Harry Braverman’ın Emek ve Tekelci Sermaye isimli eseri ilk kez yayımlanmasından tam otuz dört yıl sonra Türkçe’de! Kitabın yayınlandığı 1974’ten Kalkedon Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilmesine kadar geçen bu otuz dört yıllık aralık, belki de kısmen Türkiye sol ve emek hareketinin 1970’li yıllarındaki yoğun çatışmalı gündemine bağlanabilir. Ancak Emek ve Tekelci Sermaye‘nin, işçi sınıfının bileşimi ve […]
Harry Braverman’ın Emek ve Tekelci Sermaye isimli eseri ilk kez yayımlanmasından tam otuz dört yıl sonra Türkçe’de! Kitabın yayınlandığı 1974’ten Kalkedon Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilmesine kadar geçen bu otuz dört yıllık aralık, belki de kısmen Türkiye sol ve emek hareketinin 1970’li yıllarındaki yoğun çatışmalı gündemine bağlanabilir. Ancak Emek ve Tekelci Sermaye‘nin, işçi sınıfının bileşimi ve kapitalist emek sürecinde meydana gelen değişimlerin özellikle yoğun tartışmalara konu olduğu 1990’lı yıllarda bile Türkçe’ye çevrilmemiş ya da çevrilmesinin tercih edilmemiş olması, Türkiye sol ve emek hareketinin teorik beslenme kaynaklarını cılızlaştıran daha genel bir ideolojik tutumun uzantısı gibi görünmektedir. Bu ideolojik tutumsa kendisini öncelikle işçi sınıfı hareketinin söz konusu dönemde yaşadığı tarihsel krizi, Marksizm adına genel bir “ideolojik yenilgiye” tahvil etme gayretkeşliği olarak ifade etmiştir. Özellikle 90’lı yılların başlarında yayıncılık dünyasını saran, çeviri ya da yerli irili ufaklı, “Post-Fordizm”, “bilgi toplumuna geçiş” vs. tartışmaları, işçi sınıfı hareketinin krizine çözüm sunmak yerine, bu hareketin bakış açısını daha da bulandırmaktan başka sonuç vermedi. Bu kafa karıştırıcı, yüzeysel tartışmaların etkisi Emek ve Tekelci Sermaye‘nin 1990’lı yıllarda Türkçe’ye çevrilmesi halinde elbette daha hafif olabilirdi.
Braverman’ın kitabı, öncelikle çarpıcı bir gerçeği: 1990’lı yılların burjuvazinin “küreselleşme” ideologları tarafından, solun gündemine sanki henüz o anda meydana geliyormuş gibi sokulmaya çalışılan, “nümerik kontrollü tezgâhlar”, “kalite çemberleri”, “üretimin parçalanması” gibi birçok gelişmenin ve “vasıf” ile ilgili tartışmaların, aslında kapitalizmin 1950’li yıllardaki büyüme dönemi içinde yaşanıp, sağlam bir Marksist eleştirinin hedefi haline getirildikleri gerçeğini çarpıcı biçimde açıklığa kavuşturmaktadır. Ama kitabın esas değeri, kapitalist emek sürecinin ve dünya işçi sınıfının günümüzdeki biçimlenişi bakımından son derece parlak önseziler ve ipuçları barındıran bir kavramsal çerçeveyi derinlikli ve kapsamlı biçimde işçi sınıfı hareketine ve sola sunmasından kaynaklanmaktadır.
Emek ve Tekelci Sermaye, esin kaynağını oluşturduğu daha sonraki “emek süreci” çözümlemeleri bakımından birçok önemli tartışmaya konu olmuş olmakla birlikte, bir başka noktada belki de gözden kaçan farklı bir öneme daha sahiptir. Emek ve Tekelci Sermaye, Paul Sweezy’nin kitaba yazdığı önsözde de vurguladığı gibi, kapitalist üretim tarzının tekelci kapitalizm koşullarındaki işleyişine dair son derece önemli bir boşluğu doldurmaya; tekelci kapitalizm teorisinin kriz çözümlemesini, emek süreci alanındaki çözümlemeyle tamamlamaya yönelik çok önemli bir teorik girişimdir. Braverman’ın yaptığı çözümleme, tekelci kapitalizmde kendisini genel bir durgunluk eğilimi olarak ifade eden kriz eğiliminin, işçi sınıfının yaygın ve kapsamlı biçimde vasıfsızlaştırılması ve sermayeye gerçek anlamda tabi kılınması süreci ile nasıl iç içe geçtiğini parlak bir biçimde göstermektedir. Aynı sürece paralel biçimde yapılan “üretken emek-üretken olmayan emek” tartışması, bu alanda kimi zaman hâlâ egemen olduğu görünen kafa karışıklığına tam ve kesin bir yanıt sunmanın ötesinde, tekelci kapitalizmin günümüzde çok daha keskin ifadeler kazanan finanslaşma ve hizmetleşme eğiliminin, işçi sınıfı ve emek süreci cephesinden görünen gerçek yüzünü sunmaktadır. Böylece Marksizm’de, 1960’lı yıllarda dünya devrimci hareketindeki canlanma paralelinde yaşanan tazelenmenin iki cephesinin, kriz ve emek süreci çözümlemesi noktalarından birleştirilmesi bakımından da son derece önemli olanaklar ortaya çıkmıştır.
Ancak Braverman’ın tekelci kapitalizm teorisine sunduğu bu olanakların bugüne kadar çok parlak bir biçimde tüketildiğini söylemek mümkün değildir. Braverman’ın özellikle işsizlik ve yoksullaşma konularında yaptığı derinlikli ve gerçekten uzak görüşlü Marksist çözümleme, günümüz emperyalist dünya piyasası ve hayatın tüm alanlarının piyasalaştırılması gibi gelişmelerin ışığında, bu bakımdan tüketilmemiş muazzam olanaklar sunmaya devam etmektedir. Braverman’ın, usta işçinin geleneksel vasıflarından yoksun kılınarak sermayeye gerçek anlamda tabi kılınması noktasında yaptığı ayrıntılı tarihsel çözümlemenin, günümüzün dünya çapındaki muazzam mülksüzleştirme, yoksullaştırma ve proleterleştirme (yani emeği dünya çapında değersizleştirme) dalgasının önkoşulu ve ön adımı olarak kavranması; proleter durumun bugün dünya çapında kazandığı özelliklerin aynı kavramsal hat paralelinde incelenmesi ve buradan çıkan sonuçların tekelci kapitalizmin günümüzdeki eğilimleriyle birleştirilmesi, kapitalizmin güncel krizinin kavranması için kuşkusuz bugün solun sahip olduğundan çok daha kapsamlı teorik olanaklar sunacaktır.
***
Braverman, işçi sınıfının yapısında ve emek sürecinde meydana gelen değişimleri derinlikli Marksist bir bakış açısıyla anlamak isteyen herkes gibi benim açımdan da uzun süredir hep aziz bir yol arkadaşı oldu. 1980’lerin karanlık üniversite günlerinde parlak bir yol gösterici olarak tanıştığım Emek ve Tekelci Sermaye, 1976 yılında ölen Braverman elbette bunu hiçbir zaman bilemeyecek olsa da, Türkiye’deki kamu çalışanları hareketinin 90’lı yıllarındaki ilk kuruluşuna ve güvencesiz yaşam ve çalışma koşullarına sürüklenen işçi sınıfı hareketinin yenilenme çabalarına sağlam bir teorik yol gösterici kaynak olarak çok önemli katkılarda bulundu. Bu yüzden bu çeviri, işçi sınıfı hareketi içindeki bütün bu kafa karışıklıklarına karşı canla başla mücadele edenlere sunduğu katkılar için bir teşekkürdür.
Teşekkür bahsini kapatmadan, Türkçe’ye çevirinin her aşamasında kılı kırk yaran yardımlarıyla kitabın editörlüğünü üstlenen Kasım Akbaş’a; düzeltmelere önemli katkılar sunan Profesör Uğur Akalın’a ve kitabın “Yirminci Yüzyılda Çalışmanın Değersizleşmesi” alt başlığını borçlu olduğum sevgili arkadaşım Metin Özuğurlu’ya çok teşekkür ederim. Olmaması için çok çaba göstermiş olmakla birlikte, hatalar varsa elbette yalnızca bana aittir.