Sonbaharla birlikte yeni siyasi gelişmelerin yaşanacağı bir döneme giriliyor. Geçmiş dönemden kalan sorunların bir kısmı hafiflemiş olmasına rağmen, yeni dönem, AKP ve tüm siyasi aktörler açısından daha farklı ve zor sorunların dönemi olacak. Kapatma davası ve Ergenekon davasında sağlanan mutabakatın AKP’ye daha geniş bir hareket alanı kazandırdığı ortada. Devir teslim töreninde yeni Genelkurmay Başkanı İ. […]
Sonbaharla birlikte yeni siyasi gelişmelerin yaşanacağı bir döneme giriliyor. Geçmiş dönemden kalan sorunların bir kısmı hafiflemiş olmasına rağmen, yeni dönem, AKP ve tüm siyasi aktörler açısından daha farklı ve zor sorunların dönemi olacak.
Kapatma davası ve Ergenekon davasında sağlanan mutabakatın AKP’ye daha geniş bir hareket alanı kazandırdığı ortada. Devir teslim töreninde yeni Genelkurmay Başkanı İ. Başbuğ’un açıklamaları mutabakatı pekiştirdi.
AKP için zorlu geçecek bu dönem Kafkaslar’daki savaşla başladı. ABD, Kafkasları yeniden sömürgeleştirme operasyonunu derinden (burada Soros önemli bir aktördü) sürdürürken, Türkiye’ye ufak bir rol tanımlamıştı: taşeronluk karşılığı kırıntılardan nasiplenmek (Gürcistan’a ABD’nin milyarlarca dolarlık silah satışı yanında, Türkiye’ninki sadece 45 milyon Dolar idi). Ancak ABD’nin İsrail tezgâhı Putin tarafından (biraz da Gürcistan Devlet Başkanı’nın egosu sayesinde) bozulunca, filler tepişir çimenler ezilir misali, olan yine Türkiye’ye oldu. Her fırsatta Turgut Özal’a öykünen Erdoğan, Özal’ın “bir koyar, üç alırız” hesapsızlığını yaşamakla yüz yüze kaldı. Rusya’nın, Türk şirketlerinin ihracatına getirdiği fiili engeller ve “21 günde ABD gemileri Karadeniz’den çıkmazsa, sorumlusu Türkiye’dir” ültimatomu daha işin başında olunduğunun kanıtı. Karadeniz’in bir gerilim, hatta bir savaş alanı olma olasılığı ise AKP’nin Türkiye’yi nasıl bir tehlikenin içine attığının göstergesi. Bu koşullar altında enerjide neredeyse tamamen dışa bağımlı bir ülkeyi zor bir kış bekliyor. Ancak hala kuyruğu dik tutmaya çalışan AKP, sanki bütün Kafkas ülkeleri onu bekliyormuş gibi “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” önerisinden bahsediyor. Bu propagandanın ülke dışında hiçbir anlamı olmadığı ortada. Bunu AKP de biliyor, ancak iç siyasette kendisine vermek istediği “büyük aktör” imajını güçlendirebilmek için “nafile namazı”na devam ediyor.
“Gelişmekte olan emperyalist güç” Rusya’nın Gürcistan’a askeri müdahalesi, emperyalist ülkeler arasındaki ilişkilerin yeni bir döneme girdiğinin önemli kanıtlardan birini oluşturuyor. Rusya kendi arka bahçesine yerleştirilmiş bir Truva atı olarak gördüğü Gürcistan konusunda, Ukrayna’ya ya da Polonya’ya yapmadığı kadar tavizsiz davranacaktır. Ancak Gürcistan, ABD açısından da hem Kafkas enerji alanı için hem de İran’ı çevrelemek için oldukça önemli.
Yeni tür bir gerilim zemini, ABD ve Rusya’nın çıkar alanlarında uzun zamandır beliriyordu. Kuşkusuz böyle bir durumun Kafkaslarda, Ortadoğu’da, Afrika’da, Karadeniz’de, kutuplarda sürekli savaş durumlarına neden olduğu ve olmaya devam edeceği kesin. Başta yeni AB ülkeleri ve Türkiye olmak üzere tüm Avrupa bu gerilimden fazlasıyla etkilenecek. Böyle bir atmosferde gerekli olan bağımsız tutumun ne AKP’den ne de diğer düzen partilerinden beklenmeyeceği aşikâr.
Bu dönemde Erdoğan, dolayısıyla AKP, sadece dış siyasette değil iç siyasetteki ihtiyacı yüzünden de ABD’ye daha da fazla yanaşmak zorunda kalacak. Bunun en temel nedeni yaklaşan yerel seçimlerde olası bir başarısızlık ihtimalidir. Seçimler öncesi yaşanacak ekonomik ya da siyasi bir kriz, AKP’nin dikiş yerlerini patlatabilir. (Ancak saf Amerikancı bir tutumun da AKP’nin dikişlerini zorlayacağı K.Tüzmen ve C.Çiçek gerilimiyle ortaya çıktı)
Böylesi bir atmosferde AKP tekelci sermayenin desteğini alırken asli tabanını oluşturan sermaye kesimlerini de kollaması gerekiyor. AKP bu durumda halka karşı sürdürdüğü savaşı daha azgınlaştırmak zorunda. Ancak bunları yaparken de oy kaybına uğramamak için bin bir çeşit Ali Cengiz oyununa başvurması gerekiyor.
Oy kaybına uğramamak açısından AKP’nin iki büyük avantajı var. İlki, dini değerleri sonuna kadar sömürmesi; cemaatlerden, tarikatlardan aldığı destek, dini simgeleri her biçimde kullanması. İkincisi ve daha önemlisi ise doğru çizgide, tutarlı ve güçlü bir muhalefetin olmaması. CHP ve MHP gibi partilerin, ya da yeni kurulacakların, AKP’nin neoliberal-gerici politikaları karşısında tutarlı, diri ve halktan yana (sol) bir muhalefet yapması beklenemez.
Bu nedenle AKP bünyesinde toplanan tüm gerici blok, ilerici halk kesimlerine karşı dinci-gerici saldırılarını azgın bir şekilde arttırırken, milliyetçi-gerici-faşist kesimleri kendi arkasına dizmeye çalışmaktadır.
Son dönemdeki gerici basının salvolarının bu gözle değerlendirilmesi doğru olacaktır. Gerici basının emellerini en azgınca yansıtan Vakit Gazetesi, kimi sosyal demokrat belediyeler hakkında, “Ramazan’da camilerin sesini kısarak ezan sesini susturuyorlar (Dikili), iftar çadırı kurmamayı -sanki mecburmuş gibi- adet haline getirdiler (Kadıköy)” türü pervasız yayınlar yaparken; uzlaşmalar sonrasında gittikçe AKP’nin dümen suyuna girmeye başlayan yargı çevreleri de gerici saldırılara paralel neo-liberal saldırı atakları düzenliyorlar. Dikili Belediyesi’nin su, ekmek ve ulaşımın halka ücretsiz veya ucuz olarak sağlaması; Kadıköy Belediyesi’nin halka yer yer bedava sağlık hizmeti götürmesi; Şanlıurfa’da Suruç Belediyesi’nin 1 Mayıs ve Newroz’da personeline idari izin vermesi hakkında davalar açılmaktadır. Bu davaların peş peşe gelmesi, uygulamanın sistematikliğinin ve gericilikle neoliberalizmin iç içe geçişinin rastlantısal olmadığının kanıtlarıdır.
Taraf gazetesi yazarlarının, Birgün gazetesi ve Sendika.Org sitesi gibi hiçbir biçimde ulusalcılıkla ilişkilendirilemeyecek çevrelere (ulusalcılık, ırkçılık suçlamalarıyla) sistematik saldırıları da bu liberal-gerici salvoların bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Artık liberalizmin erdemlerini dile getirmekten çekinmeyen ve AKP savunuculuğuna soyunmaktan utanmayan bu liberaller, egemenler arasındaki çatışmada bağımsız bir kutbu temsil etme çabası güden sol akımlara, geleneklere karşı son derece bilinçli bir kutuplaştırma, eritme ve marjinalize etme politikası gütmektedirler.
Bu gelişmeler adım adım kurulmakta olan ılımlı-İslam rejiminde halkçı, ilerici uygulamalara ve dahası aslında sola yer olmadığının ve son derece otoriter karakterli bir gericilik rejiminin örülmekte olduğunun, liberallerin de “demokrasi” yaygaralarıyla bu gelişmelere bilinçli olarak çanak tuttuklarının belirtileri olarak değerlendirilmelidir.
***
Yaşanan ve giderek derinleşen bu kritik dönemeçte, toplumsal muhalefetin sonbahara hareketli bir tarzla girmesi son derece önemli olacak. Zira durağan bir çizgi, liberal-gerici tarafın elbirliğiyle saldırıya geçtiği bu dönemde, kaçınılmaz olarak düşüş, gerileme ve marjinalleşmeyi (hatta belki de yok olma tehlikesini) beraberinde getirecektir.
Bu nedenle, bu sonbaharda AKP’nin kaçınılmaz öncelikleri olan neoliberal ve gerici politikaların karşısında güçlü bir set oluşturmak ilk çıkış noktasını oluşturmalıdır. Ancak neoliberal politikalara karşı, bağımsız, demokratik ve sokakta mücadeleyi hedefleyen bir halk muhalefeti AKP’nin dolayısıyla da emperyalizmin oyununu bozabilir.
AKP’nin; emperyalist işbirlikçiliğine, kamusal hakların (eğitim, sağlık, enerji…) gaspını amaçlayan politikalarına ve gericiliğine karşı verilecek bir mücadele başarılı olduğu ölçüde, onun ve diğer tüm burjuva siyasal partilerin programları çöpe atılacaktır. Eğitim ve sağlığın kayıtsız şartsız parasız olması, insanca yaşam için gerekli miktarda suyun, enerjinin ve ulaşımın ücretsiz sağlanması gibi somut talepler halkın mücadele bayrağı haline getirilerek AKP’nin ikiyüzlü vaatleri boşa çıkarılacaktır.
Bu sadece
AKP’ye karşı bir mücadele değildir. Emperyalizmin tüm dünyada uygulatmaya çalıştığı ve buna aday tüm yerel işbirlikçilerin kabul ettiği ekonomik ve siyasi programa karşı bir mücadeledir.
Sistemin işleyişini devrimci bir biçimde bozmak, hak mücadelelerinin başarıya ulaşmasıyla mümkündür. Kapitalist pazar işleyişinden koparılacak her parça diğerlerini de peşinden getirecektir. Örneğin toplumun ortak malı olan su kaynaklarını sattırmamak, yoksulların su tüketiminin ücretsiz olmasını sağlamak; enerji ve ulaşım hakkı mücadelesini de güçlendirecektir. Ancak biz biliyoruz ki tüm toplumda yaygın bir hak bilinci ve mücadelesi birdenbire oluşmayacak, bunun temeli, öncünün eylemiyle atılabilir. Bu durum aynı zamanda dağınık, parçalı sol siyasi güçler için ortak politik mücadelenin oluşturulması misyonunu içermek zorundadır.
Bu süreç kuşkusuz mücadele etme kararlılığını ve örgütlenme bilincini de geliştirecektir. AKP’nin ezilenler içinde kökleştirmeye çalıştığı kaderci anlayışı; ezilenlerin bağımsız devrimci eylemiyle yenilecek. AKP’nin tarikatlara, cemaatlere dayalı örgütlenme anlayışı; halkın demokratik, özgür ve eşitlikçi iradeye dayalı örgütlenme anlayışına yenilecek.
Bilinmelidir ki, yıkacağımız her domino taşı, diğerlerini de devirecek! Halktan yana her küçük başarı, peşi sıra liberal-gerici bloğun zincirleme olarak daha büyük kayıplarını beraberinde getirecek! Yeter ki dinamik bir muhalefet çizgisinin birleştiriciliğine güvenelim! Verilen doğru mücadele örneklerinin arkasında dik durmayı başaralım, onları geliştirelim!