1 Mayıs 1 Mayıs/ İşçinin emekçinin bayramı/ Devrimin şanlı yolunda/ İlerleyen halkların bayramı 1 Mayıs üzerine bu kadar zengin bir tartışma dünyanın başkaca bir ülkesinde yapılmış mıdır bilmiyorum ama yapılmışsa da Türkiye’deki kadar ancak yapılmıştır.[1] Her dilde marşı var mıdır sanmıyorum ama Türkçe’de, yazının başına nakaratını koyduğumuz çok güzel bir marşı var ve bu marş […]
1 Mayıs 1 Mayıs/ İşçinin emekçinin bayramı/ Devrimin şanlı yolunda/ İlerleyen halkların bayramı
1 Mayıs üzerine bu kadar zengin bir tartışma dünyanın başkaca bir ülkesinde yapılmış mıdır bilmiyorum ama yapılmışsa da Türkiye’deki kadar ancak yapılmıştır.[1] Her dilde marşı var mıdır sanmıyorum ama Türkçe’de, yazının başına nakaratını koyduğumuz çok güzel bir marşı var ve bu marş 1 Mayıs’ı kutlayan herkesin mutabakatı aynı zamanda. Türkiye’de 1 Mayıs, işçi sınıfının devrimci geleneğinin taşıyıcısıdır. Bu Türkiye devriminin özgün tarihinin bir sonucudur. Egemen sınıflar devrimci kabarışı engellemenin yolu olarak işçi sınıfının devrimci siyasetle buluşmasını sürekli engellemeye çalıştılar. Engelleme kabaca iki yöntemle yapıldı: yasaklama (yasadışı ilan etme) ve yasallık kazanmayı başardığında ise katliamlara varan bir terör uygulama. Bu iki yöntem hep uygulana geldi. Üçüncü bir yöntem olarak içerme-massetme gibi elde etme yöntemleri ise sömürge tipi faşizmin Türkiye’de pek denediği yöntemler olmadı. 1 Mayıs’ı ‘bahar bayramı’ ilan etme, 23 Temmuz’u ‘işçi bayramı’ ilan etme gibi girişimler başarısı mümkün olmayan denemelerdi. Kapitalist merkezlerde ise massetme çabaları daha başarılı uygulanabilmektedir.
Egemen sınıflar tarih boyunca kendi geleneklerini, göreneklerini, dinlerini, günlerini, ikonlarını kısaca simgelerini ve “kutsallarını” ezilenlere de benimsetmeye çalışırken, ezilenlerin kendi simgelerini ve “kutsallarını” oluşturmalarını engellemeye, bunlara saldırıp yok etmeye çalıştılar. Bunu başarmakta zorlandıklarında ise massetmeyi tercih ettiler (bunun en eski ve en bilinen örneği Roma’nın çarmıha gerdiği İsa’yı ve dinini elde etmesidir). Simgelerin ve “kutsalların” bir davayı yaygınlaştırma, toplumlara benimsetme, kavratma ve kuşaktan kuşağa yayma açısından vazgeçilmez bir rolü vardır. Bunların toplamıyla ve başarısıyla gelenek oluşur. Bunların gericileştiği her an mutlaka egemen sınıfın eline geçtiği zamandır ve içeriklerinden arındırılmış, ezilenlerin elinden alınıp egemenlik ilişkisinin sürdürülmesinin desteği haline dönüştürülmüştür.
Böyle bir girişe neden ihtiyaç duyduk? Çünkü sermaye sınıfı ülkemizde ilk kez bu yıl 1 Mayıs’ı ‘evcilleştirmeye’ kalkıştı. Daha önce kararsız girişimleri olsa da 1 Mayıs’ın gerek işçi sınıfının uluslararası tarihinden gerekse de ülkemizin tarihindeki devrimci niteliğinden gelen güçlü geleneği buna izin vermemiştir. Bugün ise kapitalizmin tarihinin en büyük krizinin etkisindeki ülkemizde sıkışan sermayenin ve AKP iktidarının, emek hareketini massetme arzusunun parçası olarak bu denenmeye kalkışılıyor. 2007 ve 2008 yıllarında AKP’nin 1 Mayıs karşısındaki tutumu Gün’e “AKP karşıtı bir eylem günü” özelliği de katmış ve bu özelliğin bu yıl seçim gerilemesi ve krizle birleşmesiyle emek hareketinin sağlayacağı gücü kırma kaygısıyla ‘operasyon’ başlatılmıştır. Operasyon bir AKP prodüksiyonudur, başrol oyuncuları Türk-İş ve Hak-İş’tir ve çeşitli kesimlerden figüranları vardır.[2]
Operasyonun planı basittir: 1 Mayıs tatil günü ilan edilecek, Türk-İş ve Hak-iş bunun için hükümete teşekkür edecekler ve 1 Mayıs’ı Taksim dışında bir yerde ve kriz karşıtı ama zinhar hükümet karşıtı olmayan bir gün olarak kutlayacaklar. Bunun yapılabileceğini de, 29 Kasım mitinginin çağrı bildirilerinde tek bir AKP karşıtı sözcük geçmemesinden biliyorlar. Hükümetin/ Vali’nin istediği bir alanda Mustafa Kumlu’nun ve Salim Uslu’nun, işçilerin AKP’ye minnet duymalarını sağlama çabaları ile bir 1 Mayıs kutlaması başarıldığında Türkiye işçi sınıfı Ecevit’ten sonra ikinci “işçi babası” ( Ecevit’in hikâyesi için, Çetin Uygur’un makalesine göz atılabilir) siyasetçisine kavuşmuş olacaktır. Sendikal rekabet amacıyla da Türk-iş ve Hak-İş’in, “DİSK ve solcular 40 yıl boyunca ideolojik davrandılar, (DİSK’in kuruluşunu ve 15-16 Haziran’ı da içine katarak) işçi sınıfını, böldüler, kışkırttılar, kırdırdılar, coplattılar ama bir şey elde edemediler. Biz uygun zamanda uygun yöntemlerle diyalog yoluyla hakları alıyoruz, kavgadan işçi sınıfına hayır gelmez haydi uzlaşmaya” türünden bolca propagandalarıyla karşılaşacağız. Böylece sarı sendikacılıktan sonra işçi sınıfı “sarı” 1 Mayıs ile de tanışmış olacak (bu arada sarı sendika olmanın ölçüsünün, yaygın olan kanının aksine, devrimci ya da reformist olmasıyla değil işbirlikçilikle ilgili bir durum olduğunu hatırlatmakta yarar var).
Bu planı bozan şey DİSK’in “Taksim’de 1 Mayıs” açıklamasına KESK, TTB, TMMOB gibi ilerici emek örgütleri ve diğer sol örgütlerden gelen destek oldu. Bu açıklamadan sonra hükümetten, sağdan, soldan salvolar başladı. Bunların Türk-İş, Hak-iş ve AKP kanadından gelenlerini anlayabiliyoruz. Ancak ‘sol’dan gelenleri anlamak oldukça zor. Soldaki “Taksim karşıtı” iki ayrı tutum birbirlerini de eleştirerek EMEP ve TKP’den geldi. TKP prensip olarak Taksim’i doğru bulurken istediği koşullar oluşmadığı için veya oluşturulmadığı için Çağlayan’a başvurdu. EMEP prensip olarak da Taksim’e karşı çıkıyor, Türk-İş neredeyse orada olunmasını öneriyor. Bu tavırlarını da anlaşılan oldukça zahmet çekerek izah etmeye çalışıyorlar.[3]
TKP yaptığı açıklamada ve emek örgütlerine yolladığı mektupta, “Tek ve kitlesel 1 Mayıs“ı anlamlı buluyor, “bir yanda protokoler 1 Mayıs diğer yanda çatışmayı” reddediyor, “2007-2008’in tekrarını ret” ediyor, “sol ile kitleler arasında açılan mesafe“yi doğru bulmuyor, “DİSK ve KESK’in Taksim politikasını gayrı meşru hale getirecek” olan “Türk-İş’in ayrı 1 Mayıs tavrını mahkum” ediyor, 1 Mayıs’ın “sınıf bölücüsü sağcı sendikalara” kalmasını kabul etmiyor ve tüm bunlara “önlem” olarak Çağlayan’a başvurduğunu söylüyor. Kısaca özetlediğimiz her biri kendi içerisinde de tutarsızlıklar içeren yukarıdaki önermelerle tavır arasında da bir tutarlılık bulmak oldukça zor. Anlayabildiğimiz şey TKP, “bizim istediğimiz koşulları sağlarsanız biz de Taksim’e geliriz” mealinde şeyler söylüyor. Ancak ne emek örgütlerinin bu koşulları sağlamaya ne kadar muktedir oldukları belli ne de bu koşuları sağlamaya dönük TKP’ nin bir önerisi var (tüm Türkiye’den Taksim’e gelinmesi ise 2007’yi tekrar ederse TKP’ nin kaygılarına çözüm olması mümkün değil). Türk-İş’in ayrı 1 Mayıs yapmasını mahkum ederken kendisinin ayrı 1 Mayıs yapmasını ‘önlem’ olarak nitelerken aradaki farkı izah etme gereği duymuyor. TKP, hangi amaçla yaptığını izah ederse etsin Sol’un ve ilerici emek örgütlerinin ‘Taksim’de 1 Mayıs’ çabasını güçlendirmemiş aksine her kesim nezdinde zayıflatmıştır.
EMEP’liler ise bir sürü şey söylese de anlaşılıyor ki “Valilik izin vermezse” Taksim’de 1 Mayıs’ı doğru bulmuyor, hatta “Taksimcilere” hiddetinden ayarı kaçırmış olacak ki (İ. Sabri Durmaz) izinli olsa da Taksim’i tercih etmiyor.
Önce Mustafa Yalçıner’den okuduk EMEP’in yaklaşımını. “Taksim’de 1 Mayıs” diyenleri, “Sendika bürokratları ve küçük burjuva devrimcileri” olarak tanımlıyordu. “Taksimcilere” düşmanca söyleminden bir şey yitirmese de “sosyal-faşist” dememesi bir ilerleme olarak değerlendirilebilir. Bu yaklaşımı İ. Sabri Durmaz ilerleterek sürdürdü. Özetle bizde 1 Mayıs’ı “siyasi fraksiyonlar” kutluyormuş; “sendikalar ve emek örgütleri ‘kutsal sembo
llerle’ uğraşıp alan fetişizmi üzerinden emekçileri” bölüyorlarmış; “tüm ülkeyi, işyerlerini, hizmet birimlerini 1 Mayıs alanı yapmak” gerekirmiş. “1 Mayıs’ı bir şov gününe, fraksiyonların yarış gününe ya da kendi geleceğini kurtarma aletine dönüştürmek isteyenlerin oyunları bozulmalıdır” dedikten sonra iki de soru soruyor: “hangi güçle ve nasıl Taksim’e çıkacaksınız” ve “Valilik izin vermezse ne yapacaksınız?” diye.
Sırasıyla ele alırsak: Taksim’de 1 Mayıs isteyenler küçük burjuva devrimcileri ve sendika bürokratları olunca başka bir yer diyenler proleter devrimciler, yani EMEP’liler, bürokrat olmayan sendikacılarla işçi önderleri ise Mustafa Kumlu ve Salim Uslu oluyor. Ki EMEP her zaman “Türk-İş nerede biz orada” şiarı ile davranıyor.[4] “Sol fraksiyonlar” edebiyatının iktidarın bir demagojisi olması bir yana o sol fraksiyonların kortejlerindeki insanların ezici bir çoğunluğunun informel sektörlerde çalışan güvencesiz işçiler olduklarını bilmemek mazeret değil olsa olsa kabahattir. Sendikal hareket, emek hareketinin bir parçasıdır ama tamamı değildir. Sendika dışı emek hareketinin önemli parçalarını ‘sol gruplar’, ‘sol fraksiyonlar’ oluşturmaktadırlar. Sendikaların erişemedikleri, örgütlemedikleri veya örgütleyemedikleri kesimler sol tarafından sınıf mücadelesine devrimci unsurlar olarak katılmaktadır. Ve henüz formel bir hareket halini almamış olsalar da günümüzde emek hareketinin en politikleşmiş kesimini bunlar oluşturmaktadırlar. Emek hareketi, ücret ve çalışma koşulları uğruna yürütülen mücadeleye, işyeri ve işkolu sınırlarına ve de sendikal mücadeleye indirgenemez. Daha fazlasını ifade eder. Salt ekonomik değil politik bir harekettir.
“Kutsal semboller” lafına “alan fetişizmi” lafı da eklenerek Taksim kararlılığı saçma gösterilmeye çalışılırken 1 Mayıs’ın da bir ‘sembol’ olduğu unutuluyor. Alan fetişizmi yapmamak lazım, bu doğrudur ama bu, ifrata vardırıldığında “her günü 1 Mayıs’a çevirelim, gün fetişizmi yapmamak lazım”a kadar gidilebilir. Her yeri “1 Mayıs alanı” yapmak önerisi genel bir doğru gibi görünse de lafın doğrusu “her yeri mücadele alanı yapmak”tır. İşyerlerini (olağanüstü dönemler dışında) 1 Mayıs alanı olarak tarif etmek doğru değildir, çünkü 1 Mayıs işçilerin iş bırakıp bir alanda birleşmeleri ana fikrine dayanır ( Rosa Luksemburg’un ilgili yazısı için bakınız ) ve bir güç gösterisi (yani EMEP’li yazarın küçümsemek için kullandığı ‘şov’) günüdür. “Kendi geleceğini kurtarma aletine” dönüştürmek isteyenlerin ise (EMEP’in peşinden ayrılmadığı) Türk-İş yönetimlerinde her yerden kat kat fazla miktarda bulunduğuna hiç kimsenin şüphesi olmasın. Evet bu oyun bozulmalıdır ve Taksim kararlılığı hükümetle içli dışlı işleyen bu oyunu bozmanın ta kendisidir. Yazarın sorduğu iki soruya ise cevap (1988’den bu yana) yıllardır defalarca verilmiştir. Ve sormak bile anlamsızdır, tartışma zaten Valiliğin izin vermemesi üzerine yapılmıyor mu? Yoksa İ. S. Durmaz Vali’nin izin verdiği koşulda da mı Taksim’e karşıdır? Aslında öyle olduğu şu garip hayalden anlaşılıyor: Eğer her yerde 1 Mayıs yaparsak, “2 Mayıs 2009 günü, sermaye basını da emek basını da genel tabloyu; “Yüz binler, hükümete ve IMF’nin krizin yükünü emekçilere yıkan politikalarına hayır dedi”, “Emekçiler hükümeti uyardı”, “Dev silkelendi!” gibi başlıklarla vereceklerdir. Ülkeye ve dünyaya da böyle bir hava yayılacaktır. Miting alanına gelmeyenler, “Tüh, keşke ben de gitseydim” diyecekler; hükümet ve patronlar kara kara düşünecek, “Taksim’i verseydik acaba daha iyi mi yapardık?!” diye hayıflanacak”. Demek ki hükümet ve patronlar başka yerde daha kitlesel olma riskini göze alıp Taksim’deki daha zayıf (yasal) mitingi göze almıyorlar, bunun için de her an pişman olabilirlermiş.
EMEP’li yazarlar bunları yazarken, EMEP’li sendikacılar da Taksim seçeneğini zayıflatmak için pratik faaliyet yürütüyorlar. DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve diğer ilerici örgütlerin İstanbul’da Taksim, diğer illerde Taksim açılmadıkça tüm yasaklı alanları hedefliyoruz, kavga tüm Türkiye’ye yayılacak yönündeki taktiği Hükümeti, Türk-İş’i ve EMEP’i fena halde telaşlandırmış. Hükümet, Türk-İş eliyle bu taktiği boşa çıkarmaya çalışırken EMEP de Türk-İş’e destek çıkarak aynı doğrultuda çaba sarf ediyor. KESK şubeler platformlarında Türk-İş’le birlikte acilen yerellerde 1 Mayıs başvurusu yapma doğrultusunda zorlamalar yapmakta, böylece ilerici emek örgütlerinin taktiğini açıkça boşa çıkarmaya çalışmaktadır.
1 Mayıs, işçilerin herhangi bir konuda taleplerini dile getirdiği ya da bir saldırıyı protesto mitinginin yapıldığı bir gün değil, politik bir gündür. Güncel talepleri ve protestoları da içeren ancak bunu devrimci gelenekle birleştiren bir gündür. Ülkemizde devrimci niteliği önde olarak emekçilerin kitlesel biçimde rağbet ettikleri (şimdilik) tek gündür. İlk 1 Mayıs, sekiz saatlik işgününün uygulanması talebiyle başlayıp bu hedefe ulaşıldıktan sonra anlamı ve önemi artarak “işçinin, emekçinin, devrimin şanlı yolunda yürüyen halkların bayramı” olmuştur. Emekçilerin uluslararası bir simgesi olabilmesi, uluslararası çapta kutsallaşabilmesi de, gücü de buradan gelir.
Emek örgütlerinin ve solun, Taksim’in talep edilmesi için uygun konjonktürün olduğu konusunda mutabakat sağlamaları pek ender bir durumdur. Ve son üç yıldır da bu konuda en geniş mutabakat sağlanabilmektedir.
1 Mayıs’a giderken ‘Taksim olsun-olmasın’ biçimindeki alan tartışmasına kilitlenip kalmak elbette doğru değildir. Halk ekonomik krizin terörü altında ciddi şekilde ezilmektedir. İşten atılanlar ya işyerlerini işgal etmekte ya da ağlamaktadırlar. Bunun nedeni halkın karşı karşıya kaldığı şiddetin farkında olmasıdır. Ekonomik kriz, halka işsizlik, açlık, kalp krizi, cinnet krizi, aile faciaları… olarak etki etmektedir. Bu terör karşısında emekçilerin militanlaşma eğilimlerini güçlendirecek, cesaretlendirecek haklarını kopartıp alacak bir eylem hattı bizi beklemektedir. Krize karşı Halkın Şartlarını en güçlü haliyle alanlara taşıyabilmek için kitle çalışmalarını arttırmak, hızlandırmak gerekiyor. Bütün Türkiye’de geniş kitleleri en merkezi meydanlara, İstanbul’da Taksim Meydanı’na taşımalıyız.
AKP’nin emek hareketi üzerinde hegemonya kurma planlarını bozmak için; “birlik, mücadele, dayanışma günü” olan 1 Mayıs’ı resmi bayram yaptırmamak için; 1 Mayıs’ı herhangi bir emekçi mitingi mertebesine indirmemek için; emek hareketine, krize karşı militan kitlesel bir eylem hattı kazandırmak için; 1 Mayıs’ın devrimci niteliğini korumak ve güçlendirmek, içi boş bir karnavala dönüşmemesi için; işçilere yasaklı alanları özgürleştirmek için; dünyanın her yerinde olduğu gibi en önemli günü şehrin en önemli meydanında kutlamak için… artık alan tartışmasını bitirmek için 1 Mayıs’ta emekçiler Taksim’de olmalı.[5]
Bunların gerçekleşmesi için Taksim olması gerekli mi? Taksim’de 1 Mayıs’ın gücü nereden gelir?
1977’de Taksim 1 Mayıs alanı ilan edildi ve bir kontrgerilla katliamıyla yasaklandı.[6] 30 yıl boyunca tüm iktidarlar kontrgerillanın amacı doğrultusunda işçileri Taksim’e sokmama politikasını sürdürdüler. Bu pervasızlığa son verilmesi, işçi sınıfı aleyhine kurulmuş politik moral dengeyi kırmak açısından zorunludur. 1988’den 1992’ye kadar (başka yasal mitingler yapılabilirken) 1 Mayıs’ın miting olarak kutlanması yasaktı. Bu dört
yıl boyunca devrimcilerin önderliğinde işçilerin Taksim’i zorlamaları (ki polis kurşunuyla Mehmet Akif Dalcı’nın katledildiği, Gülay Beceren’in sakat kaldığı, onlarca insanın yaralandığı, binlercesinin gözaltına alındığı devlet terörüne rağmen) 1 Mayıs mitingi üzerindeki yasağın kalkmasını sağlamış ve 1992’de Gaziosmanpaşa’da yasal miting yapılmıştır. 2004 yılında Taksim ısrarıyla başlayan fiili Saraçhane 1 Mayıs’ı 8 yıl boyunca mitinglere yasaklı Kadıköy meydanını tekrar miting alanı haline getirilmiştir. 2007 ve 2008 yıllarında Taksim tüm teröre rağmen zorlanarak bugün 1 Mayıs’ta tatil hakkı kazanılmıştır. Diğer şehirlerin diğer yasaklı meydanlarını da 1 Mayıs’a kazandırmak için 2009 1 Mayıs’ında Taksim’de olmalıyız!
*Halkevleri Örgütlenme Sekreteri
dipnotlar:
[1] Halkevlerinin 1 Mayıs yaklaşımını İlknur Birol daha önce ele aldığı için burada girmeyeceğim. http://www.halkevleri.org.tr/yenisayfa.php?no=4665
[2] Türk-İş’in Türkiye işçi sınıfını ‘komünist cereyanlardan’ korumak için bizzat Amerikalıların talimatıyla Amerikan tipi bir devlet sendikası olarak kurdurulduğu; adının Türk-İş, ambleminin Türk Bayrağı seçilmesinin uluslararası işçi hareketiyle duygudaşlık kurmasını engelleyen bir ‘milli’ karakter kazandırılması amacının ürünü olduğu bilinmektedir (Bu kurduruluş misyonuna uygun olarak, bir ‘milli birlik günü’ değil işçi sınıfının uluslararası birlik ve eylem günü olan 1 Mayıs Mitinglerinde, Türk-İş bu niteliği gölgelemek amacıyla milli bayrağı taşımakta ve zaman zaman milli marş okutmakta ısrar etmektedir). DİSK’in kurulması ise bağımsız bir işçi sendikası gereksinimden ortaya çıkmış ve dönemin uluslararası işçi hareketinin diğer bir deyişle uluslararası devrimci dalganın etkisiyle adı “Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu” konmuş ve Türk-İş’in tekelindeki işçi sınıfını ‘bölmüş’ olduğunu da biliyoruz. Dönemin Demirel hükümetinin sendikalar yasasında bir değişiklikle DİSK’i kapatmaya (herhalde işçi sınıfının birliğini yeniden sağlamak için değil) kalktığında Türkiye işçi sınıfı tarihinin hala en büyük kalkışması olan 15-16 Haziran işçi eylemiyle geri püskürtüldüğünü de biliyoruz. DİSK, 1 Mayısları kutlarken, Türk-İş’in bu kutlamalara en hafifiyle mesafeli durduğunu da biliyoruz. DİSK’in kapalı olduğu ’80’li yıllardaki 1 Mayıs kutlamalarının devrimciler ve devrimci işçi önderleri tarafından yasadışı koşullarda kutlanmaya çalışılırken Türk-İş’ten herhangi bir kutlama ve destekleme girişiminin olmadığını da biliyoruz.
[3] Oysa 1 Mayıs’ın veya herhangi başka bir mitingin hangi çapta hangi merkez veya merkezlerde hangi alanlarda yapılacağı, işyerleri mi, işyerleri önleri mi, meydanlar mı olacağı tartışması tamamen konjonktürle ilgilidir ve hiçbir biçim fetişleştirilemez. Bu belirleme yapılırken kuşkusuz bir dizi birikim, gelenek, atılmak istenen ileri adımların olup olmaması gibi birtakım başka faktörler de göz önünde bulundurulur. Ama biz biliyoruz ki EMEP, neredeyse her 1 Mayıs’ta aynı önerileri tekrarlamayı ve Türk-İş’in önderliğini bir gelenek haline getirmiş durumda. Diğer yandan TKP ise her durumda İstanbul merkezli ve çoğunlukla emek örgütlerinden ayrı 1 Mayıs yapmayı bir gelenek haline getirmiş durumda. Her iki örgütün açıklamaları da konjonktürün analizinden uzak, bu pozisyonlarını izah etmekle sınırlı kalıyor.
[4] EMEP 2004’te de böyle yapmıştı. Saraçhane’den Taksim’e yürümek hedefiyle gerçekleştirilen 1 Mayıs’a karşı Türk-İş Çağlayan’da ‘kontur’1 Mayıs yaptı. Ve ‘Valilik yasaklı’ Saraçhane mitingine 20 bin kişi katılırken ‘Valilik izinli’ Çağlayan mitingine 7 bin kişi katılmış ve EMEP Çağlayan’daki mitingde oluşunu işçiler oradaydı sözleriyle izah etmişti.
[5] “Neden Taksim Meydan’ında 1 Mayıs” derken “neden başka yerde değil” sorularını da cevaplamamız gerekir. Taksim Meydan’ından vazgeçmek tatil kazanımın bir AKP lütfüne dönüştürecektir. Neden Taksim’den vazgeçildiği ve ne zaman tekrar talepte bulunulacağı sorusu yanıtlanmalıdır. Ya bir kazanım uğruna ya da yenilgi nedeniyle vazgeçilebilir Taksim’den. Egemen sınıfın politik partileri tarafından yönetilir hale gelmiş sendikaların yöneticilerinin işçi sınıfını (üstelik 1 Mayıs’ta) siyasi iktidarın peşine takan politikalarına nereye kadar katlanılacak, hangi koşullarda “oyunbozanlık” yapılacaktır. İşçinin grevine, işçinin işgaline, işçinin ve işsiz işçinin yol kesme eylemine, bazen sendikacılara rağmen müdahil olan sol, önderlik eden devrimciler, işçinin mitingine hele de 1 Mayıs mitingine müdahil olacak mı, olmayacak mı?
[6] 1978’de de 1 Mayıs kutlamaları Taksim alanında kitlesel bir şekilde yapılmıştır. Ancak 1977’de katliam yapan kontrgerilla amacına ulaşmış, önce sıkıyönetim sonra da darbe eliyle 1 Mayıs ve Taksim emekçilere yasaklanmıştır.