Akaryakıta yüzde 8 zam, şekere yüzde 5,5 zam, içki ve sigaraya yüzde 10 zam. AKP’li belediyeler de boş durmuyor; ulaşıma zam, suya zam (kışın elektriğe ve doğalgaza, yazın ulaşıma ve suya). Üstelik bunlar başlangıç, Maliye Bakanlığı’nın açıklamalarına bakılırsa hem başka zamlar gelecek hem de bu temel maddelere yapılan zamlar yeni zamları tetikleyecek. Çok söylendi tekrar […]
Akaryakıta yüzde 8 zam, şekere yüzde 5,5 zam, içki ve sigaraya yüzde 10 zam. AKP’li belediyeler de boş durmuyor; ulaşıma zam, suya zam (kışın elektriğe ve doğalgaza, yazın ulaşıma ve suya). Üstelik bunlar başlangıç, Maliye Bakanlığı’nın açıklamalarına bakılırsa hem başka zamlar gelecek hem de bu temel maddelere yapılan zamlar yeni zamları tetikleyecek. Çok söylendi tekrar söyleyelim; Erdoğan’ın “krizi fırsata dönüştürmek” dediği tam da bu: Krizi gerekçe gösterip halkı daha da yoksullaştırmak; elinde kalan son kuruşları da gasp etmek; sermayeye teşvik paketleri açıklamak; işsizlik fonunu, yani işçilerin alınteriyle yıllarca biriken 41 milyar doları bir gece yarısı operasyonuyla gaspetmek. Sermaye sınıfı hep bir ağızdan bağırıyordur; “kriz bahane, Erdoğan şahane”.
Bu zamları gerekçelendirme nedeni de ilginç: Bütçe açığını kapatmak. Bu yılın ilk 6 ayında bütçe açığı 13 kat artarak 23,2 milyar liraya çıkmış. Yıl sonunda bu rakamın 60 milyar liraya çıkacağı bekleniyormuş. Dünyanın en zengin 10 başbakanından biri olan Tayyip Erdoğan’dan bu açığı kişisel hesabından kapatması beklenemez, kuşkusuz. O zaman bu açığı kapatması gereken halk olmalı. Zam yaparak, dolaylı vergileri arttırarak. Türkiye, dolaylı vergilerin toplam gelir vergileri içindeki payı en yüksek ülke. Bu oran Türkiye’de yüzde 70 iken, ikinci yüksek Meksika’da yüzde 50 düzeyinde. Ancak Türkiye’de ise son 10 yılda kurumlar vergisi oranı yüzde 44’ten yüzde 20’ye düştü. Toplam vergi gelirlerinin de yüzde 70’i dolaylı vergilerden oluşuyor.
Peki, bu açık bu altı ayda nasıl oluşmuş? Doğru cevap kriz değil, yerel seçimler ve sermaye lehine yapılan teşvikler. Belediye başkanlıklarını tekrar kazanmak için yırtınan, varını-yoğunu dağıtan AKP hükümeti ve AKP belediyeleri şimdi iflasın eşiğinde. Otobüs şoförlerine bile maaşlarını ödeyemeyip, şoförleri bilet satışlarından aldıkları komisyonla çalışmaya zorlayan İstanbul Belediyesi, şimdi de İDO’yu (deniz otobüsleri) ve İGDAŞ’ı (gaz dağıtımı) satma kararı aldı. Karar AKP’li belediye meclis üyelerinin tamamının oyuyla geçti. O üyeler ki suya zam yapan üyeler. Ve içlerinden bir tanesi bile dememiştir ki “ben üç ay önce kapı kapı dolaşıp suya zam yapmak için oy istemedim” ya da “Allahın suyunu sattırmam”. Tam da bu yüzden, bu meclis üyelerini bulup seçildikleri yerlerde halka hesap vermelerini istemenin zamanıdır.
Tüm bunlar olurken başta Gürsel Tekin olmak üzere CHP’li üyelerin “mangalda kül bırakmadıklarına” tanık olmaktayız. “Halkevleri”nin* ismini “çalmayı” marifet sayan Gürsel Tekin, Erdoğan’ın taktiklerini çalmayı ancak lafta akıl ediyor. Hatırlanacağı gibi Tayyip Erdoğan’a İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yolunu açan icraatı, RP il başkanı olduğu dönemde (16 yıl önce) SHP’li belediye suya yüzde 5 oranında zam yaptığında İSKİ bahçesine çadır kurmak olmuştu.
AKP’nin 7 yıllık iktidarının en çarpıcı ürünlerinden biri daha kendini tüm çıplaklığıyla ortaya koydu; AKP’nin eğitim projesi iflas etmiştir. Üniversite sınavında 30 bin öğrenci sıfır çekmiştir, yani puanı hesaplanmaya değer görülmemiştir. AKP’nin eğitim projesi; 60 kişilik sınıflarda, geçici ve kısmi sürelerle çalıştırılan (ücretli ve sözleşmeli), güvencesiz, yetersiz öğretmenlerle ve tabii ki gerici yönetici kadrolarla sürdürülmektedir. AKP’nin atadığı İl Milli Eğitim Müdürleri, şimdi hep beraber “başarısızlığın nedenlerini bulacaklarını” söylüyorlar. Başarısızlıktan sorumlu olanlar, başarısızlığın nedenini nasıl bulabilir. Bu müdürlerin hepsinin derhal görevlerinden uzaklaştırılması gerekir; özellikle İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ata Özer’in. Deprem güçlendirmesi gerekçesiyle sağlanan fonların yandaş müteahhitlere verilmesini sağlayan (şişirme işlerden dolayı neredeyse hepsi mahkemelik), okullarda uyuşturucu kontrolü yaptırmak için arılar üzerinde deneyler yaptıran Ata Özer’in.
Aslında AKP’liler tersini iddia edebilirler çünkü ortada bir başarı vardır; üniversite sınavına girenlerin yüzde 92’si yani 1 milyon 229 bin kişi barajın üstüne çıktı. Bunların da açık öğretimle birlikte en fazla 900 bini bir üniversiteye kayıt yaptırabilecek. Yine de bu büyük bir oran. Ancak bunu sağlayan, sayıları her geçen gün artan gecekondu üniversiteler ve şişirilen kontenjanlar.
Bu durum AKP’nin beceriksizliği ya da işbilmezliği değildir. Tam tersine bu durum taammüden yaratılmaktadır. Amaçlanan ve gerçekleştirilen; toplumun büyük çoğunluğunu, hiçbir derinliği ve zenginliği olmayan bireyler haline getirmek. Böyle bir durum hem yönetmeyi kolaylaştıracak hem de sermaye için yarı vasıflı ama çok ucuz işgücü yaratacaktır.
AKP zihniyetinin ve özellikle de Erdoğan’ın biat edilmeyi ne kadar çok sevdiği zaten biliniyor. Her geçen gün bunun artan örneklerine şahit oluyoruz. Kendisine saygıda kusur etmeyen (eskiden kapısından bile giremediği İstanbul Üniversitesi’nin fahri doktorasını veren), ailesinin ve kendisinin sağlığını emanet ettiği doktoru Yunus Söylet’i önce İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne ardından da YÖK üyeliğine atamasını yaptırması, hangi liyakat kriterlerine göre yapılmıştır, tartışma götürmez.
Tartışma götürmez bir liyakat kriteri de YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan için geçerli. Kemal Unakıtan’ın daha önce “İsterse güzel konuşmasın” dediği YÖK Başkanı artık iyice “güzel” konuşuyor. Meslek liselerine katsayı uygulamasının kalkacağını, yani İmam Hatiplilerin de puan kesintisi olmadan üniversitelere girebileceğini muştuluyor.
AKP’nin YÖK’e değil de YÖK içindeki kadrolara muhalefet ettiği de bir kez daha kanıtlandı. Bu kanıt basitçe YÖK sistemini aynen devam ettirmesi değil sadece. Aynı zamanda bu sistemi yaratan zihniyetle de özdeş olması. Bu yıl da üniversite harçlarına zam yapıldı. Üstelik ikinci öğretime fahiş oranlarda (onlarda çok para var ya). AKP’nin üniversitelilere ilişkin bir farkından söz edilecekse, o da türbanlıların da harç ödemesini sağlamak olsa gerek!!!
Tabii, yıllardır sürdürülen mücadelenin (gerek Öğrenci Koordinasyonu gerekse de Öğrenci Kolektifleri) bir sonucu olarak bu yılki zamlar ürkek. Ancak yılların yarattığı meşrulukla bu zamlar da kabul edilmeyecek.
***
AKP’nin diğer cephede yürüttüğü işler ise biraz (ama biraz) karıştı. “Askerlerin sivil yargıda yargılanmasına” ilişkin operasyona karşı operasyonla cevap verilmek isteniyor.(**) Bu karşı operasyonun iki kritik adımı atıldı. Birincisi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK) ikincisi Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker ile. HSYK’daki karşı operasyon klasik biçimde yani gerici medyaya servis edilen haberlerle aşılmaya çalışılmakta. “HSYK üyesi Ergenekoncularla yakalandı” manşetiyle verilen haberlerde, HSYK üyesi Ali Suat Ertosun hedef gösterilip operasyon bertaraf edilmeye çalışılıyor. Ertosun, daha önce Devlet Üstün Hizmet Madalyasıyla ödüllendirilmiş ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da HSYK Üyeliğine atanmıştı. Sadece bu ödülle de yetinilmedi. Ertosun’a dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç tarafından “Devlet Üstün Hizmet Beratı” da verildi. Ancak Ertosun’u unutanlar için hatırlatalım, bu madalyaya ve berata hak kazanmasına neden olan icraatı, 19 Aralık 2000’de Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü iken cezaevlerine eş zamanlı olarak gerçekleştirdiği “Hayata Dönüş” operasyonu oldu. F tipi kapalı cezaevlerine geçişi amaçlayan bu operasyonda, 30 devrimci hayatını kaybetti. Bu operasyonu protesto etmek için başlatılan ölüm oruçlar
ında yaşamını kaybedenlerin sayısı 100’e yaklaşırken, onlarca mahkûm da sakat kaldı. Ortak hedef “sol” olduğunda, hepsi aynı ordunun askerleri.
Yargıtay Başkanı’na muamele ise daha özel. Meclis’te çıkan yasanın anayasaya aykırı olduğunu açıklayan Başkan’a, önce Cemil Çiçek bulaştı (her uzatılan mikrofona atlamamak lazım) ama anlaşılan, kilosu yetmedi. Devreye Cumhurbaşkanı ve daha sonra da Erdoğan girdi. Yargıdaki bu çırpınışların AKP karşısında özellikle de her yolu mübah sayan Fethullahçılar karşısında bir şansları yok. Sadece AKP’nin yargıdaki operasyonu biraz daha zaman alacak.
Ayrıca AKP, birçok konuda elini çabuk tutmak zorunda! Seçimlere daha iki yıl olmasına rağmen siyasal aktörler hazırlıklarına son sürat devam ediyorlar! Sağda Hüsamettin Cindoruk solda Ufuk Uras amansız rakipler! Cindoruk liberal sağı, Uras liberal solu toplama uğraşında. Cindoruk ANAP’tan ve diğerlerinden arta kalanların peşinde, Uras SHP’den, 10 Aralıkçılardan ve ÖDP’den arta kalanların. “Su yolunu bulur, bulamazsa buharlaşır”. (Cem Boyner’i hatırlayan var mı?)
Peki bu karikatür tehditler dışında AKP iktidarını gerçekten tedirgin eden bir şey yok mu?
AKP halka yönelik saldırılarını tırmandırıyor ama gayri meşruluğunun da farkında… AKP’li İBB Meclis Üyeleri’nin suya zam yaptıktan sonra polis korumasıyla kaçması, kendilerini bir hafta boyunca panzerlerle koruması, Çevre Bakanı’nın selin ardından Şavşat’a gittiğinde polis korumasıyla dolaşması boşuna değil… Aynı zamanda Erdoğan’ın gericilik bayrağına sarılması da boşuna değil. O, diğer cephelerde zayıfladığını hissettiği her durumda bunu yapıyor. Ankara İl Kongresinde Münevver Karabulut cinayetini kastederek bu cinayetlerin nedeninin gençlikte yaşanan “kontrolsüz ahlaki erozyon” olduğunu söylüyor, ailelere nasihatta bulunuyor; “kendinizi hesaba çekin… kızlarınıza sahip çıkın… Kendi başına bırakılan ya davulcuya, ya zurnacıya…” Şavşatta yaşanan sel felaketi karşısında “Herkes haddini bilecek. Doğal afetler karşısında yerini bileceksin. ‘Her şeyi ben hallederim, biz hallederiz’ diyemezsin”… Yani takdiri ilahidir, yapacak bir şey yok, diyerek üzerinden sorumluluk atıyor.
Piyasacılığın yıkımı sınav sisteminden, doğal afetlere her alanda felaketlere yol açarken, zamlar emekçilerin hayatını daha da zorlaştırırken AKP’nin emek düşmanı politikalarını da, AKP’li müteahhidin malzemeden çalmasını da, AKP’li kadroların felakete göz yummasını da gerici söylemiyle örtbas etmeye çalışıyor.
Korumaları da gericilik bayrağı da AKP’yi kurtaramayacak.
Bir başka güç her geçen gün daha fazla birikiyor…
* Gürsel Tekin’in kendisine mal ettiği muhteşem icatlardan biri de Cumhuriyet Halkevleri (CHE) projesi. Yıllardır süren Halkevleri mücadelesinin tüm kazanımlarını ismini çalarak kullanma kurnazlığındakilerin aklına Halkevlerinin mücadele anlayışını “çalmak” gelmiyor.
** Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda Ergenekon davasına bakan mahkeme heyeti üyeleri ile ergenekon operasyonu, KCK operasyonu, faili meçhul dosyaları ve Albay Cemal Temizöz soruşturmasını yürüten savcıların görevden alınması isteniyor. Ayrıca HSYK üyeleri Ankara’da kurulması planlanan ikinci özel yetkili mahkeme başkanlığına Abdullah Gül’ün yargılanmasını isteyen Sincan Ağır Ceza Mahkemesi başkanı Osman Kaçmaz’ı getirmek istiyor. AKP hükümetinin Adalet Bakanı ve müsteşarı buna karşı çıkıyor. Adalet Bakanlığı’nın atama listesine ise HSYK üyeleri ‘siyasi kadrolaşma’ gerekçesiyle karşı çıkıyor.