Bu makalenin orijinali 16 Ocak’ta, yani Obama göreve geçmeden önce yayınlandı. Makalede, Latin Amerikalı sosyalist liderlerin İsrail saldırıları karşısındaki tavrının yarattığı sempatiye dikkat çekiliyor. Makale, Venezüella ve İran arasında paralellikler kurulmasında olduğu gibi Güney ülkelerinin birliğine dair abartılı yorumlar içerse de, Ortadoğu halklarının zihnindeki popüler yansımaları sunması açısından anlamlı. Sendika.Org Mukawama, kıvırcık saçlı, kara gözlü, […]
Bu makalenin orijinali 16 Ocak’ta, yani Obama göreve geçmeden önce yayınlandı. Makalede, Latin Amerikalı sosyalist liderlerin İsrail saldırıları karşısındaki tavrının yarattığı sempatiye dikkat çekiliyor. Makale, Venezüella ve İran arasında paralellikler kurulmasında olduğu gibi Güney ülkelerinin birliğine dair abartılı yorumlar içerse de, Ortadoğu halklarının zihnindeki popüler yansımaları sunması açısından anlamlı. Sendika.Org
Mukawama, kıvırcık saçlı, kara gözlü, iki buçuk yaşında Lübnanlı bir kız çocuğu. 26 Temmuz 2006 yılında, Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın, Siyonist devlet ve bölgenin en güçlü ordusu karşısında zaferini ilan ettiği gün doğdu. Ailesi zaferin ve bu tarihi günün anısına, ona Arapçada “direniş” anlamına gelen Mukawama adını koydu. O, yeni bir insan olarak yalnızca günışığını değil, İsrail’in ağır silahları ve uçakları ile harap edilen Beyrut’un yıkıntılarını ve yok edilmiş köylerini gördü. Ve Lübnan’dan bölgenin diğer ülkelerine yayılan bir hareket, bir direniş ruhu yükseldi.
Mukawama’nın büyükannesi, “Onlar çocuk… Oldukça küçük çocuklar” dedi, Gazze’den yayın yapan Lübnanlı bir televizyon kanalındaki fotoğraflara: Kollarında birkaç aylık kardeşiyle, kana bulanmış 12 yaşında bir kız çocuğu görülüyordu. Mukawama, babasının evlerine davet ettiği yabancı misafirleri, perdenin ardından gözlemekte olduğu bir esnada büyükanne, Alman konuğuna “Kardeşlerini, anne ve babalarını kaybettiler” diyerek Arapçadan, bozuk bir sesle tercüme etti. Televizyondaki haberi izlemekte olan yetişkinler, Aralık ayının sonlarından itibaren Gazze’de artmakta olan Siyonist saldırı görüntülerinin, iki buçuk yıl önce, Lübnan’daki görüntülerin aynısı olduğunu biliyorlardı ve aynıları 2003 yılında Irak’ta, 2002 yılında Afganistan’da görülmüştü.
Lübnan’ın prestijli fotoğrafçı ve kameramanlarından biri olan Karim, “Gazze’de, Arap direnişinin yeni bir sayfası açıldı” diye yorumladı. Devletini çıkmaz bir sokağa sürükleyen Ehud Olmert hükümetinin, önüne geçilmeye çalışıldığı bir sırada ana akım medya, İsrail ordusunun Gazze coğrafyasında ilerleyişini, Siyonist rejimin bütün suçlarını kapatarak övüyordu.
Siyonist rejime, ilerisi için sadece iki seçenek kalıyor: Birincisi, Hamas’ın ve diğer Filistinli askeri organizasyonların yapılarını önemli ölçüde zayıflatmadan, Gazze üzerindeki saldırıları durdurmak. Zaman Tel Aviv’in aleyhine işliyor. 20 Ocak tarihinde Barack Obama ABD Başkanlık görevine başlayacak. O zamana kadar Wahington, Filistin topraklarındaki askeri saldırılarını bitirmesi için Tel Aviv’e zaman verecek. Avrupalılar boş çağrılar yaparak bu buna eşlik edecekler: Avrupa Birliği bütün aktörlerle konuşuyor – Hamas’la daha az. Bu sırada Berlin, geçen Kasım ayında resmi olarak açıkladığı İsrail’e “koşulsuz desteğini” sürdürecek. İspanyol politikası, Avrupa’nın ses bütünlüğü içinde İsrail’in yüzüne karşı yapılan bir “eleştiri” konuşması ile Arap ülkelerini pasif destekleme rolünü sürdürecek. Ve Paris, Washington, Berlin, Madrid ve Bürüksel politikaları yerine, kendi ajandasını gerçekleştirme niyetiyle hareket edecek.
İsrail’in diğer seçeneği ise, intikamları önlemek için Filistin nüfusunun kökünü kazımak. Örneğin, çok uzak olmayan bir gelecekte, birbirlerini kız ve erkek kardeşler olarak üstlendikleri bir yolda ve öldürülmüş ailelerinin, şimdiye dek ölen bin kişinin ailelerinin bunu yapacağı gibi, intikamını almak isteyenleri yok etmek. Yani Siyonist saldırıların neden olduğu her ölüm, ona karşı mücadeleyi artıracak ve Tel Aviv bu süreci önlemek için Filistin sorununa “nihai çözüm” üretmek zorunda kalacak. Bu da, uluslararası toplumun müsamaha edemeyeceği bir şey olacak.
Batı ve Güney ülkeleri arasındaki uçurum her seferinde daha fazla belirginleşiyor. İsrail’in uluslararası hukuku ihlal edişini Avrupa suskunlukla karşılarken diğer ülkeler çok açık bir tavır sergiliyorlardı: Venezüella ve Bolivya. Bu ülkeler Siyonist devlet ile ilişkilerini kestiler. İnternet yolu ile birbirine bağlanan dünyada bu haber Arap dünyasına hemen ulaşmıştı. Başkan Hugo Chavez’in her konuşması burada izleniyor. Bolivarcı Devrim komutanının, İsrail saldırıları karşısındaki duruşu, Lübnan halkı arasında derin bir saygıya neden oldu. Hizbullah lideri Hassan Nasrallah’ın fotoğraflarının yanında, Chavez’in fotoğraflarının çok sık bir şekilde görülmesinin nedenini bu açıklıyor zaten.
Venezüella örneği bölgede, basit bir hayranlıktan çok daha fazla şeyi ifade ediyor. Arap dünyası ile Latin Amerika arasında tarihi, sosyal, politik, kültürel farklılıklar olmasına karşın birçok ortak yönleri de var: Halklara özgü gelişmekte olan güçler ve emperyalizme karşı bölgesel bütünleşme arzusu. Bu yangın evlerinde şimdi gözlenen havanın ve herhangi bir zamanda, bu saygın başkanların yerine, popüler güçlü vuruş kuvvetleriyle, İsraillilerin ve Amerikalıların çıkarlarını savunanlar ile değiştirildiğini görmek şaşırtıcı olurdu. Bir Lübnanlı, İsrail savunma bakanını ima ederek “Ben bundan sonra Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mubarek’e, yalnızca Hüsnü Barak diyeceğim” diyordu.
Irak’ta Amerikan askeri gücün fiyaskosu, Afganistan’da Avrupalıların da paylaştığı riskli durum, Lübnan’daki İsrail başarısızlığı bölge ülkelerin hepsinde direniş ruhunu artırdı. Batı, planda, Arap direnişinin beynini, yüzünü ve sesini değiştirebilecek bir kişinin de – Chavez gibi – bulunduğunu görmek istemiyor: Hassan Nasrallah. Bu bölgede olayların önlenmesi, Venezüella’daki gibi o kadar uluorta görünmeyebilir ama televizyon ekranı veya DVD aracılığıyla halka yönlenmek yeterlidir.
Arap ülkelerinde yapılan bir ankette, Washington ve Tel Aviv çok kötü sonuçlar elde ederken, büyük çoğunluğun Hizbullah Genel Sekreteri’ni, bölgenin en etkili ve güvenilir politik şahsiyeti olarak gördüğü ortaya çıktı. Lübnan’ın her tarafında örgütlü, gizli örgütlenme kapasitesine kadar mükemmel gelişkin. Onun uygun bulmadığı hiçbir şeyin yürümediğini bütün dünya biliyor. Elbette Nasrallah, Chavez gibi petrol gelirlerini kullanamıyor ama güçlü ve sağlam bir müttefiki hesaba katıyor: İran.
Bölgenin İslam cumhuriyeti, Latin Amerika’da Küba ve Venezüella’nın birlikteliği gibi bir rolü oynamak istiyor: Uzmanlık ve para yardımı. Lübnan toplumu, Tahran’dan gelen destek ve Hizbullah’ın sayesinde, İsrail bombalarının yıktığı ülkenin alt yapısını onardı. Siyonist orduya karşı kazandığı zafer, Mukawama için bir diğer koruma seçeneği olabilir, daha sonraki yıllarda göreceli bir barışı yaratabilir. Ama Karim’e göre “kesin barış, emperyalizmin ve Siyonizm’in sonunu getirdiğimiz zaman gelecektir.” Bu arzu, güney ülkeleri birleştiği zaman gerçekleştirilebilir, Venezüella ve İran’ın denemekte olduğu gibi.
16 Ocak 2009
[Rebelion’daki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]