‘Büyük Satranç Tahtası’ ve NATO -2- Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırısıyla başlayan gelişmeler, NATO’nun kriz içinde olduğunu bir kez daha gösterdi. “Kriz” sözcüğünü kullanmamın iki nedeni var. Birincisi: NATO Avrupa’yı, ABD’nin dünya düzeni vizyonunun tutarlı, tamlayıcı bir parçası olarak konsolide edecek… Avrupa’yı sağlam bir üsse, sadık bir ortağa dönüştürecek bir örgüt olmak yerine, ABD ile AB […]
‘Büyük Satranç Tahtası’ ve NATO -2-
Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırısıyla başlayan gelişmeler, NATO’nun kriz içinde olduğunu bir kez daha gösterdi.
“Kriz” sözcüğünü kullanmamın iki nedeni var. Birincisi: NATO Avrupa’yı, ABD’nin dünya düzeni vizyonunun tutarlı, tamlayıcı bir parçası olarak konsolide edecek… Avrupa’yı sağlam bir üsse, sadık bir ortağa dönüştürecek bir örgüt olmak yerine, ABD ile AB arasındaki görüş ayrılıklarının sürekli ön plana çıktığı bir platforma dönüştü.
İkincisi: Soğuk savaş boyunca Avrupa için bir güvenlik, siyasi istikrar kaynağı olan NATO şimdi istikrarsızlıkları körükleyen, hatta yenilerini yaratan bir örgüt haline geldi.
Gürcistan merceğinden NATO
ABD, Rusya’nın Gürcistan’a askeri müdahalesini, Rusya’yı tecrit etmek ve Avrupa’yı kendi yanına çekmek için bir fırsat olarak kullanmak istedi. Tüm ABD basını bu hedeflere kilitlendi; Rusya’nın Gürcistan müdahalesiyle Hitler’in 1938, SSCB’nin 1957 Çekoslovakya işgalleri arasında paralellikler kurdu
Ancak Almanya, Fransa ve İtalya’nın liderleri, bu yaklaşımı benimsemediklerini hemen dile getirdiler. Rusya’nın yanı sıra Gürcistan’ı da eleştiren bir tutum takındılar, Rusya’yı tecrit etmeyi kabul etmediler. Gürcistan konusunda, kendi ülkesinde eleştirilere hedef olacak kadar ABD ile aynı çizgiyi izleyen İngiltere Dışişleri bakanı Miliband bile Rusya’nın G8’den çıkarılmasına karşı olduğunu açıklamak zorunda kaldı.
Almanya ve Fransa gibi merkez AB ülkelerinin Gürcistan’a yönelik eleştirileri aslında, bu savaştan ABD’yi de sorumlu tuttukları anlamına da geliyordu. Almanya eski Devlet Başkanı Shröeder’in Der Speigel’le yaptığı bir söyleşide işaret ettiği gibi, ABD tarafından silahlandırılan ve eğitilen Gürcistan’ın böyle bir provokasyona, ABD’nin bilgisi dışında kalkışmış olması düşünülemezdi. Ya Gürcistan NATO üyesi olsaydı? O zaman Avrupa ülkeleri birdenbire kendilerini Rusya ile karşı karşıya bulmayacaklar mıydı?
Almanya ve Fransa’nın, ABD’nin hegemonya projesinden kaynaklanan risklerden dolayı Rusya ile diplomatik, ekonomik ilişkilerini zedelemeye, kışın doğalgaz sıkıntısı çekmeye, petrol fiyatlarındaki yeni bir sıçramanın maliyetini üstlenmeye, dahası kendilerini yeni bir soğuk savaş içinde bulmaya niyetleri yok.
Güvenlik değil, istikrarsızlık kaynağı
Bu açıdan bakınca, NATO’nun önümüzdeki dönemde üyeleri için giderek artan bir risk, istikrarsızlık kaynağı olacağı söylenebilir.
Örneğin Gürcistan’ın, Rusya karşısında korunaksız kaldığını gören Ukrayna yönetimi, şimdi paniğe kapılarak NATO üyeliği sürecini hızlandırmaya çalışıyor. Halbuki, Ukrayna, gaz boru hatları, Rusya’nın Karadeniz donanmasının demirlediği Sivas-topol Limanı, limanın bulunduğu Kırım Yarımadası’ndaki Rus nüfusu (halen Rusya bunlara pasaport vermeye devam ediyor) nedeniyle, Rusya için stratejik bir öneme sahip. Dahası, tarihsel ve kültürel olarak Ukrayna Rusya’nın doğduğu yer, adeta Rusya’dan bile önemli Rusya için. Bu koşullarda Ukrayna’nın NATO’ya üye olması, Gürcistan’ın üyeliğinden çok daha büyük bir sorunu gündeme getirecek, belki de “Soğuk savaş ortamına geri mi dönüyoruz?” diye endişe edenler, kendilerini nükleer silahlara sahip ülkeleri kapsayan bir sıcak savaş riski ile karşı karşıya bulacaklar…
Bu o kadar gerçek bir korku ki, ABD yanlısı olarak bilinen Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Baltık Denizi ülkelerinin dahi şimdi Rusya ile yeniden diyalog kurmaya çalıştıkları, bu diyaloğa aracılık etmesi için, düne kadar AB sürecinde sürekli çatışmak zorunda kaldıkları Angela Merkel’e yanaşmaya başladıkları bildiriliyor (New York Times 25/08). NYT’nin bu gözlemleri doğruysa, bu ülkelerin, Gürcistan’ın başına gelenlerden sonra NATO üyeliğini, bu örgütün içindeki uyumsuzlukların etkisiyle müdahale kapasitesinin giderek zayıfladığını düşünerek yeterli bir güvence olarak görmediklerini, Rusya ile diplomatik ilişkilerini güçlendirmeye, Avrupa içindeki liderliğe (Almanya-Fransa ekseni) yakınlaşmaya çalıştıklarını düşünebiliriz. Nitekim kimi uzmanlara, örneğin Plymouth Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Patrick Holden’e, göre, bu ülkeler açısından NATO’ya sığınmak yerine soğuk savaş döneminde Finlandiya ve Avusturya’nın yaptığı gibi NATO konusunda gönüllü bir tarafsızlığı kabul edip AB’ye güvenmek çok daha güvenlikli bir seçenek (EuroObserver, 25/08).
Özetle NATO, krizini aşarak kendisinden beklenen işlevi üstlenemiyor. Eğer bu saptama doğruysa, Türkiye’nin ABD gemilerinin Karadeniz’e açılmasını kolaylaştıran dış politika anlayışını hemen terk etmesi gerekir. Bölgede gelişen konjonktür içinde ABD’ye yaslanarak güç yansıtma fantezileri, ülkeyi hiç istenmeyen çatışmaların tarafı haline getirebilir. Önümüzdeki dönemde dış politikada yeni bir anlayış benimsemek, bölgede siyasi, askeri gerginliklerin tırmanmasını önleyecek önlemler üzerinde odaklanmak, çok daha güvenlikli olacaktır.