Sadece son günlerde değil de aslında bugünlerde sendikalaşma mücadelesi ve kadın derken aklımıza ilk gelen isim Emine Aslan olmaktadır. Çünkü Emine Aslan bir yanıyla ülkemizde genel olarak hem sendikalaşmanın, özel olarak da kadınların sendikalaşmasının üzerindeki çok yönlü baskıların tipik bir sembolü durumunda. Üstelik Emine Aslan yaşamak için çalışmak zorunda olan, 4 çocuklu bir anne olarak […]
Sadece son günlerde değil de aslında bugünlerde sendikalaşma mücadelesi ve kadın derken aklımıza ilk gelen isim Emine Aslan olmaktadır. Çünkü Emine Aslan bir yanıyla ülkemizde genel olarak hem sendikalaşmanın, özel olarak da kadınların sendikalaşmasının üzerindeki çok yönlü baskıların tipik bir sembolü durumunda. Üstelik Emine Aslan yaşamak için çalışmak zorunda olan, 4 çocuklu bir anne olarak her şeye rağmen geleneksel kalıpları yararak, yağmur çamur demeden dişe diş direnebilen, çoğunluk kadınlar için de örnek bir direnişçi.. Aslına bakarsanız “kadınlar için örnek” demek bir bakıma eksik kalan da bir deyim. Emine Aslan, kadın erkek işten atılan tüm işçilere örnek olabilen bir direnişçi.
Emine Aslan’ı sendikalaşmaya kararlıca iten nedenler, Desa patronunun işçileri çağ dışı olduğu kadar insanlık dışı çalışma koşulları içinde tutmasında gizli elbet. 8 yıl Desa Deri’de asgari ücretle çalışan Emine Aslan işten atıldığında başta tazminat olmak üzere içerideki haklarını istediğinde Desa’nın patron vekili, “Desa’nın şimdiye kadar tazminat verdiği görülmüş müdür” diye Emine Aslan’a içinde önemli bir anlam yüklü soruyla karşılık vermiştir. Bu aynı zamanda şu demek oluyor: İstanbul’un göbeğinde onlarca yıldır faaliyet gösteren, Türkiye genelinde kırktan fazla mağazası bulunan, yurtiçi-yurtdışı belirli tekel markalara üretim yapan bir fabrikadaki keyfi ve pervasız sömürü koşullarının hiçbir hukuk ve kurala bağlı olmaksızın sıradan bir çalışma şekline dönüşmesini anlamamıza da yetebildiğini.
Gelinen aşamada Emine Aslan’ın sendikalaşma çabasından dolayı işten atıldığı yönünde mahkeme kararı çıkmasına karşın Desa patronunun söz konusu karara itirazı var. Aynı işyerinin Düzce fabrikasında işten atılan işçiler de direnişi sürdürüyor. Tabii direnişin kendisi direnen için zaten bir bedel niteliğinde. Buna karşılık Desa patronu Emine Aslan’a karşı koymada devletle, polisle el ele. Direnirken yer işgal etti diye para cezası kestiler. Yetmedi, direnişin sürdüğü yere çöp döktürüp, kaldırıma “yabancı girmez” imasıyla demir kazık çaktırdılar. En önemlisi de psikolojik baskı altında tutmak için fabrika önüne gözetleme kamerası yerleştirildi. Evinin çevresi de gözetim altına alındı, takip edildi vs.. Yani Emine Aslan tek başına, kadın bir işçi olarak normalde direnişçilere uygulanan çeşitli baskıların hepsiyle yüzleşti, hesaplaştı.
“Önceden kafese kapatılmış bir kuş gibiydim” diyen Emine Aslan başta patron, devlet, geleneksel çevre cenderesinden alın terinin meyvesini elde etme onurunu kazanma yolunda öyle bir inanç ve cesaret yükleniyor ki, kimse onu yıldıramıyor. Çünkü Emine Aslan kendi onuruna ve haklı olduğuna öylesine inanmış, inandırmış bir kadın ki, bu yolda onun en yakın destekçisi de kocası ve çocukları. Emine Aslan’ın toplumsal bakımdan oynadığı rol o denli önemli ki kimse onun başını kapattığı örtüyü aklının bir ucundan dahi geçirip tartışmak istemiyor. O, aslında bu biçimiyle dini de kendine zırh yapmış erkek egemen sömürü düzeninin, kadın saçı üzerinden siyaset yaparak kadının beyni ve üretimdeki rolünü baskı altına alma anlayışı cenderesine sıkışmış bulunan türbanlı genç kız ve kadınlar için de iyi bir örnek. Çünkü Emine Aslan, üreten, örgütleyen, eşinin de yakın desteğini sağlayan özgür iradesiyle mücadele eden onurlu bir kadını.
Deriş-İş Sendikası örgütlenme danışmanı Nuran Güvenç kadınların yer aldığı bir toplantıda sendikanın Düzce’deki fabrikada örgütlenme ve işçilerin işten atılma süreciyle ilgili gelişmeleri anlatırken, kadınların fabrikada çalışma ve direnişe geçmelerinin kendilerinde yarattığı değişimi itiraf ettiklerini de dile getirmişti. Ki Düzce’deki Desa Deri fabrikasında çalışan kadınlar çoğunlukla aynı zamanda bahçe ve tarla tarımıyla uğraşan, ilk defa bir fabrikaya işe giren nitelikteki kadınlarmış. Sendikalaşma mücadelesine karşılık Desa, Düzce’de de 41 işçiyi işten atınca burada geçen Mayıs ayında direniş başlamış. İlk defa yakınları dışındaki erkeklerle aynı mekânda üretim yapan, kent olgusuna fabrikaya yabancı kadınlar kendilerini direnişin ortasında bulmuşlar. Gündelik ilişkilerde öyle ya da böyle çekinceleri olan, feodal değerlerle yaşayan kadınlar Nuran Güvenç’e fabrikada çalışmanın kendilerini çok değiştirdiğini, önceden erkeklerin elini dahi sıkmazken şimdi yabancı erkeklerle bile tokalaşabildiklerini dile getirmişler.
Düzce Desa’da önce çalışma ve sonra direniş; babası, ağabeyi, kardeşi, komşusu olan erkeklere karşı feodal bir çember içinde yaklaşan, üretici bir güç olan ve insanın diğer bir cinsi olan kadınları kendi gerçek rollerine doğru silkelemeye başlamıştı. Şimdi o kadınların çevresindeki kadınlarda da ileriye dönük değişim anlamında bir direnç boy vermeye başladığını tahmin etmek hiçte zor olmasa gerek. Emine Aslan için ise söylenecek söz yok. O kadın-erkek tüm toplumun direniş sembolü, o ülkemizde sendikasızlaştırmanın patron-devlet eliyle nasıl yürütüldüğünün hikâyesini tüm boyutlarıyla içine alacak bir yaşantıyı direnişiyle birlikte üzerinde barındırıyor. Böylelikle Emine Aslan, her şeye rağmen tek başına kararlıca sonuna kadar gidilebileceğinin bilincini bize öğretiyor. İşçi sınıfının bir parçası olarak 1911 yılında Kopenhang’ta Clara Zetkin önderliğinde sömürüsüz bir dünyayı birlikte kazanma yolunda 8 Mart’ı mücadele ve dayanışma günü ilan eden, dünyanın dört bir köşesinden emekçi ve devrimci kadınların kararlılığını Emine Aslan’ın direnişinde görmek biz emekçilere gurur veriyor.