Kim inanırdı ki, ABD, içine düştüğü, tarihinin en büyük ekonomik krizinden çıkmak için Türkiye’yi yardıma çağıracak; en kritik günde New York Borsası’nın açılış ziline basmak, Abdullah Gül’e kısmet olacak. Geçen onbeş günün diğer önemli fotoğraf karelerini ise, Kılıçdaroğlu-Dengir Fırat kapışmasıyla Ergenekon’un bilmem kaçıncı dalgası oluşturmaktaydı. Ve elbette Kuzey Irak’ı bombalayan savaş uçakları. Ülkemizde kontrgerilla gerçekliğini […]
Kim inanırdı ki, ABD, içine düştüğü, tarihinin en büyük ekonomik krizinden çıkmak için Türkiye’yi yardıma çağıracak; en kritik günde New York Borsası’nın açılış ziline basmak, Abdullah Gül’e kısmet olacak. Geçen onbeş günün diğer önemli fotoğraf karelerini ise, Kılıçdaroğlu-Dengir Fırat kapışmasıyla Ergenekon’un bilmem kaçıncı dalgası oluşturmaktaydı. Ve elbette Kuzey Irak’ı bombalayan savaş uçakları.
Ülkemizde kontrgerilla gerçekliğini bulandıran Ergenekon “operasyon dalgalarında”, artık işin iyice suyu çıktı. Bu seferki “dalganın” tek nedeni, “Deniz Feneri” haberlerinin sırasını değiştirmek, yani arka sıralara atmaktı. Zaten dikkat edilirse, bu seferki dalga, yeni bir bilgiye ya da gelişmeye dayanmıyor. Bu gözaltılar, tutuklamalar çok rahat on gün ya da beş ay önce de yapılabilirdi. Kaldı ki, bu dalganın olacağı (hatta telefon dökümleri dahil) entel meyhanelerin fısıltıları arasına çoktan girmişti. Yani “taşeron” yapacağını duyurmuş, “geveze” yatırılacağını öğrenmişti. İşe yarar sonuç; “showman” Tuncay Özkan’a yeni gösteri malzemesi çıktı, sadece kullanmak için biraz (içerde) bekleyecek.
Ergenekon üzerine ne zaman ciddi bir değerlendirme yapılır? Kürtlere karşı yapılan kirli savaşta oynadıkları rol açığa çıkarıldığı zaman. Bu uyarı özellikle, Ergenekon operasyonuna büyük umut bağlayan ve sözde bu nedenle AKP yalakası haline dönüşen liberalleredir. Nerede yargılı-yargısız binlerce infaz, nerede kullanılan itiraflı-itirafsız tetikçiler, nerede atan-attıran bombacılar, şerefli-şerefsiz mermiler?
Diğer fotoğraf kareleriyse daha ciddi değerlendirmeler yapmayı gerektiriyor. Hatırlanacak olursa, bütün yaz boyunca bu satırlarda, “siyasi aktörlerin sonbaharı bekledikleri ve programlarını (değişen/yeni) uygulamak için hazırlık yaptıkları” ifade edilmişti. Ve sonbahar geldi; projeler açığa çıkmaya başladı.
En belirgin değişiklik, başını CHP’nin çektiği kanatta yaşanıyor. Uzunca bir dönem muhalefet politikasını laik-şeriatçı ekseninden kurmaya çalışan CHP, artık bu ekseni (tamamen terk etmese de) değiştiriyor. Kuşkusuz bu değişimde ulusal cenahın manen ve madden dağılmasının etkisi olduğu kadar, yerel seçimlerin yaklaşmasının da etkisi var. Ve CHP, AKP’nin yolsuzluk icraatlarıyla uğraşmayı, projesinin ilk maddesi haline getirmiş durumda. Antep Belediyesi, AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli, Deniz Feneri -ki bu konuda Almanya’nın yardımını teslim etmek gerek- derken AKP’nin iki numaralı kurucusu Dengir Mir Mehmet Fırat sıralamada yerini aldı. Zahid Akman kapıda. Bunların hepsinin bir süredir hazırlanmış olduğu görülüyor. Büyük ihtimalle yakında başkaları da çıkacak. Ve akıllıca bir tercih yapılırsa, AKP’li belediyelerin ipliği pazara çıkacak.
Ancak her şeye rağmen görülmelidir ki, CHP’nin bu programı alternatif bir siyasal proje olmaktan çok, kelimenin gerçek anlamıyla muhalefet etme projesidir. İktidar olma iddiası zayıftır.
AKP’nin, kendi içindeki koalisyonu, büyük ölçüde rant ve konum paylaşımı yaparak sürdürdüğü göz önüne alınırsa, yumuşak karnının da, bu paylaşımlar sonucu yapılan yolsuzluklar olduğu fark edilir. Tayyip Erdoğan da bu yolsuzlukların üzerinde oturmaktadır. Parti içindeki asıl gücünü, rant kaynaklarını (önemli bir kısmı kendisine olmak üzere), “adaletli” bir biçimde (Ertuğrul Günay’dan Almanya’daki Mehmet Gürhan’a kadar) dağıtmaktan alıyor. Tam da bu yüzden, Erdoğan, (çoğuna göre abartılı gelen) tepkiler gösteriyor. Erdoğan’ın bu konuda aşırı tepki vermesinin nedeni, gelişmeleri karşı güçle bastırarak kontrol altına alma taktiğidir. Özellikle, AKP’ye karşı kapsamlı bir “yolsuzluk dosyaları kampanyası”nın başlayacağı tüyosunu almışken savunmaya çekilmek, ciddi sarsıntılar yaratacaktır.
AKP’nin sonbahar programında, ABD’ye daha da fazla yanaşmanın dışında temel bir değişiklik yok. Ülke içindeki iktidar kavgasının her krizli aşamasını AKP, ABD’ye daha fazla yanaşarak atlatmaya çalıştı. Yolsuzluk dosyalarının patladığı, yerel seçimlerin yaklaştığı ve çok ciddi bir ekonomik krizin kapıda olduğu bir dönemde, benzer bir tavrın sergilenmesi şaşırtıcı değil. Üstelik bu sefer aklı sıra bir avantajı da var: ABD’nin aleyhine gelişen Kafkasya’daki gelişmeler. Rusya’nın etkinliğini daha da geliştirdiği Kafkasya’da, durumdan vazife çıkaran AKP, ABD’nin çıkarlarını koruma ve kollama adına inisiyatif alma niyetinde görünüyor. Abdullah Gül’ün Birleşmiş Milletler toplantısı gerekçesiyle gittiği ABD’deki girişimleri, aslında ülkeyi pazarlama adımlarından başka bir şey değildir. Bu pazarlamaya dahil edilmesi gereken bir unsur daha var kuşkusuz: yaklaşan başkanlık seçimleri. Havayı koklama ve yeniden oluşacak ya da yenilenecek kadrolara kendisini sunma gayreti içinde.
Ancak ABD’nin içine girdiği büyük mali kriz, özellikle Avrupa’ya yayılmasıyla birlikte, kaçınılmaz şekilde ülke ekonomisini ciddi oranda etkileyecektir. Erdoğan’ın krizden fırsat çıkarma taktiğinin, saçma sapan olduğunu belirtmeye gerek var mı? İstenildiği kadar, ABD’yle ekonomik ilişkilerimiz Avrupa ile olan ilişkilerimize göre çok sınırlı, biz az etkileniriz” densin, “sıcak para”ya aşırı bağımlı hale gelmiş bir ekonominin, mali krizden etkilenmemesi mümkün değil. Daha şimdiden TÜSİAD’dan MÜSİAD’a kadar bütün sermaye grupları kriz politikalarındaki yetersizlik nedeniyle hükümeti eleştirmeye başladılar bile. Üstelik krizin, finansal bir kriz olmanın ötesine taşınacağına dair emareler hızla artıyor. Bu koşullar altında, AKP’nin sonbahar planları için de bu durumun bir sürpriz oluşturduğu kesin. Sürpriz olmayan tek şeyse, krizin faturasının her zaman olduğu gibi bu sefer de halka çıkartılmaya çalışılacağıdır.
Hazırlıklarını iyi yapan ve sonbahara icraatlarla giren önemli bir güç ise Genelkurmay. Başbuğ’un yaptığı hazırlıkların ilk aşaması iki bölümden oluşuyordu. İlki ordu içindeki hoşnutsuzlukları gidermek, yaraları sarmak -ki bunu astsubayları davetlere çağırarak ve emekli paşaları cezaevinde ziyaret ettirerek yaptı. İkinci bölümde ise kamuoyunun takdir edeceği bir Genelkurmay Başkanı portresi çizmek var -ki bunu da gazete, dergi ve televizyonların özel tanıtım bölümleriyle gerçekleştirdi. Şimdi sırada siyasal meşruluğu sağlamak var. Bunun en kolay ve hızlı ve denenmiş yolu da elbette Kürtlere karşı askeri başarıdır. Son günlerde Kuzey Irak’a yapılan hava operasyonlarının asıl nedeni Genelkurmay’a sonraki (ülke içi gündemlere) müdahaleleri için siyasal meşruiyet kazandırmadır. Bu müdahale ise seçim dönemini kapsayacak olmasına rağmen asıl olarak seçim sonrasını hedefleyecektir.
Sol muhalefetin ya da sol muhalefet içindeki grupların bir siyasal programlarının olduğunu söyleyebilmek olanaklı değil. Tekil, kısa dönemli, dar hedefli projelerden söz edilebilir ancak. Şimdilik sadece, gerek grupların gerekse de kişilerin bir takım sınırlı girişimleri açığa çıkmış durumda. Ancak hala solun büyük bölümü atıl durumda ve bu atıllık hareket öncesi durgunluk gibi görünüyor.
Bugün, sürdürülen kamusal hak mücadelelerinin, sol adına kapsamlı bir siyasal program oluşturmada kritik bir öneme sahip olduğu ortada. Dağınık, atıl durumdaki güçleri harekete geçirme konusunda meşruluğunu haklılığından, başarısını sokak eyleminden alan bir mücadelenin etkisini hep birlikte görüyoruz. Gerek grupların gerekse bireylerin AKP’ye ve AKP yöneticilerine karşı tepki gösterme cüretini sağlayan şey, bundan önce çok kez, bunun yapıldığını görme
leridir. Bugün CHP’lilerin bile, Deniz Feneri Derneği önünde kitlesel gösteri yapabiliyor olmalarında, Halkevcilerin bir çok kez, bu derneğin faaliyetlerinin gayri meşruluğuna müdahale etmesinin etkisi önemlidir. Benzer şekilde, Tayyip Erdoğan sadece, seçilmiş öğrencilerin bile alınmadığı üniversite açılışlarına katılabiliyorsa, bunun nedeni üniversitelilerin kolektif mücadelesidir. Bülent Arınç’ın karşısında diklenen çiftçi, bunun yapılabildiğini çok kez görmüştür.
Kendiliğinden tepkinin gelişmesini sağlayan şey, o tepkinin daha önce gösterilmiş olmasının yanı sıra mücadele hedefinin meşru olmasıdır. Bugün AKP’ye ve AKP ile uygulamaya konulan kapitalist icraatlara karşı çıkmak toplum tarafından meşru kabul edilmektedir. Bu durumun yaygınlaştırılmasında ve genelleştirilmesinde “öncü inisiyatife” kritik görevler düşmektedir: Halk düşmanı politikalara her görüldüğü yerde müdahale etmek, halk düşmanlarını halkın karşısına çıktıkları her yerde rezil etmek. AKP’yi AKLAMAMAK her şeyden önce DÜRÜSTLÜĞÜMÜZ’dendir. Ve dürüstlüğün militan eyleme dönüştüğü her yerde, halkın bağrındaki direnme potansiyeli biraz daha canlanmaktadır.
Hakkımız olanı istemek ve bu uğurda büyük bir kararlılıkla mücadele ederek kopara kopara geri almak, halka verilmiş sözümüzdür. Bunun yapılabildiğini defalarca gördük ve gösterdik. Eskişehir’de ekmek zamlarını geri aldıran Emek ve Ekmek Meclisi, Kocaeli’nde su zamlarını geri aldıran Kocaeli Su Meclisi ve Ankara Mamak’ta kentsel dönüşüm projesini frenleyen Mamak Barınma Hakkı Bürosu, yolun sadece ilk adımlarını oluşturmaktadır. Bu adımları ilerletmek ve çoğaltmak ise ONURUMUZ’dur.