Türkiye’de herkes krizi tartışıyor. Krizden en çok işçiler ve emekçiler etkilenecek. İşçilerin ve emekçilerin temsilcisi sendikalar krize karşı sessiz kalmakla suçlanıyor. Tam bu dönemde Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) “Krize karşı, emekçilerin ekonomik, sosyal ve demokratikleşme program taslağı”nı oluşturdu. KESK taslağı bileşenleri içerisinde tartışmaya başladı. Aynı zamanda KESK ve DİSK öncülüğünde 29 Kasım’da Ankara’da büyük […]
Türkiye’de herkes krizi tartışıyor. Krizden en çok işçiler ve emekçiler etkilenecek. İşçilerin ve emekçilerin temsilcisi sendikalar krize karşı sessiz kalmakla suçlanıyor. Tam bu dönemde Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) “Krize karşı, emekçilerin ekonomik, sosyal ve demokratikleşme program taslağı”nı oluşturdu. KESK taslağı bileşenleri içerisinde tartışmaya başladı. Aynı zamanda KESK ve DİSK öncülüğünde 29 Kasım’da Ankara’da büyük bir miting düzenlenecek.
Sendika.Org olarak hazırlanan bu taslak ve 29 Kasım mitingiyle ilgili KESK Genel Başkanı Sami Evren ile görüştük. Evren hazırlanan program taslağıyla ilgili bizi aydınlatırken, 29 Kasım mitingine nasıl hazırlandıklarından, ne amaçladıklarına kadar birçok konuda sorularımızı yanıtladı.
Evren, Türkiye’de krizin aslında küresel krizden önce başladığını, 2008’in başından bu yana yaşanan durgunluk, işsizlikteki artış, hayat pahalılığı gibi olumsuz koşulların var olduğunu söyledi. AKP’yi krizin tüm yükünü emekçilere yıkmaya çalışmakla suçlayan Evren, krizde temel öncelik emekçi ve yoksul kesimlerin korunması olmalıdır dedi.
Yaşanan krize karşı emekçilerin bir programını oluşturdunuz. Öncelikli olarak neden böyle bir programa ihtiyaç duydunuz, bu programla neyi hedefliyorsunuz? Bizi kısaca bilgilendirebilir misiniz?
Şimdi bu program konusunda çok farklı tartışmalar oldu. DİSK ve KESK Mustafa Sönmez’e bir program hazırlattı. Mustafa Sönmez’in hazırlamış olduğu program bizim için bir zemin oldu. Örgütlerin programı olarak görmek doğru değil bunu. Çünkü sonuçta iktisatçı arkadaşımız bize katkı sunmuş oldu burada. Ama bu tartışma açısından bir zemin oldu. Biz Emek Platformu döneminde, 2001 krizinde program çalışması yaptık. Bu çalışma çok anlamlı bir çalışmaydı. Çünkü 2001 krizi, Türkiye’deki emek örgütlerinin bir bütün halinde, karşı çıktıkları, alternatif programı koydukları bir mücadele hattı oluşmuştu.
Çok geliştirilebildi mi, sonuca varılabildi mi? Tabii ki sonuca varılamadı, geliştirilemedi. Bunun nedenleri var. Ama en azından Türkiye’de IMF’in, Dünya Bankası’nın ve hükümetlerin ortaya koyduğu istikrar adı altındaki programlara karşı emekçilerin de bir programı vardır, olmalıdır bilincini geliştirdi bu tartışma. Dolayısıyla o tartışmanın devamı olarak görmek lazım şimdiki tartışmayı. Yeni bir şey ortaya atmış değiliz. Yeni bir şey tartışmaya başlatmış değiliz. Tamamen 2001 de başlayan, emekçilerin de sermaye karşısında söyleyecekleri sözünün olduğunu ifade eden bir tartışmadır bu tartışma.
Hazırlanan program taslağı şöyle bir baktığımızda oldukça kapsamlı gözüküyor. Sanırız sadece ekonomik talepler değil, sosyal içerikli talepler de barındırıyor. Önceki programa göre biraz daha fazla demokratik haklar vurgusu var sanki
Evet. Demokrasi ayağı biraz eksikti o dönemde onu da ekledik. Dolayısıyla, çok tartışıldı, tartışılmadı gibi eleştirilerin anlamı yok. 2001’den beri aslında sendikaların emek örgütlerinin emekten yana siyasetin gündeminde olan taleplerdir bunlar. Biz bu raporu örgüte yeni gönderdik. Örgütümüz bunu önümüzdeki hafta sonuna kadar tartışacak. Eksiklerini, fazlalıklarını, yanlışlıklarını eleştirilerini söyleyecek. Sonra bir çeki düzen vereceğiz. Derli toplu basacağız bu programı. O nedenle bir taslak olarak algılanması gerekiyor. Ama bu programlar zaten hep yenilenmeye ihtiyaçtır. Bugün ifade ettiğimiz şeyler yarın yeni güncelleşmeyi gerektirebilir.
Program taslağında sanırım çeşitli başlıklar altında talepleriniz var. Bunlardan kısaca bahsedebilir misiniz?
Biz birkaç başlık altında bu programı tartışmaya açtık. Birinci başlığımız planlı ekonomi ve maliye politikaları oldu. Burada özellikle ekonomiye müdahale eden IMF ile Stand by anlaşmasının yapılmamasını istedik. Çünkü Türkiye’deki iktisadi alanın tamamını belirleyen Dünya Bankası ve IMF ile yapılan Stand by anlaşmalarıdır.
İkincisi planlı bir ekonomiye geçişin artık ihtiyaç olduğu piyasa ekonomisinin iflas ettiği sistemin tıkandığı bunun için de beş yıllık planların uygulanması gerektiğini, bu planlar yapılırken de emek örgütlerinin meslek örgütlerinin konunun doğrudan tarafı olan kesimlerin bu hazırlık döneminde mutlaka söz sahibi olması gerektiğini söylüyoruz. Tabi yurt dışından sermaye giriş çıkışı elini kolunu sallaya sallaya olmamalıdır. Dolayısıyla sermaye hareketleri mutlaka kontrol edilmelidir.
Yine özellikle bireylerin tüketici kredisi ve kredi kartı gibi borç ödemelerine kolaylık getirilmelidir. Çünkü kredi kartları oldukça tüketiciyi zor durumda bırakan borçlandıran sonra ödeme zorluğu ortaya çıkmaktadır. Tabi daha zenginleştirebiliriz bu başlığı.
Üzerinde durduğumuz en önemli meselelerden birisi de vergi politikaları. Çünkü iktidarlar sermaye lehine vergi toplamayı yasal güvence altına almışlardır. Dolaylı vergiler burada önemli bir kalem oluşturmaktadır ve bütçenin yüzde 70 ini aşağı yukarı dolaylı vergiler oluşturuyor. Halktan toplanan vergilerdir. Burada gelir vergisinde çalışanların yükü azaltılıp kurumlar vergisinin bütçeye katkısı artırılmalıdır. Çünkü kurumlar vergisinin bütçedeki yeri yüzde 10. Bu çok düşük düzeydedir. Herkesten mali gücüne servetine ve gelirine göre vergi alınmalıdır. Lüks tüketim maddelerine yüksek vergi uygulanmalıdır. Acilen bir vergi reformu mutlaka yapılmalıdır.
Çiftçilerden alınan vergiler ve fon adı altında yapılan kesintiler ürünün, brütün değil net kar üzerinden olmalıdır. Onun dışında üretim bizim için önemlidir çünkü üretim olmazsa istihdam olmaz. Üretim dendiği zaman enerji ondan ayrı düşünülemez.
Ve kriz dönemlerinde istihdam sorunu çok açık olacağı için bu konuya ilişkin bir başlık oluşturduk. Ve burada da yatırımlar mutlaka artırılmalı ve özelleştirmeler durdurulmalıdır dedik. Eksenine insanların mutluluk ve refahını, sosyal devlet anlayışını oturtan bilim ve teknoloji politikalarına dayalı bölgesel eşitsizlikleri giderecek gelir dağılımını düzenleyecek sanayileşme ve kalkınma planlarının yapılması gerektiğini söyledik.
Yine bu konuda doğal kaynaklarımızın madenlerimizin yabancı şirketlere peşkeş çekilmesine itiraz ediyoruz. Yine mal ve hizmetlerin sınırsız serbest dolaşımı sağlanırken emeğin dolaşımını engelleyen her türlü anlaşma ve organizasyona karşı çıkılmalıdır diyoruz.
Tabii ki tüm ekonomik krizlerde en büyük saldırı çalışma hakkı ve hayatına geliyor. Çalışma hakkının korunmasına dair ne gibi talepleriniz var?
Burada özellikle işten atılmaların yasaklanması gerektiğini yani somut olarak tüm çalışanların kayıt altına alınması, sigortalı yapılması ve iş güvencesine kavuşturulması için ciddi adımlar atılmalıdır. Bizim açımızdan işten atılmanın, kriz nedeniyle işten atılmanın yasaklanması gerekiyor.
Başlıklarınızı konuşmaya devam edelim. Sanırım ormanların özelleştirilmesinden, tarım ve hayvancılık politikasına kadar bir çok konuya daha değinmişsiniz
Tabii bu dönemler kriz dönemlerinde sermaye en çok kamusal
alanı talan ettiği dönemlerdir ve özelleştirmelere daha çok hız vereceği dönemlerdir. 2B olarak bilinen orman vasfını yitirmiş arazilerin satışı gündeme gelecektir. Çünkü taze sıcak para lazımdır siyasi iktidara. Oradan doğru mutlaka o satışları gerçekleştireceklerdir. Bu nedenle biz özellikle bu 2B’nin gündeme geldiği zaman bütün toplumsal kesimlerin tepki koyması gerektiğini düşünüyoruz.
Bir başka önemli başlık tarım ve hayvancılık politikaları. Çünkü artık bu politikalar tamamen çiftçiyi üretim sürecindeki tarım sektörünü dışa bağımlı hale getirmiştir ve üretimin maliyeti çiftçinin oluşturabileceği pazarı engellemektedir. Aradaki kabzımallarla işler çözülmeye çalışılmaktadır ve bu da üreticiden tüketiciye yansımadığı için üretici maalesef çok pahalıya mal edip ucuza satmak zorunda kalmaktadır. Ama tüketiciye de çok pahalıya ulaşmak durumundadır. Bu politikaların gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Sosyal adalet konusundaki taleplerinizden bahsedebilir misiniz?
Yine bu sosyal adalet meselesini çok önemsiyoruz. Eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik değerler etrafında yeni bir kamusal anlayış mutlaka getirilmelidir diyoruz. Kürt sorununun çözümüne ilişkin barışın acilen ortaya konulması gerektiğini söylüyoruz. Eğitim, sağlık, barınma ve beslenme haklarının bir hak olduğu artık bu hakların güvence altına alınması gerektiğini söylüyoruz.
Kadınlara sosyal ve ekonomik yaşamda daha fazla yer almasını sağlayacak pozitif desteklerin ortaya çıkması gerektiğini söylüyoruz. Demokrasi ayağında özellikle üzerinde durduğumuz konu 82 Anayasası’nın tamamen kaldırılmasını ve eşitlikçi özgürlükçü demokratik bir anayasanın yeniden yazılması gerektiğini söylüyoruz.
Örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini söylüyoruz. İnsanlık dışı, işkence, F tipi veya tecrit olaylarının artık Türkiye’nin gündeminde olmaması gerektiğini demokratik bir memlekette olmaması gerektiğini söylüyoruz.
Yani sonuçta emeğin, insanlığın, çalışanların lehine demokratik bir program öneriyoruz. Bu süreçte toplumun bilincine, böyle bir şeyin olabileceğini yerleştirmek için açılmış bir tartışmadır. Tek başına yapılacak bir tartışmanın bir anlamı yoktur bizim açımızdan. Onun için bir mücadele programıyla birleşirse bunun anlamı vardır. Böyle bir programa takılıp kalmak da doğru değildir. Çok somut üç beş tane talep üzerinden de bu mücadele örgütlenebilir. Derdimiz böyle bir tartışmayı başlatıp ayrıntıları çoğaltmak değil, böyle bir tartışma üzerinden talepleri ortaklaştırmaktır.
Geçen hafta Birleşik Metal-İş Sendikası da krizle ilgili bazı talepler oluşturdu. Sanırız başka çalışmalar yapan sendikalar ve kitle örgütleri de var. Bütün bu hazırlanan talepleri birleştirip, daha somut ve kısa bir halde 3-5 maddelik bir bildirge haline getirilebilir mi? Ve tüm bu toplumsal muhalefetin unsurları bir arada hareket edebilir mi sizce?
Evet. Meseleye öyle bir yaklaşım var. Ama biz hep toplumsal muhalefette program üzerinden ayrılık yaşamıyor muyduk? Yani ortaya bir program koyarsın da anlaşamazsın ayrılık oluşur, öyle bir durum olsa zaten böyle bir tartışmaya hiç girmeyiz. Türkiye’de emekten yana siyasal güçlerin, sendikaların ve toplumsal muhalefetin bu kadar parçalı olmasının nedeni değil bunlar. Ama bu kadar parçalı bir süreç varsa, çok daha sade ve basit talepler üzerinden mücadeleyi ortaklaştırmak daha anlamlıdır. Buna biz de katılıyoruz. Dolayısıyla biz örgütümüzün, kendi organlarımızın kendi kurumlarımızın içindeki bir tartışmayı güçlendiriyoruz. Hem de onların bir programı varsa, emekten yana bir programın varlığını söylemektir. Emek platformu programını sahiplenen onu geliştiren bir tarzdır. Ama bütün bunlar yetmez, mücadeleyi büyütürsek örgütleyebilirsek anlamlıdır. Çünkü herkes kendi taleplerini öne çıkarmak zorundadır. İşte Alevilerin mitingi anlamlı bir mitingdi. Kendi talepleriyle alanlara, sokaklara döküldüler.
Peki bir eylem programınız da var sanırız. Eylem programınız hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz?
Şimdi eylem programımız şöyle. 15 Kasım’da Türkiye’nin her tarafında ciddi eylemlikler olacaktır. Oturma eylemleri, yürüyüşler artık yerellerdeki platformlar neyi uygun görürse kendi koşullarına göre bunu gerçekleştireceklerdir. Afiş ve bildirilerimiz çıktı. Tüm örgüte bugün itibariyle dağıldı. Pazaryerlerinde, mahallelerde bildiriler dağıtılacak. Sempozyum ve panellerle örgütlerimizi, bu krizin neden ve sonuçlarını tartışmalara açacağız.
29 Kasım’da Ankara’da bir miting yapılacak. Bu miting sistemle sorunu olan, sisteme itiraz eden, kendi taleplerinin sahibi olan bütün herkese açık bir miting olacak. Her ne kadar KESK ve DİSK’in çağrısı ise de bu miting, bunu iki örgütün mitingi olarak algılamak doğru değil. Bu mitingi, öncesinde emekten yana tüm siyasal güçlerle oturup konuşulmuş tartışılmış aslında birlikte düşünülmeye çalışılmış ama emek örgütlerinin biraz öne çıktığı bir olgu olarak anlamak lazım bunu. Türk-İş’e bağlı çok sayıda sendikanın bu mitinge destek vereceğini şimdiden biliyoruz. Diğer emek örgütlerinin buna katkı sunacağını da biliyoruz. Aleviler mitingin sahibidir, Kürtler mitingin sahibidir, emekçiler mitingin sahibidir. Emekten yana siyasal güçler mitingin sahibidir. Yani aslında Türkiye halkının ortak taleplerini ifade edecek bir mitingdir bizim açımızdan.
29 Kasım mitingi bir son mu yoksa bir başlangıç mı?
29 Kasım mitingi bir son, bir final değildir. Aksine bu mitingle bir start verilecektir. Yani emekçilerin direnme hakkının meşru olduğu, ve o talepler için mücadele startı verilecektir 29 Kasım’da. Bunu bütün toplumsal kesimler nereden nasıl algıladıkları önemli. Doğru algıladıkları oranda sokağa yansıtacaklardır. Biz aralık ayı içerisinde KESK olarak öyle bir sokağı hedefleyen, üretimi durdurmayı hedefleyen, mücadeleyi büyüten eş zamanlı eylemleri başlatabileceğimiz inancındayız. Bu konuda da yine bütün toplumsal güçlerin bir arada ortak karar vermesi gerekir, ortak davranışlar sergilemesi gerekiyor. Yani 29 Kasım’dan sonra mücadeleyi daha da gelişecek.
Krize karşı KESK’in de içinde yer alacağı birleşik bir platform oluşturulabilir mi?
Şimdi zaten biz bunu önerdik. Örgüte de yazdık. KESK diğer konfederasyonlardan farklı olarak zaten şöyle bir özelliğe sahip. Şubeler platformunu kendisi kurduran tek konfederasyon KESK’tir. Dolayısıyla KESK’e bağlı şubelerin platform kurmasını KESK önermiştir. Yıllardır kurulduğu zamandan beri platformlar vardır. Şimdi buna ilaveten yerellerde krize karşı emek ve demokrasi platformları kurulmasını öneriyoruz. Çünkü mahalle halkının, yoksul insanların, gecekondu sorunu olanların, kentsel dönüşümden zarar gören insanların, barınma hakkı olan insanların, eğitim hakkı olan insanların, sağlık sorunu olan insanların emekçilerle buluşması gerekiyor. Böyle bir platform bunun için önemli bir zemin. Bu platformların kurulmasını çok önemsiyoruz. Bu kalıcı bir mücadeleyi de yerellerden başlatacaktır.
Krize karşı ortak bir platform için görüşmeleriniz var mı?
Biz bunu görüşüyoruz. Bütün konfederasyonlarla görüşüyoruz. Israrla görüş
meye devam edeceğiz. Ama esas, asli olanı iş yerlerindeki birlikteliklerdir. Esas asli olanı illerdeki ilçelerdeki birlikteliklerdir. Buralar zaten yerellerde birlikte mücadeleyi başlatırlarsa doğal olarak konfederasyonlar yukarıda daha yakın bir araya gelmek durumunda kalırlar ve KESK açısından da bizim işimiz çok daha kolaylaşır.
Birçok fabrikada işten çıkarmalar, ücretsiz izinler gibi işçilere yönelik saldırılar başladı. Siz kamu emekçileri, işçilere göre bu konularda biraz daha rahat gibisiniz. Özellikle güvencesiz işçilerin işten atılmalarıyla ilgili gelişecek eylemler de yer almayı planlıyor musunuz? Ya da bu eylemlerin içinde örgütleyici olarak mı yer alacaksınız ya da sadece destek mi sunacaksınız?
Biz bu çalışmalara aşağı yukarı eylül ayından itibaren başladık. Yani KESK eylülden bu tarafa bu çalışmanın içerisindedir. Bu nedenle KESK meseleye taraftır. Yani bir kriz var. Krizin sonucunda bu halka emekçilere yoksullara bir takım yaptırımlar uygulanacak. Bu yaptırımlardan nasibini kamu çalışanları da alacak ama esas olarak bu yaptırımlara karşı bir barikat oluşturulması noktasında KESK çok net bir taraftır. Yani kendi halkından yanadır. Atılan işçiden yanadır, emekçiden yanadır. Sorun kendi sorunudur. Bir destek felsefesi olamaz kesinlikle. Mücadelenin birlikte kazanılacağının bilincindedir KESK, dolayısıyla kendi sorunu olarak meseleye yaklaşır. O nedenle krize karşı mücadelede bu kadar yoğun çaba sarf etmiştir. Bu kadar çok birliği öne çıkarmıştır. Bu kadar çok örgütle bir arada konuyu tartışma ihtiyacı hissetmiştir. Bu, KESK’in çok net taraf olmasından kaynaklanıyor. KESK destekçi olmaz, KESK işin içinde olur.
29 Kasım için şu ana kadar net desteğini açıklayan kurumlar var mı?
Şimdi mesela Tabipler Birliği bu eylemin örgütleyicisi. Onlar zaten çok ciddi bir şekilde çalışıyor. Bir takım örgütler, siyasal çevreler şimdiden zaten çalışmalara başladılar. DİSK ve KESK bu işin şimdilik yasal başvurusunu yapan örgütler. Ama aslında bütün örgütlere açık bir faaliyet sürdürüyoruz. Türk-İş’in sendikalarına da sürekli çağrı yapıyoruz. Onlarla ortak eylem yapma konusunda hiçbir sıkıntımız yok. Destekleyen çok sayıda demokratik kitle örgütü ve sendika var. Tüketiciler Derneği’nden tutun Mülkiyeliler Birliği’ne kadar bizim bu eylemleri destekliyorlar. Bizimle birlikte olduklarını ifade ediyorlar. Çiftçi-Sen bu eylemin örgütleyicilerinden biri olacak. Onlar muhtemelen bir yürüyüş koluyla alana katılacaklar. Yine sağlık sendikaları bu konuda aktif ve duyarlı duruyor. Belki onlar da bir yürüyüşle bu eylemi güçlendirme çabası içerisinde olabilirler.
Bir bütünlüklü düşündüğümüz zaman, şu anda miting krize karşı, bu bedeli emekçiler ödemeyecek diyen herkesin mitingi. Daha işin başındayız. Yani her ne kadar bir mutfak çalışması yapılmış ise de, önümüzde 20 günlük bir zaman var. 15-20 gün içerisinde, bunun giderek bütün toplumsal kesimleri etkileyeceğini düşünüyoruz ve mitingi sahipleneceklerini düşünüyoruz. Biz merkezi bir miting olduğu için Ankara’da, Ankara’ya herkesi davet ediyoruz ama geliş yöntemi konusunda her örgüt kendine göre farklı biçimlerde tasarlayabilir gelişi.
Son olarak mitingle ilgili bir çağrı yapmak ister misiniz?
Sadece ileri sürdüğümüz veya haksızlığa uğradığımız nedenleri ifade eden ya da onların altını çizen çağrı değil. Sadece sorunları tespit edip sorun budur diyen çağrı da değil. Bu aslında emekçi halka yıllardır eziyet eden, onu yoksul bırakan, pahalılığa mahkum eden, işsiz bırakan, insan hakları boyutuyla ona insanca muamele etmeyen, onu rencide eden, barınma hakkından, eğitim hakkından, sağlık hakkından, yoksun bırakan siyasal iktidara aslında bir isyan çağrısıdır.
Aslında bir itiraz çağrısıdır bu çağrı. Bir direniş çağrısıdır. Bunu böyle anlamak gerekir. Mitingi de bir demokratik tepkinin Ankara’da bir araya gelip sesini barışçıl bir biçimde göstermesi olarak görmek gerekir. Bu, isyanın startının verileceği gündür. Tabi bunlar çok iddialı laflar. Bunun farkındayım ama iddialı olmadan bir mücadelede başarı şansınız yoktur. O nedenle, biraz iddia sahibi olarak da kendimize güvenli sözler söylememiz lazım. KESK bu iddiasını, kurulduğu günden bu güne kadar 20 yıldır söylüyor. Bundan sonra da söylemeye devam edecektir. Örgütümüz bu anlamda emek örgütleri açısından umuttur diye değerlendiriyorum. Herkesin sahip çıkması gereken bir örgüttür diye değerlendiriyorum. Diğer kardeş örgütlerle birlikte bu isyanı demokrasi mücadelesine kazandıracağımızı düşünüyoruz.
Teşekkür ederiz