1 Mayıs 2009 da geçti. Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi sol ve emek hareketi geçmiş bir yılda biriktirdiklerini hem politik hem de örgütsel olarak 1 Mayıs meydanlarına ve süreçlerine taşıdı. Şimdi herkes kendine göre bir bilanço çıkarmaya çalışıyor. Ama ülkemiz solunun kimi kötü alışkanlıkları, sağlıklı bir değerlendirme yapabilme ve geleceği kazanabilme imkanlarının önünü tıkıyor. 1 […]
1 Mayıs 2009 da geçti. Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi sol ve emek hareketi geçmiş bir yılda biriktirdiklerini hem politik hem de örgütsel olarak 1 Mayıs meydanlarına ve süreçlerine taşıdı. Şimdi herkes kendine göre bir bilanço çıkarmaya çalışıyor. Ama ülkemiz solunun kimi kötü alışkanlıkları, sağlıklı bir değerlendirme yapabilme ve geleceği kazanabilme imkanlarının önünü tıkıyor.
1 Mayıs, dünyada ve ülkemizde ezilenlerin, sömürülenlerin, ezenlere ve sömürenlere karşı bir güç gösterisidir. Bu gücün gösterilmesine sadece sayısal sonuçlarla ulaşılamaz. Asıl olan, egemen sınıfların somut gerici siyasetlerinin boşa çıkarılması ve yeni ilerici mevzilerin kazanılmasıdır. 1 Mayıs işçi sınıfının sadece “bayramı” değil, ülkedeki siyasal mücadelenin içeriğinin işçiler ve emekçiler açısından belirlendiği bir gündür de.
Nisan ayı, yerel seçimlerden gerileyerek çıkan AKP’nin önünde engel olarak gördüğü herkese yönelik bir baskı ve terör harekatıyla geçti. Bu harekatın bir hedefi de 1 Mayıs’tı; gerileme eğilimine giren AKP iktidarı, önümüzdeki kriz döneminde kendisine karşı sol ve emek cephesinden gelişecek bir muhalefeti baştan sınırlamak ve kontrol altına almak istemişti. AKP’nin, baskı ve terör kampanyalarıyla toplumsal muhalefeti kontrol altına alma çabaları daha baştan militan bir 1 Mayıs çizgisi ile boşa çıkarıldı.
Üç yıldır Taksim hedefli sürdürülen 1 Mayıs’ı ve meydanımızı kazanma mücadelesi başarıldı. AKP hükümeti 1 Mayıs’ı tatil ilan etmek zorunda kaldı. Taksim ise binlerce işçinin emekçinin katıldığı bir eylemle 1 Mayıs alanı oldu. 1 Mayıs’ı tatil ilan eden AKP hükümetinin, mücadele ile aldığımızı sanki kendi lütfuymuş gibi sunarak takındığı demokrasi maskesi, Taksim’in arka sokaklarına sıkıştırmaya çalıştığı kitle tarafından düşürüldü. 1 Mayıs-Taksim, yerel seçimlerde gerilediği ortaya çıkan AKP’ye karşı önümüzdeki dönem sol ve emek eksenli fiili, meşru, militan bir toplumsal muhalefetin yaratılmasında önemli bir eşik oldu.
1 Mayıs’ın kazanılmasında emeği geçen bütün örgütlerin, emekçilerin ellerine sağlık.
1 Mayıs’ta Sol
EMEP’i saymazsak sol genel olarak bu yıl 1 Mayıs politikalarının oluşturulmasında sonuç itibariyle olumlu bir tavır sergilemiştir. EMEP hariç, çünkü, bu parti ve temsilcileri 1 Mayıs toplantılarında “az sayıda devrimci ile birlikte olacaklarına kitlelerle olmak adına Türk-İş’in yanına gideceklerini” ifade etmişler ve öyle de yapmışlardır. Ancak bütün devlet-AKP desteğine rağmen Kadıköy’deki kitlesellik ve işçi katılımı, Taksim’le kıyaslanamayacak kadar düşük kalmıştır. “Kitlesellik ve işçilerle kucaklaşma” gerekçesiyle yapılan Kadıköy tercihinin, yalnızca bu gerekçe baz alındığında bile yanlış olduğu gün gibi ortaya çıkmışken, bu arkadaşlar bir ders çıkarmadıysa, hala Taksim 1 Mayıs’ına saldırmaya devam ediyorsa, onlara söyleyecek pek bir sözümüz yok.
1 Mayıs günü, Taksim’in ara sokaklarından “makul sayıda” tutulmaya çalışılan ana korteje katılmak ve Taksim’e çıkmak için canla başla dövüşen emekçilerin ve devrimcilerin takdire şayan kararlı duruşu, bütün bir 1 Mayıs kavgasının kazanılmasının ana motoru olmuştur. Taksim’in onuru, ara sokaklarda kan ve ter içinde ana korteje güç katan, insan sağlayan, katılanları motive eden direnişçilerindir. Bu direniş gösterilmeseydi, “makul” sınırlara sıkıştırılan ilerici güçler de 1 Mayıs’ı Taksim’de temsili bir törenle kutlama durumunda bırakılacaktı.[1] Her ne kadar Taksim’in arka sokaklarında evleri taşlamak gibi, bazı anarşist gruplarca sergilenen kimi nahoş görüntüler[2] yaşanmışsa da direnişin genel karakteri düzgündü. Başta AKP yandaşı medya olmak üzere yayılmaya çalışılan, yasadışı gruplar ve sendikacılar ayırımı da tutmamıştır.
DİSK ve KESK yöneticilerini, her ne kadar sürecin örgütlenmesinde ciddi yetersizliklere neden olmuşlarsa da, tebrik etmek gereklidir. Taksim meydanında işçilerle, sosyalistlerle kitlesel 1 Mayıs kutlaması ve anması gerçekleştirme tavırlarının sonuna kadar arkasında oldular. Devrimcileri, militan işçi ve halk topluluklarının ara sokaklarda yürüttüğü kavgayı da kamuoyu önünde taviz vermeden savundular. Onlar, Taksim’de bu dinamizm sayesinde olduklarını bilecek kadar tecrübeli davrandılar…
Ancak solda Taksim’de bu onuru paylaşan kimilerinin, yaşananları kolektif bir akılla değerlendirmediği, doğru sonuçlar çıkarmadığı da görülmektedir. TKP’nin ve sol.org’daki kimi yazarların yaptığı değerlendirmelerin hakkaniyet ve dostluk ölçülerine sığmadığını belirtmekte fayda var.
‘Ben küstüm oynamıyorum’ tarzı siyaset, siyaset değildir
Aynı meydanın yolunda onurluca birlikte yürüdüğümüz TKP’nin, 1 Mayıs sonrası değerlendirmeleri eleştirilmeden geçilemeyecek kadar önemlidir (1 Mayıs sürecinde eleştirilecek daha bir dizi sorun varken, TKP’nin değerlendirmelerini eleştiri konusu yapmamız bir dost tepkisi olarak değerlendirilmelidir). Çünkü, eğer dersler düzgün çıkartılmazsa, grupların kendi pozisyonlarını izah etmek için, başkalarını küçümseyerek kendisini başarılı göstermek gibi tavırlar öne çıkarsa solun geleceği açısından kaygı verici bir durum söz konusudur. Siyasal iktidar bu yılki manevrasında tümden de başarısız değildir. Veya başarısızlığını azaltma olanaklarına sahiptir. Bu yılki “makul” sayı zorlamasıyla 1 Mayıs’ı işçilerin değil sendikacıların günü haline getirmeyi denedi. Önümüzdeki yılın 1 Mayıs’ının kimin bayramı olacağı devrimcilerin, sosyalistlerin doğru ve güçlü yaklaşımlar ortaya koymasıyla mümkün olacaktır.
TKP’nin, 1 Mayıs politikası daha hazırlık aşamasında problemlidir. 16 Nisan’da yayınlanan ve 1 Mayıs hazırlıklarını değerlendiren TKP bildirisinden[3] görünen şudur. TKP, sendikal bürokrasinin 1 Mayıs hazırlık sürecindeki ben merkezci tutumuna ve güçsüzlüklerine takılıp kalmıştır. “Türkiye Komünist Partisi bu toplantılara, bir yararı olduğunu düşünmediği için katılmamıştır.”[4] DİSK ve KESK yönetimlerini cesaretlendirecek girişimler ve sürecin güçlendirilmesine katkı yapmak yerine ‘ben küstüm oynamıyorum’ tavrı öne çıkmıştır. Bildiride, sendikal bürokrasiye yönelik bildik klişe eleştireler dışında dişe dokunur bir şey yoktur. Sonuç; “siz bizim dediğimizi yapmıyorsunuz o zaman biz de Çağlayan’a miting başvurusu yapıyoruz” olmuştur. Buradaki bir diğer temel güdü de, TKP yönetiminin, içine düştüğü öznel sorunlar nedeniyle, AKP’ye karşı ilerici toplumsal muhalefetin diğer bileşenleriyle birlikte bir mücadeleye öncelik vermek yerine, kendilerini rahatça, sere serpe, kitlesel biçimde sergileyebilme ihtiyacını öne çıkartacak kadar benmerkezci bir tutum alma ihtiyacı duyarak Çağlayan başvurusuna yönelmiş olmasıdır.
Gerekçe ise şöyle açıklanmıştır;
“Ancak 1 Mayıs hazırlıkları bu biçimde sürdüğü, geçtiğimiz yıllarda yaşananların basit bir tekrarı olarak görüldüğü sürece TKP, tüm Türkiye’den kitlesel katılım konusunda kesinlikle taviz vermeyen bir siyasi parti olarak ortaya çıkan olumsuz tablonun sorumluluğunu üstlenmeyecektir. Şu anda bir ‘önlem’ olarak Çağlayan’da miting başvurusu yapmış bulunuyoruz. Bu hem Türk-İş yönetiminin manevralarına karşı hem de 2009 yılında da ‘dağınık’ bir 1 Mayıs geçirilme olasılığına karşı bir ‘önlem’dir.“[5]
Peki ne olmuştur da “TKP 1 Mayıs-Taksim politikasını gerçekten güçlendirecek adımlar atılmadığı takdirde, 1 Mayıs günü D
İSK ve KESK’le birlikte hareket” etmeme tavrından vazgeçmiştir. TKP’nin “kitlesel ve tek 1 Mayıs’a o kadar gereksinimimiz var” politikasına karşı, kalan on dört günde sendikalar medyadan sürdürdüğü kampanya dışında 1 Mayıs’ı daha güçlü ve daha kitlesel yapabilecek başka bir girişimde mi bulunmuştur? Tabiî ki değişen bir şey yoktur. Değişen, TKP yönetiminin aldığı bu “önlem”e, bu yanlış tutumuna, partinin ikna edilememiş olmasıdır.
Bu tutumdaki ana sorun öncülük anlayışı ile ilgilidir. Devrimciler, komünistler, politik bir süreci, mantıki ve olabilecek en ileri sonuçlarına doğru zorlarlar. “Ben küstüm oynamıyorum” demezler. Çağlayan başvurusuna ise söylenecek söz yoktur. TKP, EMEP’in durumuna düşmekten son anda yaptığı bir manevra ile kurtuldu. Bunu da parti içindeki sol duyuya borçludur.
Çiçek saksıları, direniş ve TKP
Hadi buraya kadar anlaşılabilir. Bir sol grup kararsızlığa düşmüş ve sonra tavrını düzeltmiş. Ama 1 Mayıs değerlendirmesiyle ilgi resmi parti bildirisinde yazılanlar ve gerekse sol.org’da kimi yazarların yazdıkları düşündürücüdür. Bu yazılardaki, genellikle liberallere karşı mücadele ediliyormuş izlenimi altında kendi hatalarını örtme çabası güden ve solun mücadele anlayışını eleştiren yaklaşımları gözden kaçmamaktadır. Oysa daha samimi bir tavırla özeleştirel bir yaklaşım göstermek çok daha yapıcı bir tutum olurdu.
TKP, 1 Mayıs değerlendirme bildirisinde[6] “Taksim’in kitlesel bir gösteriye açılması önemlidir ve TKP olarak burada katkımız büyüktür.” ,”Taksim kazanımı, bunun sola moral ve enerji katıcı etkisi, bizim bu kolektif emeğimizin büyük pay sahibi olduğu bir sonuçtur” diyebilmektedir. Bu katkıyı ne 1 Mayıs öncesi tutumuyla ne de alandaki tutumuyla gerektiği gibi göstermemiş olan TKP yönetiminin, bu katkıyı kelle hesabıyla ölçmekte olduğu yazıda açıkça anlatılmaktadır. Çağlayan’a başvuru yap, 1 Mayıs kutlamalarının parçalanacağı görüntüsü ve duygusuna katkılarda bulun, düşmanın elini güçlendiren, taraftarlarını ve dostlarını şaşkına çeviren tutumlar izle sonra da Taksim kazanımında büyük pay bizimdir de. Pes yani…
TKP yönetiminin değerlendirmesinde politika yapış biçimi olarak, en doğru politik sonuçların en kitlesel eylemlerle alınacağına dair dogmatik bir inanç var. Bu dogmatik bakış açısı TKP yönetimini yaptığı değerlendirmelerde enteresan matematik hesaplarına götürmektedir. Taksim’deki kitlenin üçte birine yakının kendi kitleleri olduğunu, (ki iddiası da doğru değildir) kitlesel katılımlarının 1 Mayıs’ı kurtardığı söylemektedir. Kaldı ki, altı bin göstericinin iki bini siz olsanız ne fark eder. Taksim’deki kitle altı bin olunca kitlesel, dört bin olunca zayıf mı oluyor? Bu nasıl bir matematik ve bu nasıl bir siyasettir.
TKP, kitlesinin çoğunluğunun Taksim’e girememe nedenini “polis engellemeleri ve bizim dışımızda süre giden çatışmalar aşılamamıştır” diye açıklamış. Yani onlar için ara sokaklarda süren Taksim-1 Mayıs kavgası akılcı değildir ve kitle katılımını engellemiştir. Akılcı olan sendika liderlerinin yanında yer kapmak mıdır? TKP, kendi kitlesine de ana korteje katılım imkanı veren şeyin ara sokaklarda süren kavga olduğunu kabul etmemektedir. Çünkü kabul ederse izlediği bütün yanlış çizgi ortaya çıkacaktır. Oysa, Taksim civarında yaşanan direniş savunulmadan polisin terörü de eleştirilemez.
TKP yönetiminin, Taksim’in arka sokaklarında süren kavganın 1 Mayıs’ın onurunu kurtardığı gerçeğini örtme çabası Aydemir Güler tarafından sol.org’daki yazısında[7] ifrata vararak işi alay etme çabasına kadar götürülüyor.
“Bir ara fırsatım olursa, çiçek saksılarından barikat kurulabileceğini sananlar için, 138 yıl önce Paris’te işçilerin hangi boyutlarda barikatları nelerden imal ettiklerini, zamanında Kamu Selamet Komitesi’nin yayınladığı bir bildiriden hareketle aktarmayı düşünüyorum. Barikatın ciddi bir iş olduğunu öğrenmekte yarar vardır.”
Güler, Paris barikatlarına gönderme yaparak dalga geçmeye çalışacağına 25 bin polis ve yüzlerce panzer ve zırhlı araca karşı kendini korumak için elinde sadece çiçek saksısı olan emekçileri takdir etmeliydi. Somut amaçları sadece Taksim meydanını kazanmak olan meşru bir sokak direnişi örgütleyenlerle, silahlı bir devrimin barikatlarını karşılaştırmak en hafifinden tuhaflıktan başka bir şey değildir. Ara sokaklarda saksı ve benzeri malzemeyle kendini savunmaya çalışmak, oraya geliş amacı Taksim’e gitmekten başka bir şey olmayan insanları anlatır. Dolayısıyla, çatışmak için hiçbir hazırlık yapılmadığını gösterir. Ancak polis her gördüğü kalabalığa plastik mermi, su ve gaz sıktığı için, yapılan, eline ne geçerse kendini savunmaktan başka bir şey değildir. Evet hazırlıkları yoktu. Evet acemiydiler. Böyle böyle öğrenecekler büyük barikatlar kurmayı. Saksılarla başlamak lazım ki, ilerde Kiraz Zamanları geldiğinde kendilerine “hayatında saksıdan bile barikat kurmamış bir adam” demesinler.
Ayrıca Aydemir Güler’in, nasıl kitabına uygun barikat kurulacağını öğretmek için 138 yıl önce Paris’teki örneklerle kendisini sınırlamasına gerek yok. Paris komünarlarının öğrettiklerini kendine özgü biçimde bizim tarihimizde Tariş’te, Tuzluçayır’da, Gazi’de, 1 Mayıs Mahallesi’nde ve sayısız gecekondu direnişinde uygulayanlar da oldu. Gerçi, eminim, buralara yolu düşüp de görmüş olsa, Güler, bunların da ya malzemesine, ya mimarisine ya da en azından estetiğine bir kusur bulurdu.
Aydemir Güler, “Devlet terörünün düpedüz ‘size saldırarak işçilerin 1 Mayıs’a ilgi göstermelerini engelliyorum’ dediği, medyanın da gerekeni yaptığı kesimlerin bu saldırıyı zora koşmak için, oyunu boşa çıkarmak için ne yapmayı düşündüklerini de merak ediyorum. Kaldırım taşı sökmeye çalışmaktan gayrı…” diye söyleniyorsunuz. Size hatırlatmakta yarar var; “Saldırılara cevap vermeyelim, egemenlerin oyununa gelmeyelim” çok eski bildik bir teranedir. Sizin de eleştirdiğiniz 60-80 döneminin TKP’sinin ana fikridir.
Gerek Aydemir Güler’in yazılarında gerekse TKP yönetiminin resmi açıklamalarında TKP’lilerin Taksim’e girmek için herhangi bir direniş göstermediği savunulmaktadır. 2008 yılında Taksim’in kıyısından dağıl denince nasıl dağılınmışsa, 2009 polis barikatlarında da benzeri olmuştur. Kendileri de ancak direnenlerin açtığı gediklerden Taksim’e girebilmişlerdir. Oysa TKP’liler de polis teröründen nasibini almışlar, tüm grupların birbirine karıştığı barikat artlarında, ara sokaklarda Taksim’i zorlayan kitleyle aynı kaderi paylaşmışlardır. Tavsiyemiz odur ki, TKP’li genç arkadaşların militan potansiyelinin sınırlandırılmadığı, ellerinin kollarının bağlanmadığı koşullar TKP ve sol açısından meşru direnme çizgisinin gelişimi bakımından daha yararlı olacaktır.
Taksim’in 1978’den sonraki tarihi TKP’nin anlattığı gibi 1996’da kendilerinin coplanmasıyla başlamıyor. 1979’da sıkıyönetim koşullarında onbinler mahalle barikatlarında dövüşürken, Behice Boran da 1000’e yakın TİP’liyle Taksim’e çıktı*.1 Mayıs kutlamanın bütün ülkede yasak olduğu 1988’den 1991’e kadar 4 dört yıl boyunca Taksim ve etrafında 1 Mayıs çatışmalarla kutlandı. 1989 1 Mayıs’ında Taksime çıkmak isteyen genç bir işçi Mehmet Akif Dalcı kaldırım taşı sökerken orada bir trafik polisi[8] tarafından vurularak öldürüldü. Bugünkü sol hareketin önemli bir kadro birikimi de bu süreçlerin içinde oluşurken, solun bugünkü Taksim direnci de o günlerde maya
landı.
Aynı yerde yazan bir başka yazarın şimdiden önümüzdeki 1 Mayıs’ı ipotek altına alma, Taksim’i baştan savma tutumu aslında TKP’nin çizgisini en iyi özetleyen cümlelerdir. “Gelecek sene ne olur bilinmez, ancak 1 Mayıs mümkünse Taksim’de, olmuyorsa başka bir yerde tüm emekçileri kucaklayacak şekilde meydanlarda kutlanılmasının önemi artık geldi de geçmektedir. “[9] Politika, somut-pratik yapılan bir iştir. Peki ama, 2010 yılının 1 Mayıs’ı için şimdiden biçim önermek nasıl bir iştir?
TKP ülkemizin diğer kentlerinde yapılan 1 Mayıs gösterilerini tamamen görmezden geldi. Oysa, ülkemizin dört bir tarafında otuz yıldır 1 Mayıs kutlanmayan yerlerde bile on binlerce emekçi meydanlara çıktı. TKP’nin hiçbir yayın organında bu meydanlar haber ya da yazı konusu olmadı.
Derdimiz üzüm yemek…
Kendi iç sorunlarımızı ve hatalarımızı ne başkalarıyla alay etmeye çalışarak, ne de gereksiz- haksız böbürlenmelerle aşmaya çalışmak sola bir şey kazandırmıyor. Sizden, “1 Mayıs 2009 Taksim’in kazanımları ve onuru bütün eksik ve hatalarına karşı o gün orada olanlarındır” demenizi beklerdik. Fazla söze gerek yok, Taksim anıtında Voroşilov ve Frunze’nin heykellerinin üstünde dalgalanan rengarenk bayraklar bu kavganın kolektif ve enternasyonal olduğunu gün gibi anlatıyor.
Önümüzdeki kriz dönemi içinde, işçi ve halk mücadeleleri ne sendikal bürokrasinin ürkek tavırlarının, ne de kararsız kaldığı durumlarda tercihini içindeki geri eğilimlerden yana kullanan örgütlerin üstesinden gelemeyeceği kadar zorlu bir süreç olarak yaşanacak. Bu açıdan bakıldığında 1 Mayıs 2009-Taksim kavgasının meşru ve militan örgütlenişi önümüzdeki dönemin kitle mücadelelerine ışık tutuyor. Yolumuz açık olsun…
dipnotlar:
1. EMEP bunu öngörmüş olabilir. Bu şekilde Kadıköy daha kalabalık olacak ve EMEP de bu sayede zevahiri kurtaracaktı.
2. Benzer görüntüler aynı ya da benzer anlayıştaki bir grup tarafından Ankara-Sıhhiye’deki mitingte de sergilenmiştir. Otobüs durakları ve cam bariyerler amaçsızca tahrip edilmiştir. Böylesine büyük bir politik çatışma içerisinde dipnotlarda geçilebilecek, bu tür amaçsız şiddet gösterileri medyada ve solun kimi unsurlarınca haklı bir direnişin karalanması amacıyla kasıtlı olarak bolca kullanılmaktadır.
3. TKP’den sendikalara 1 Mayıs mektubu – http://www.tkp.org.tr/partiden/tkpden-sendikalara-1-mayis-mektubu
4. Aynı yer.
5. Aynı yer
6. 1 Mayıs Mektubu – TKP – http://www.tkp.org.tr/partiden/1-mayis-mektubu
7. 1 Mayıs’tan Sonra- Aydemir GÜLER- http://haber.sol.org.tr/yazarlar/13557.html
8. Sol.org yazarı Burak Gürbüz belki bilmiyordur diye yazma ihtiyacı hissettim.
9. Ve… 1 Mayıs – Burak Gürbüz – http://haber.sol.org.tr/yazarlar/13559.html
*Hafızam beni yanılttı. Arkadaşlarımın uyarısı üzerine düzeltiyorum. TİP Genel başkanı Behice Boran ve arkadaşları 1 Mayıs 1979’da 1 Mayıs’ın Taksim’de yapılmasını engellemek için sıkıyönetim tarafından konulan sokağa çıkma yasağına rağmen, Merter’de sokağa çıkmış ve sıkıyönetim güçleri tarafından gözaltına alınmıştı.