silahlı güçle Taliban’a karşı koymaya çalışmaktadır.
Ancak ISAF başlangıçta Taliban direnişine karşı açık operasyonlara katılmazken, Ocak 2006’dan bu yana OEF’in işlevlerini devralmaya başlamıştır. Daha önce görev sahası Kabil’le sınırlı olan ISAF Ekim 2006’da Afganistan’ın tamamında komutayı üstlenmiştir. Bugün ISAF işgal güçlerinin esas yapısını oluşturmakta olup, OEF kapsamındaki ABD birliklerinin birçoğu ISAF’a devredilmiştir.
Şimdi ABD, 2010 yılından itibaren Afganistan ordusu için gerekli olan yıllık 19 milyar doların 7.5 milyar dolarını ödemeyi taahhüt ediyor. Müttefiklerinden de ellerini ceplerine atmalarını istiyor. ABD’nin NATO daimi temsilcisi Ivo Daalder, Afganistan’da istikrarlı bir güvenlik ortamının oluşturulması için 134 bin kapasiteli düzenli bir orduya ihtiyaç olduğunu belirterek, “Bunu ancak iki yolla elde edebiliriz. Ya Afganlara kendi askerlerini yetiştirebilmesi için para veririz ya da asker yollarız” diyor.
Afganistan’da 2006 yılından bu yana Taliban direnişi şiddetlenmekte işgal güçlerinin kayıpları giderek artmaktadır. 2009’un ilk altı ayında verilen kayba bakıldığında durumun işgalciler açısından vahameti ortadadır. Hemen her gün bir uçak ya da helikopterin düştüğü basında yer almaktadır.
Basit bir kıyaslamayla bakarsak, Irak işgali süresince bütün dünyanın gündemi olan direnişte bugüne kadar işgalciler 4.652 kayıp verirken, Afganistan’da “sessiz sedasız” 1.334 kayıp vermeleri dikkat çekicidir. Ve bu kayıplar son üç yılda giderek artmaktadır. İngiltere’nin Afganistan’da verdiği kayıplar (206),Irak’ta verdiklerinden (179)daha fazladır. İşgalcilerin bu yılın ilk yedi ayında verdiği kayıp, neredeyse geçen yılın kayıplarına ulaşmıştır.
Obama hükümetinin iktidara gelmesinden sonraki ilk büyük askeri operasyonu Temmuz ayı başında Helmand eyaletinde başlatıldı. Bu büyük operasyona hava güçleriyle desteklenen yaklaşık 4 bin Amerikan deniz piyadesi ile 650 Afgan askeri katılıyor. Bu operasyonla Irak’ın Felluce kentindeki operasyon arasında büyüklüğü ve şiddeti açısından benzerlik kuruluyor. Operasyonla birlikte işgal güçleri çok sayıda kayıp vermiş durumdalar.
İşgale destek sorunu; Türkiye, PKK
ABD, Afganistan işgali için Türkiye’den alacağı desteği önemsiyor. Bu destek birkaç açıdan önemli. Türkiye’nin işgalciler arasında, NATO üyesi olarak tek Müslüman (aynı zaman Sünni-Hanefi ağırlıklı) bir devlet olması ve PKK ile mücadelesinde tecrübe sahibi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin vazgeçilmez desteği. Daha önceleri zamanın NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer ve Nato komutanı General James Jones’un2 “Türk askerinin görevi ‘Müslümanlara karşı kafir ordusunun savaşmadığını göstermekle’ sınırlı kalmasın. Türkler’e ihtiyacımız var. Çatışmalara da girmeliler” açıklamaları aslında her şeyi anlatıyor. Ayrıca belirtmek gerekir ki, ABD’nin istediği destek sadece askeri değil, aynı zamanda politik-diplomatik destek. Bunu da Gulbeddin Hikmetyar’ın dizi dibinde fotoğraf çektirecek kadar o bölge ile iyi ilişkileri olan Tayyip Erdoğan hükümetinden bekliyor.
ABD tarafından Afganistan’a asker talebi, Obama tarafından Nisan ayı başında NATO zirvesinde ve hemen arkasından gerçekleşen Türkiye ziyaretinde üstü kapalı gündeme getirildi.
Bu talep ilk değil. ABD çeşitli defalar bu talebini iletmişti. 2006 Ekim’inde ISAF’ın görev sahasının tüm Afganistan’a yayılması ile birlikte Türkiye’den yeni asker talebi bir yazıyla istenmişti. Zamanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından reddedilen talep daha sonra NATO toplantılarında gündem olmamıştı. Yine aynı dönem NATO’nun Afganistan’daki sivil temsilcisi Hikmet Çetin, Türkiye’nin Afganistan’a asker gönderirken NATO’ya bir de “Ulusal çekincelerini içeren” belge verdiğini bu belgeye göre savaşacak asker göndermelerinin mümkün olmadığını ifade etmişti.
Türkiye, ABD’nin asker taleplerine nazlanmak için kendisine dayanak olarak ISAF kuruluş amaçlarını alıyor. Türkiye, ISAF kuruluş amacında terörle mücadele diye bir başlık olmadığını3, Taliban güçlerine karşı yapılan operasyonlarda Türk birliklerinin yer almaması gerektiğini iddia ediyor. Ancak sorun sadece açık askeri operasyonlara katılacak asker sorunu değil. ISAF’ın görev sahasının bütün Afganistan’a yayılmış olması (direniş de tüm Afganistan’a yayıldı4) bütün kentlerin güvenliğinin ISAF güçleri tarafından yapılacak olması zaten başlı başına büyük askeri-politik riskler taşıyan bir durum. Direnişin çok güçlü olduğu güney eyaletlerinde görev almak, Taliban’ın açık hedefi olmak demek. Türkiye bugüne kadar hiçbir uluslararası operasyonda (Kore savaşı hariç) ciddi sayılabilecek kayıp vermedi. Afganistan savaşı yakın dönemdeki başka hiçbir uluslararası operasyona benzemiyor. Askeri riskler politik riskleri getiriyor.
İslamcı AKP hükümeti (1979’dan bugüne tüm dünyada İslamcıların bayrağı olan) Afganistanlı İslamcı direnişçilere karşı karar almanın5, ordu yönetimi ise ABD ile bu kadar açık işbirliğinin risklerini göze almakta zorlanıyor. Türkiye, Kabil dışında bir yerde görev almak konusunda bu nedenle direnç gösteriyor.
Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Afganistan’a ek asker talebi yok, ancak Kabil’de komutanlığı aldığımız dönemlerde doğal olarak asker sayımızı artırıyoruz” açıklaması gerçeği yansıtmıyor. Obama’nın ardından Nisan sonunda Türkiye’ye gelen ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mike Mullen’in gündeminde de Afganistan vardı. Bu görüşmeden sonra Başbuğ “Fransız ve İtalyan birliklerinin Kabil’den Afganistan’ın güneyine gideceklerini dolayısıyla Kabil’e ek kuvvet göndermelerinin gündemde olduğunu” söylemişti. Bu doğrultuda Kabil’deki asker ayısının 2000’e çıkarılması planlanıyor. Başkent Kabil’deki, Fransız ve İtalyan güçlerinin güney eyaletlerinde görev üstlenme kararı sonucu Kabil’in tüm güvenliği Türk birliklerine kalacak.
Haziran başında Başbuğ’un ABD’ye yaptığı iadeyi ziyarette, Mullen’in, “İlker, PKK konusunda benim üzerimde çalışıyor. Ben de Pakistan konusunda onun üzerinde çalışıyorum. Çünkü Türkiye’nin Pakistan ile çok iyi ilişkileri var. Ve Afganistan ile de çok iyi ilişkileri var” açıklaması aslında iki tarafın bölge konusunda çok sıkı çalıştıklarını ve PKK meselesinin bir koz olarak iki tarafın da kullandığını açıkça gösteriyor. Geçen yıl Zap operasyonu sırasında Dick Cheney’in açıklamaları ve operasyonun apar topar bitirilmesinde PKK’nin, ABD’nin Afganistan’a asker ihtiyacının karşılığı olduğu açıkça ortaya çıkmıştı.6 Ancak ABD bu sefer işi sağlama alıyor. 1 Mart tezkeresinde Türkiye’den yediği kazığı bir daha yememek için ilk önce Afganistan’da ve Irak Kürdistan’ındaki alacaklarını almadan hareket etmek istemiyor. Türkiye egemenleri için, Irak’ta yapıldığı gibi ABD’nin sıkışmasını ve yardımlarına ihtiyaç duymasını bekleme politikası o zaman nasıl talih kuşunu Barzani ve Talabani’nin omuzlarına kondurduysa bugün de başka açmazlara yol açacağı açık.
ABD tarafından, Afganistan’da Türk Silahlı Kuvvetleri’ne olan ihtiyaç, PKK ve Taliban’ın savaştığı coğrafyanın benzerliğinden kaynaklanıyor. Ancak benzerlik sadece bu kadar. TSK’nın deneyiminin PKK karşısında 25 yıldır pek bir işe yaramadığı da ortada. Taliban güçlerinin hem savaşçı hem de silah gücü PKK’den oldukça üstün. PKK’ye karşı 330 km’lik Türkiye-Irak sınırını koruyamayan TSK’nın, 2600 km’ lik Pakistan-Afganistan sınırında nasıl bir başarı sergileyebileceği merak edilecek bir konu. Türkiye, Afganistan’da ilk kayıplarını verdi. İşgal güçlerine ait hava ve kara taşıtlarının “arıza ya da kaza” sayılarının arttığı bugünlerde, asfalt yola sahip olmayan Afganistan’da, trafik kazasından öldüğü açıklanan biri albay diğeri astsubay iki askerin cenazesi ise Temmuz ayı içinde Türkiye’ye geldi.
Türkiye şimdilik ISAF’ın görev ve amaçları kapsamına sığınarak bir tartışma yürütüyor. “Terörle mücadele, ISAF görev kapsamında yok” cümlesi Türk Genelkurmay Başkanlarının en sevdiği cümle. Muharip asker isteme-gönderme tartışmalarında Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un “bizim oradaki askerlerimiz zaten muharip” sözleri ABD talepleri karşısında çaresizliği ifade ediyor. Kuşkusuz Afganistan’daki Türk birlikleri istihkâmcı değil. Muharipten kasıt güneyde Taliban avında kullanılacak asker. Laf cambazlığı bunu örtmeye yaramıyor.
Türkiye’de “Kürt açılımı” tartışmalarının hızlandığı bugünlerde Afganistan meselesi bu açılım tartışmalarının arka planında bir yerlerde önemini koruyor.
ISAF’a güç veren devletlerin asker sayıları (Temmuz ayı ISAF raporu)
Arnavutluk | 140 | Finlandiya | 110 | Macaristan | 310 | Hollanda | 1770 |
Danimarka | 700 | Lüksemburg | 9 | Norveç | 485 | Almanya | 4050 |
Avusturya | 3 | Gürcistan | 1 | Yeni Zelanda | 160 | Fransa | 3160 |
Azerbaycan | 90 | Ukrayna | 10 | Portekiz | 90 | İtalya | 2795 |
Estonya | 150 | Makedonya | 165 | Romanya | 1025 | Kanada | 2800 |
B.Arap Emirlikleri | 25 | İspanya | 780 | Yunanistan | 145 | Polonya | 2000 |
Bosna Hersek | 2 | İrlanda | 7 | Singapur | 8 | Avustralya | 1090 |
Bulgaristan | 470 | İzlanda | 8 | Slovakya | 230 | İngiltere | 9000 |
Belçika | 510 | İsveç | 430 | Slovenya | 80 | ABD | 29950 |
Hırvatistan | 295 | Letonya | 165 | Ürdün | 7 | ||
Çek Cum. | 340 | Litvanya | 200 | Türkiye | 730 | TOPLAM | 64500 |
Kaynak: http://www.nato.int/isaf
İşgal güçleri kayıplarının
ülkelere göre dağılımı
ÜLKE | Toplam |
Avustralya | 11 |
Kanada | 127 |
Çek Cumhuriyeti | 3 |
Danimarka | 24 |
Estonya | 4 |
Finlandiya | 1 |
Fransa | 29 |
Almanya | 33 |
Macaristan | 2 |
İtalya | 15 |
Letonya | 3 |
Litvanya | 1 |
Hollanda | 19 |
Norveç | 4 |
Polonya | 10 |
Portekiz | 2 |
Romanya | 11 |
Güney Kore | 1 |
İspanya | 25 |
İsveç | 2 |
Türkiye | 2 |
NATO | 2 |
İngiltere | 206 |
ABD | 796 |
TOPLAM | 1334 |
Kaynak: http://icasualties.org/
İşgal güçleri kayıplarının
yıllara göre dağılımı
(24 Ağustos 2009 itibariyle)
YIL | ABD | DİĞER | TOPLAM |
2009 | 166 | 123 | 289 |
2008 | 155 | 139 | 294 |
2007 | 117 | 115 | 232 |
2006 | 98 | 93 | 191 |
2005 | 99 | 32 | 131 |
2004 | 52 | 7 | 59 |
2003 | 48 | 9 | 57 |
2002 | 49 | 20 | 69 |
2001 | 12 | 0 | 12 |
TOPLAM | 796 | 538 | 1334 |
dipnotlar:
1 Temmuz ayında İngiltere’yi ziyaret eden, NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer, “ittifakın maliyeti ne kadar yüksek ve ne kadar tehlikeli olursa olsun Afganistan’dan çıkıp gidemeyeceğini” söyledi. Scheffer bunun El Kaide’nin zaferi olacağını kaydetti. (BBC)
2 Obama, eski NATO Komutanı James Jones’u Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na getirdi.
3 Bu doğru olmakla birlikte gerek NATO’nun Londra zirvesinde gerekse 2004 İstanbul zirvesinde NATO’nun “terörle mücad
eledeki” rolü artık öne çıkarılmış ve kabul edilen bir gerçek.
4 Direniş artık başkent Kabil’i rahatlıkla vuracak bir duruma geldi. Bu ay içinde Kabil’deki Nato karargahı, ve ABD elçiliği bile saldırıya uğradı.
5 İbrahim Karagül Yeni Şafak’ta iki askerin ölümü üzerine yazdığı “Afganistan şoku!” adlı yazıda “Bölgede operasyonlar yoğunlaşırken, muharip askere hayır politikası devam ederken, bir süre sonra çatışmalarda şehit asker haberleri gelirse Türkiye kamuoyu neye inanacak? O zaman “biz kimin savaşını veriyoruz” sorusunun cevabı ne olacak? Londra ve Washington gibi, “Afganistan halkını terörden kurtarmak, özgürleştirmek için” savaş verdiğimizi mi söyleyeceğiz? Kimi inandıracağız?” diyor.
6 Dick Cheney gelmek üzereyken… – Kutay Meriç. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=16029