Davos mizanseninin ardından taraftarları Tayyip Erdoğan’a “padişah” yakıştırması yapınca bir soru daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. “Gerici iktidar, ülkeyi Osmanlı’ya geri döndürmeye mi çalışıyor?” Elbette bu tartışmanın, “padişah” yakıştırmasının ötesinde gerekçeleri var. ABD’nin ve AKP’nin dış politikadaki akıl hocaları, AKP iktidarı altındaki Türkiye’nin dış politika yönelimini tarif ederken, doğrudan ya da dolaylı olarak “Yeni […]
Davos mizanseninin ardından taraftarları Tayyip Erdoğan’a “padişah” yakıştırması yapınca bir soru daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. “Gerici iktidar, ülkeyi Osmanlı’ya geri döndürmeye mi çalışıyor?”
Elbette bu tartışmanın, “padişah” yakıştırmasının ötesinde gerekçeleri var.
ABD’nin ve AKP’nin dış politikadaki akıl hocaları, AKP iktidarı altındaki Türkiye’nin dış politika yönelimini tarif ederken, doğrudan ya da dolaylı olarak “Yeni Osmanlıcılık” kavramını kullanmayı tercih ediyor.
Ayrıca AKP, Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişimini Osmanlı’dan kopuş üzerinden tarif eden Cumhuriyetçi-Kemalist geleneğin tersine Osmanlı’nın sürekliliği üzerinden tarif etmeyi tercih ediyor.
Bunlar, AKP geleneğinin, hilafetin kaldırılması ve laiklik karşısındaki eleştirel tutumu ile birleşince, “AKP’nin Osmanlı’ya geri dönüş amacı güttüğü” şeklinde yorumlar yapılabiliyor.
“Padişah” yakıştırmaları da, bu örtük hedefin açığa vurulduğu dil sürçmeleri olarak niteleniyor.
***
Türkiye’nin bölgesel emperyal bir güç haline geldiği mavallarını ciddiye almayacaksak; “Yeni Osmanlıcılık” kavramı ile kodlanan bölgesel güç kılıflı işbirlikçilik tasarımının, büyük ölçüde belirsiz bir geleceğe ilişkin bir niyetle sınırlı olduğu…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölgede işbirlikçi faaliyetlere girmesi için Osmanlı’ya dönmek gibi nitel bir “geri-sıçramaya” ihtiyaç duymayan bir yeni sömürge devlet olduğu…
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Kemalist geleneğin tarifinin aksine Osmanlı’dan mutlak bir kopuş olmadığı, yaşanan dönüşümün süreklilik ve kopuş diyalektiği içerisinde kavranması gerektiği…
“Yeni Osmanlıcılık” kavramının, 1970’lerin başından beri TSK’nın ön açıcılığıyla ve devlet elitiyle Politik İslam’ın iktidar tokuşması sonucunda resmi ideoloji haline gelen Türk-İslam sentezi ile de gayet güzel örtüştüğü ve bu sürecin bizzat tasfiye edildiği iddia edilen Cumhuriyet’in “asıl” sahiplerince örgütlendiği… gibi bir dizi karşı gerekçe sayarak, “geri dönüşe gerek var mı” diye, aslında soru olmayan bir soru sorabiliriz?
***
Ama bu “Padişah” meselesi üzerinden “geri dönüyor muyuz, dönmüyor muyuz” diye, geleceğe ilişkin bir tartışma yürütürken, bugün karşımızda bas bas bağıran bir gerçeği, hem de mücadele programlarımızın ana gündemlerinden biri haline getirmemiz gereken bir gerçeği atlamış olmuyor muyuz?
Başbuğ Türkeş dendiğinde, kimse Turan ülküsünü vs. ciddiye alıp, “Bizi Orta Asya’ya geri döndürmek mi istiyorlar” demezdi. Herkes bilirdi ki “Başbuğ Türkeş” faşizmin sloganıydı.
“Başbuğ”, lider kültü, erkeklik vurgusu, ulusun tarihine yönelik yüceltme, siyasi tekel eğilimi gibi faşizmin temel unsurlarını bir araya getiren bir kod olarak kullanılıyordu.
Peki “Padişah Tayyip” dendiğinde farklı bir şey mi yapılmış oluyor.
“Bu memlekette Kürtçe konuşulacaksa onu da ben konuşurum, anayasa eleştirilecekse onu da ben eleştiririm” diye bağıran “AKP demokrasisine” kanmayacaksak…
Emekçilerin sermaye karşısındaki bağımsız çıkarları söz konusu olduğunda, bütün demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayan; politik karşıtlarını yok sayan, katılım mekanizmalarından dışlayan, ortadan kaldırmaya çalışan, düşmanlaştıran; Osmanlı tarihine yönelik çarpık ve yüceltici bir algı yaratmaya çalışan; liderliğinden sual olunmaz ve “sapına kadar” erkek Tayyip Erdoğan’a baktığımızda, faşizmin lider tarifine uygun bir “Padişah” görmüyor muyuz? Ona “Padişah” diye seslenen kitlelerde, teo-liberalizmin kullaştırma siyasetiyle teslim alınmış yığınları, faşizmin kitle temelini görmüyor muyuz?
Sözün özü, sömürge tipi faşizm geriye doğru tasfiye edilmiyor, kendi mantıki sonucuna ulaşıyor.
***
“padişahı kim bileydi / kul itmese yort savul” (Yunus Emre).
Vakti zamanında, padişah halkın arasından geçerken, adamları “yort savul” derler, yani defolun, dağılın derlermiş. Böylece yoldan geçenin padişah olduğu anlaşılırmış. Halk da “yort savul” eder; Türkçesi, dağılır, defolur; ya da Tayyipçesi, anasını da alıp gidermiş.
Son dönemde “Padişah” diye anılmaktan pek de memnun değilmiş gibi bir görüntü vermeye çalışan Erdoğan, “yort savul” ettirme konusunda ise gaza basmış durumda. Yani ne derse desin gayet “Padişah”… Artvin ve Mersin mitingleri öncesinde potansiyel protestocular polis tarafında alıkonuldu, Erdoğan’ı partisinin amblemiyle anan liselilere hapis cezası verildi, kimse Erdoğan’ın adını destursuz anmasın isteniyor… Erdoğan’ı halk korkusu sarıyor.
Ama korkunun ecele faydası yok. Kapitalizmin krizi, akı karayı gayet net bir şekilde göstermeye başladı… Kulluk yakışıksız, yort savul etmek olanaksız hale geliyor… Kullaştırılmaya çalışılanları neoliberalizme ve sömürge tipi faşizme karşı mücadelede seferber etmek gerekiyor… Sosyalistler açısından da AKP’ye karşı mücadele işte bu nedenle önem taşıyor…