ABD Başkanı Bill Clinton, 1995 yılında Amerika’nın Afrika’ya yönelik, kesin, açık ve anlaşılır bir politikası olmadığını belirterek “yeni bir Afrika politikasına ihtiyaç duyulduğunu” ifade ediyordu. Bugünkü Amerika, Afrika’yı, dış politikasının merkezinde yer alan bir parça olarak belirledi. Çünkü Gine Körfezi, kıtada üretilen petrolün %54’üne, dünya üretiminin de %5’ine sahip (2003). Ayrıca, kıta, Amerika’nın dünya çapında […]
ABD Başkanı Bill Clinton, 1995 yılında Amerika’nın Afrika’ya yönelik, kesin, açık ve anlaşılır bir politikası olmadığını belirterek “yeni bir Afrika politikasına ihtiyaç duyulduğunu” ifade ediyordu. Bugünkü Amerika, Afrika’yı, dış politikasının merkezinde yer alan bir parça olarak belirledi. Çünkü Gine Körfezi, kıtada üretilen petrolün %54’üne, dünya üretiminin de %5’ine sahip (2003). Ayrıca, kıta, Amerika’nın dünya çapında verdiği terörizme karşı mücadelesinde önemli bir yer tutmakta. Amerikalılar, Doğu/Batı iki kutuplu soğuk savaş sonrası dönemindeki Afrika’da, şimdiki veya 11 Eylül sonrasına ait dönemde; öyle ya da böyle içerikteki analizlerini belirlemede ve şekillendirmede etkili olan uluslararası olaylar içinde, farklı kulvarlarda geziniyorlar.
Afrika, soğuk savaş sürecinde eski kolonileri üzerindeki etkisinden vazgeçmeyen, Büyük Britanya ve Fransa arasındaki geleneksel yarışın yanı sıra, süper güçlerin karşılaştığı bir futbol sahasına dönüştürülmüştü. Bu yüzden Amerika, kıtadaki performansını sınırlamış, Afrika’nın jandarmalığını, NATO içindeki dostlarına bırakmıştı. Sovyetler Birliği’nin kıtadaki gücünü etkisizleştirmek için de: Güney Afrika’da ki “komünist tehlike“ye karşı, gezici destek sovyetik-Kübalılar ve MPLA[1] Marksist-Leninist hükümetine karşı, Angola’da Jonas Savimbi’nin UNİTA’sını[2] desteklemişti. Güney Afrika’da yaşanan ırk ayrımcılığı ile işbirliği ve Moskova’nın saygın dostu Kongo başbakanı Patricio Lumumba’nın öldürülmesi CIA tarafından tasarlanmıştı.
O zamanlarda kıta, “ilericiler”, “Sovyet yanlıları” ve “ılımlılar”, “batı yanlıları”, arasında bölünmüştü. Amerika (lojistik karşılık sağlamadan sorumlu) tarafından güvendirilen “Global emperyalistler” arasında, görev paylaşımı dahi yapılmıştı. “İkincil emperyalist” görev, Fransa’ya (eskiye dayanan kültürel-tarihsel haklarından dolayı, müdahaleyi en uç noktaya kadar götürmesi talebiyle jandarmalık etme görevi) verilmişti.
Kıtada saptanan ülkelerde (Fas, Zaire ve Güney Afrika) Batı’nın emirlerinin uygulanması ve onların yapacakları görevleri üstlenmesi için, müttefiklerden bazılarına, bir parça askeri malzeme yardımı yapılarak, “emperyalizmin bekçiliği” bu ülkelere emanet edilmişti.
Amerika Soğuk Savaş süresince böylece, anti komünizm adı altında, özellikle de Etiyopya ve Angola’da, Sovyetlerin kurduğu hükümetlerin ardından, Afrikalı diktatörleri desteklemişti.
Carter yönetimi boyunca Amerika’nın Afrika politikasını belirleyen dışarıdaki, gönülsüz askeri etkinliklerin altını çizmek gerekir. Yıkıcı deneyimler ve Vietnam, Afganistan, Irak konularında, dışarıdan gelen küçük düşürücü müdahaleler, Amerika başkanını Afrika’daki uygulamaları, şu üç ilke temelinde şekillendirmeye zorlamıştı: “Fransızca konuşan Afrika ülkelerinin sorumluluğunu Fransa’ya bırakmak, insan hakları gibi konularda, kıtanın geliştirilmesi, Doğu/Batı kavgasının kıtaya taşınmaması ve Afrika ülkelerinde bağımsızlığın korunması.”
Amerika bu ilkeler doğrultusunda, Fransa ve İsrail’in desteğiyle iktidarını sürdürebilen Mobutu gibi Afrikalı diktatörlerle arasına bir mesafe koymuştu. Carter yönetiminin kıtadan geri çekilmesi sonucu, bu iki güç (Fransa ve İsrail) komünist egemenliği önlemeye karar vermişlerdi.
1980 yılı Kasım ayında iktidara gelen Reagan yönetimi, selefinin politikasına zıt ve tamamıyla saldırgan bir tutum sergilemiş ve Afrikalı müttefiklerine yardım etmek, onları güvence altına almak için açık askeri müdahalelerde bulunmuş ve bu kıtada ortak savunmayı sağlama almak için, batılı güçlere baskı uygulamıştı.
Bu geri dönüş politikası çerçevesinde, Afrika’daki yozlaşmış yönetimlere koşulsuz destek verilmişti. Mobutu gibi baskıcı birinin başkan olduğu hükümete, Angola’daki Sovyet-Küba varlığına, karşı mücadele etmek içinde Stinger benzeri dehşet uygulayan Savambi’nin UNİTA’sına askeri donanım temin edilmişti.
Soğuk Savaş sonrası dönemin, yeni ekonomik ve jeopolitik çıkarları
Baba Bush’un yönetimde olduğu 1993 yılında, Somali’de uygulanan Umut Yenileme Operasyon’u (Restore Hope); Kuzeydoğu ve Orta Afrika’da, Güney Afrika’da, Gine Körfezi’ndeki Nijerya’da, Afrika Boynuzunda ve de Doğu Afrika’daki Kenya ile Etiyopya’da yardımsever-askeri müdahale Amerikalılar için aşağılayıcı, korkunç bir duruma dönüşmüş ve Somali savaşının şefi Aidid Mohamed’in tutuklanması girişiminde de bulunulmuştu.
Bu politika, Uganda, Ruanda ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün neden ihlal edildiğini açıkça göstermişti. Amerikalı uzmanlar, üst üste yayınladıkları beş raporda, bu ülkelerin nasıl yağmalanmaya maruz kaldıklarını açıklamışlardı. Amerika’nın gözünün önünde, uluslararası yasalar ağır şekilde ihlal edildiği halde, Amerikalı yöneticiler tarafından hiçbir tepki gösterilmemişti.
11 Eylül sonrası
11 Eylül saldırılarının ardından, önceki planların doğrultusunda, “önleyici savaş”ın “Bush doktrini” ortaya çıktı. Afrika kıtası, Amerikan dış politikasının, dünya çapındaki stratejisi içinde yer aldı. 1998 Ağustos’unda, Dar es Salam ve Nairobi’de Amerika elçiliklerine yapılan saldırılar döneminde Kıta özellikle ayrıcalıklı anti-terör etkinliklerinin alanı olmuştu.
George W. Bush’un yönetimi tarafından derinleştirilmiş ve yeniden düzenlenmiş olan AGOA anlaşması (AGOA-African Growth Opportunity Act, Afrika Büyüme Fırsatı Anlaşması: tercihli ticaret anlaşmaları formunda, ç.n) 1998 yılında Clinton yönetimi tarafından yürürlüğe sokulmuştu.
AGOA anlaşması çerçevesinde, anti-terörist mücadelede onlara yardım eden ve onların çıkarlarını gözeten, özellikle pazar ekonomisine ve Amerika liberal demokrasisinin prensiplerine saygılı olan Afrika ülkelerine, bazı gümrük avantajları sağlanmıştı. Ayrıca AGOA anlaşmanın kabul edilmesiyle birlikte bu militarist stratejilere, ekonomik bir içerik de eklenmişti.
Amerikalılar, kıtadaki askeri varlığını güçlendirmek istedikleri için, yürürlükteki ACRİ (African Crisis Response İnitiativ- Özel şirketlerin, askeri eğitim verdiği bir yapılanma, ç.n.) girişimini, 2002 yılında, ACOTA (African Contingency Operations Training Asistance . askeri eğitimin Pentagon güçleri tarafından verilmesi, ç-n) adında bir yapılanmaya dönüştürmüşlerdi. Amerika bunun, Afrikalı askerlere çıkabilecek krizlerde müdahale etme becerisi kazandırmak için yapılan bir yardım olduğunu açıklamıştı. Oysa gerçek amaç, kıtadaki diğer petrol ithalatçılarının amacıyla aynıydı. Petrolü kullanma ve işletme hakkını elde edebilmek ve sürekliliğini sağlamak için, o dönemde, insan haklarını ihlal eden hükümetlere gözlerini kapayarak, petrol üreten ülkelere, para ve askeri yardım teklif edilmişti. İşte bu nedenlerden (Kötü yönetim, hükümet sınıflarının yozlaşması, siyasal belirsizlik, Afrikalı güçler arasındaki rekabetlerden doğan çatışmalar) dolayı Afrika halkları, başlarına gelen kötülüklere “petrolün laneti” demişlerdi.
Amerika, bu amaçlara ulaşmak için, bölgedeki fiziki varlığının ilk adımı olarak: “Cibuti’de askeri bir üs kurmak. 2002 yılında bölgenin dokuz ülkesinde (Cibuti, Etiyopya, Eritre, Kenya, Uganda, Sudan – geri alınmış – Tanzanya, Somali, Yemen) polis ya da askeri bir güç (task force) oluşturmak. Yemen, Kızıl Deniz ve Afrika Boynuzu’nu kontrol edebilmek için de; Sahel bölgesinin sek
iz ülkesini (Cezair, Mali, Fas, Moritanya, Nijer, Senegal, Çad ve Tunus) birleştirmek istemişti. Bu doğrultuda dokuz ülkenin birlikteliğini sağlamak içinde 2002 yılı sonunda, PAN SAHEL[3] oluşturulmuştu. Amerikalılar ve müttefiklerinin, çıkarlarına karşı yapılacak saldırılarda, teröristlerin kullanabileceği Sudan-Sahela şeridinin de insansızlaştırılması” planlanmıştı.
Sonunda, Orta Afrika’yı kontrol etmek ve kıtanın batı kıyılarındaki petrolü güvence altına almak için, Gine Körfezi’ne büyük, sürekli ve temel bir üs ile birlikte, Santo Tomé y Principe sahiline, bir uzay gözetleme sistemi yerleştirmeyi tasarlamıştı.
Kuzey Amerikalıların, Gine Körfezi’nden ithal ettiği petrol, toplam ithalatının içinde %12’den %20’ye yükselmiş ve bunun 2020 yılında %35’e yükseleceği hesaplanmıştı.
2007 yılının Şubat ayında George W. Bush tarafından ilan edilen ve 1 Ekim 2007 tarihinde çalışmaya başlayan Africom)‘un (Afrika Birleşik Savaş Kumandanlığı) yaratılması, Afrika’yı askeri ve ekonomik olarak kontrol etme isteğinin bir işareti olarak değerlendirilmişti.
Africom’un genel merkezinin 2008 yılında Afrika’da kurulması öngörülmüş ve Afro-Amerikan General William E. Ward bu merkezin komutanlığına atanmıştı. Temel görevi, işleri koordine etmek olan bu yapı; Cezayir’den Pretoria’ya (Güney Afrika Cumhuriyetinin yönetsel başkenti, ç.n.) kadarki bölgede, güvenlik ve askeri eylemleri gerçekleştirmekle yükümlü kılınmıştı.
Bütün bu etkinlikler, yardımseverlerden ve sivillerden gizlendi. Africom’un genel merkez bürosunun kabulü konusu, Afrika ülkelerinin bir kısmı tarafından suskunlukla karşılanmıştı. Zaten, Amerikalıların dünya çapındaki mücadelesinde, onun çıkarlarına karşı teröristleri kıtaya çekme korkusu mevcuttu. Ayrıca Amerika, çeşitli ticari kazanımlar elde etmek gibi amaçlar için de Africom’u planlarken şu çıkarları hesaba katmıştı: “Kıtadaki Büyük Britanya ve Fransa’nın etkisini zayıflatmak; Çin’in ticari saldırısının önünü tıkamak; bu kıtaya yerleşmeyi planlayan Brezilya ve Hindistan gibi ortaya çıkan ülkeleri yıldırmak; PAN-Sahel girişimini güçlendirerek El Kaide’ye karşı mücadele etmek; Sudan’dan Etiyopya’ya kadar bir alanda İslam Mahkemeleri Birliği’ne karşı mücadele etmek; Ortadoğu’ya olan petrol bağımlılığını azaltmak için, Afrika petrolünün işletme güvencesini elde etmek.”
Kuzey Amerikalıların stratejileri, önemli petrol çıkarları bulunan, güçlü iş adamları ve Samuel Huntington’ın (“Medeniyetler çatışması teorisi”) ve Francis Fukuyama’nın fikirleri (“tarihin sonu teorisi”) ile ilişkilidir. Amerikalılar; “özellikle tek taraflı ve önlenebilir askeri eylemler karşısında bütün yöntemleri kullanarak, dünyanın bir uçundan diğer ucuna tüm rakiplerini bertaraf etmek ve tek süper gücün statüsünü korumak için, ulusal güvenlik stratejilerinin bir parçası olan Afrika petrollerine güveniyorlar.”
George W.Bush, 2001 yılında Beyaz Saraya gelişinden beri, çevresindeki muhafazakarlardan birine ait olan “Wolfowitz doktrini”nden ilham alarak, Irak savaşının mimarlarından biri ile birlikte, global enerji fiyatını kontrol etme siyaseti temelinde yürüttükleri siyasi ve ekonomik amaçlarının gerçekleşmesine kendini adadı.
Amerika’nın Afrika politikası, Barack Obama veya Hileri Clinton ya da John McCain’nin ellerinde belirsiz bir şey olarak duruyor. Bush’un “dünya demokratik devrimi”nde, bu adaylar döneminde daha fazla gerileme olacaktır. Çok kutupluluk ve çok taraflılığa belirli bir dozda duyarlı olan Hillary Clinton veya Barack Obama yönetiminde, bu gerileme daha fazla olurken, askeri- ekonomik ve siyasi tek yanlılık taraftarı McCain ile daha azı yaşanacaktır.
Her iki durumda da, zaptedilen Afrika ekonomisinin yürüyüşü, ötelerdeki askeri işgale doğru devam etmektedir.
[Rebelion’daki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
dipnotlar:
[1] MPLA: Angola Halk Kurtuluş Hareketi. Aralık 1956’da kuruldu. Angola’da işgalci güç konumunda bulunan Portekiz devletine karşı 1961-1975 yılları arasında bağımsızlık mücadelesi verdi. 1975 yılında Angola’nın bağımsız olmasından sonra 1976 yılında iktidara gelen bir siyasi parti.
[2] UNİTA: Angola’nın Kuruluş için Ulusal Birlik. 1966 yılında kuruldu. Örgütün kurucusu, eğitimini İsviçre’de tamamlamış, büyük bir aşiret mensubu Jonas Savimbi’ydi. ABD, İsrail ve Güney Afrika’nın desteği ile MPLA’ya karşı mücadele eden bir örgüt.
[3] PAN SAHEL: 2002 yılının Kasım ayında, Amerika tarafından oluşturulan, Mali, Nijerya Çad ve Moritanya gibi ülkeleri terörizme karşı koruyan, teröristlerin bu ülkelere sızmalarını önleyen, bu ülkelere askeri ekipman konusunda yardım etmeyi öngören bir program.