“Cumhuriyet’e dinciler saldırmış… …meğer saldırganlar çeteymiş!” Yukarıdaki sözler Zaman gazetesinin reklamlarından birinde geçiyordu. Gazete, reklam değil inceden propaganda yapıyordu. Sözcüklerin diziliş biçimi, aslında saldırganın kim olduğunu anlatmaktan çok, çetelerle dincilerin, daha doğrusu kontrgerilla ile siyasal İslam’ın ayrık (ilişkisiz/uzlaşmaz) şeyler olduğu propagandasını inceden işlemeye yönelikti. Dincilerle çetelerin birliği, reklamdaki “çete” sözcüğünün ardına saklanan kontrgerillanın “Komünizmle Mücadele […]
“Cumhuriyet’e dinciler saldırmış…
…meğer saldırganlar çeteymiş!”
Yukarıdaki sözler Zaman gazetesinin reklamlarından birinde geçiyordu. Gazete, reklam değil inceden propaganda yapıyordu. Sözcüklerin diziliş biçimi, aslında saldırganın kim olduğunu anlatmaktan çok, çetelerle dincilerin, daha doğrusu kontrgerilla ile siyasal İslam’ın ayrık (ilişkisiz/uzlaşmaz) şeyler olduğu propagandasını inceden işlemeye yönelikti.
Dincilerle çetelerin birliği, reklamdaki “çete” sözcüğünün ardına saklanan kontrgerillanın “Komünizmle Mücadele Dernekleri” suretinde olduğu 1960’larda Erzurum Komünizmle Mücadele Derneği’ni kuran Fethullah Gülen ve benzerlerinin şahsında cisimleşmişken; Gülen’in gazetesi, bir ön kabulmüş gibi, dincilerle “çete”lerin ayrık şeyler olduğunu ima ediyor.
Yalnızca Zaman çevresi ve önemli unsurlarından biri olduğu AKP iktidarı değil, sağ-liberaller ve solcu olduğunu söyleyen liberaller de Ergenekon soruşturması ve kapatma davası etrafında yaşananları, siyasal İslam’la kontrgerillanın iki ayrık güç olarak yürüttükleri iktidar mücadelesi olarak kabul ediyorlar. Bu ön kabul, mevcut koşullarda halkın bağımsız bir siyasal güç olarak varlık gösteremeyeceği fikriyle de birleşince, kaçınılmaz olarak, siyaset yapmayı “çeteci misin, ‘dinci”ci* misin” sorusuna yanıt vermeye indirgiyor. “İkisi de değilim” demek ise politikasızlık olarak değerlendiriliyor.
Buna rağmen liberalizmden ve milliyetçilikten ayrışma eğilimini, son dönemde daha geniş bir bileşenle ve daha iddialı biçimlerde ifade etmeye başlayan ilerici toplumsal muhalefet güçleri, halkın bağımsız bir siyasal güç olarak örgütlenmesine olanak sunan bağımsız çıkarları olduğunu ortaya koymakta bir sıkıntı duymuyor. Ancak o bağımsız çıkarların hangi özneye /nasıl bir özneye karşı savunulacağı konusunda kafalar karışıyor. Çünkü, yine egemenlerin, “çetelerle dincilerin ayrıklığı” ön kabulünden türeyen bir soruya yanıt verilmeye çalışılıyor: Ağırlıkla çetelere mi karşı olalım, dincilere mi, yoksa hem birine hem ötekine mi? Pratik konumlanışın bu soruya verilen yanıtla belirlenmesi, kendi içinde sorunlar içeren bir dizi eğilim açığa çıkarıyor.
Kimileri, AKP ile aynı safta durmaksızın, “çete”ye karşı mücadeleye ağırlık vermekten yana. Bunu da şu tartışmayla gerekçelendiriyorlar: AKP, Ergenekon soruşturmasıyla, iktidar kavgası yürüttüğü kontrgerillanın sivri uçlarına dokunmuştur. Ergenekon buzdağının görünen kısmıdır. Soruşturma sürecinin derinleştirilmesi için yüklenelim. Böylece hem AKP’nin samimiyetsizliğini teşhir eder, hem de kontrgerillanın bütün uzantılarıyla hesap vermeye zorlanacağı bir demokratikleşme süreci açığa çıkarmış oluruz.
Bu yaklaşımın sahipleri, Ergenekon davası sanıklarının kontrgerilla içinde faal unsurlar olduğunu varsayıyorlar. Devletin kırmızı çizgilerinin (ve kontrgerillanın), yeni uluslararası güç ilişkileri gereğince değişmekte olduğunu ve Ergenekon operasyonunun, bu değişime ayak direyenlerin tasfiyesi olabileceğini göz ardı ediyorlar. Dava iddianamesinde de geçen, çetenin TSK’dan, MİT’ten, Polis’ten, CIA ve NATO’dan artık bağımsız olduğu şeklindeki vurguların ne niyetle yapıldığını hesap etmiyorlar. Oysa Ergenekon kadrosunun temelde, anti-şeriatçı, (komşu bir Kürt devletinin kuruluşuna karşı çıkılması anlamında) anti-Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunlarında statükocu çizginin, yani devletin (hükümeti ve ordusuyla) terk etmekte (veya restore etmekte) olduğu eski kırmızı çizgilerinin aynen korunmasını savunanlardan oluştuğu görülüyor. Dolayısıyla, ABD, TSK ve AKP kontrolünde yürütülen Ergenekon sürecinin derinleştirilmesi için çabalamanın, devletin/kontrgerillanın yeniden yapılanmasına demokratikleşme cilası çekmek pahasına, halk düşmanlığı şüphe götürmez bir avuç kontrgerilla artığının hırpalanmasına ortak olmanın ötesinde pek bir anlamı olamaz.
Bir yaklaşıma göre de, kapatma davası ve Ergenekon soruşturmasıyla hükümetle kontrgerilla arasında bir çatlak açığa çıktı ve ilerici güçlerin egemenler arasındaki bu çatlağı derinleştirmek için çalışması gerekir. Yani hem birine, hem ötekine vurmak gerekir.
Bu yaklaşım da bir önceki gibi, devletin/kontrgerillanın dönüşmekte olduğunu ve Ergenekon’un bu dönüşümün gerektirdiği bir tasfiye süreci olduğunu görmezden geliyor. Aslında bu yaklaşımın güncel dayanağı, Ergenekon operasyonunun kapatma davasına karşı bir hamle olduğu varsayımıdır ki, bu da abartılı bir yorumdur. Siyasi gelişmeleri, onu açığa çıkaran güç ilişkilerindeki değişimlerden soyutlamakta, yalnızca siyasi aktörler arası ilişkilere indirgemektedir. Ergenekon operasyonunda ABD’nin ve TSK’nın kontrolü olmadığını söylemek safdillik olur; yalnızca, AKP’nin muhaliflerine karşı yürüttüğü mücadele ile devletin/kontrgerillanın dönüşümü sürecindeki bir çakışmadan ve AKP’nin bu çakışmayı avantaja çevirmesinden söz edilebilir.
Dolayısıyla, aradaki çatlağa yüklenerek “hem birine hem ötekine vurmak” yaklaşımı da, kontrgerillayı Ergenekon’a indirgediği; Kürt düşmanlığı, emek düşmanlığı ve demokrasi düşmanlığında olduğu gibi devletin/kontrgerillanın yeniden yapılandırılmasında da devam eden ABD-TSK-AKP işbirliğini yok saydığı ve 5,5 yıllık iktidar partisi AKP’yi kontrgerilladan soyutladığı için aslında büyük ölçüde havayı yumruklamayı önermektedir.
Bir başka yaklaşım da, çetenin/darbecilerin güncel bir tehlike olmadığını ve asıl tehdidin halk düşmanı politikalar yürüten AKP olduğunu öne sürüyor. Bu yaklaşıma göre, bu kavga demokrasi kavgası değil, demokrat maskesi takmış AKP’nin avantajlı bir konumdan yürüttüğü iktidar kavgasıdır. Bu nedenle gerici ve emek düşmanı uygulamalarını öne çıkararak AKP’ye karşı muhalefete ağırlık verilmelidir.
Farklı bir pratik önerse de, bu yaklaşım da yukarıdaki ikisinin yanılgısını tekrarlamakta, AKP’yi kontrgerilladan soyutlamaktadır. Vurgu AKP’nin gericiliği ve emek düşmanlığıyla sınırlı tutulduğunda, yeniden yapılanmakta olan kontrgerillanın ve tasfiye edilmekte olan unsurlarının saldırıları karşısında somut bir tutum önerilmemektedir. Oysa AKP-TSK-ABD uzlaşması ile Türkiye Kürtlerine karşı savaş rejiminin yeniden tırmandırılarak sürdürülmekte olduğu, ABD’nin yeni bölge stratejilerinde (ABD’yle uyumlu siyasal İslam’ın başarılı bir temsilcisi olan) AKP ve TSK’ya önemli roller atfedildiği ve kontrgerilla aygıtının da bu yeni stratejilere göre işlevlendirilmek isteneceği sır değildir. Üstelik, AKP bugün tasfiyesinde rol aldığı Ergenekoncuların da suç ortağıdır. Tayyip Erdoğan 2003’ten beri bilgilendirildiği örgüt karşısında harekete geçmek için, suikastlerle, katliamlarla, linçlerle, kışkırtmalarla dolu dört yıl boyunca, İçişleri ve Adalet Bakanlığı’yla birlikte sessizce beklemiş; hükümetin emrindeki MİT ve Emniyet 5 yıldır izlediklerini rapor ettikleri Ergenekon’a eylemlerinde doğrudan iştirakle ya da sessiz onayla yardımcı da olmuştur. AKP’nin bu davanın savcısı değil sanığı olması gerekir. AKP’nin yalnızca gericiliği ve emek düşmanlığına yönelik bir vurgu Ergenekon’la “hem hasım, hem hısım” olduğu gerçeğini de silikleştirecek, AKP’yi kontrgerilla ilişkileri bağlamında masumlaştıracaktır.
Ağırlıkla çetelere mi karşı olalım, dincilere mi, yoksa hem birine hem ötekine mi? sorusuna verilebilecek tüm yanıtları tükettik ve hiçbir yanıtın tam/doğru olmadığını gördüys
ek, soru’nun temelindeki ön kabulün, yani “çetelerle dincilerin (kontrgerilla ile AKP iktidarının) ayrıklığı” iddiasının bir aldatmaca olduğunu ortaya koymamız; ve egemen güçler tarafından ifade edilen seçenekleri değil, ezilenlerin yüz yüze olduğu gerçek sorunları referans alan bir program tarif etmemiz gerektiğini söyleyebiliriz.
İradesi seçtikleri ve seçmedikleri tarafından hiçe sayılarak sefalete mahkum edilen halkın, yoksul mahallelerde, işyerlerinde, okullarda, hastanelerde neo-liberalizme karşı insanca bir yaşam için yürüttüğü hak mücadeleleri; Türk-Kürt-Ermeni tüm halkların kültürel ve siyasi bir eşitlik ve barış içinde, kardeşçe yaşayabildiği tam bağımsız bir Türkiye mücadelesi; kadınların, Alevilerin, yoksulların ezilmesini kural sayan gericiliğe karşı mücadele; ve halkın kendi yaşamında doğrudan söz, yetki, karar sahibi olabildiği gerçek bir demokrasi için mücadele; kapatma davası ve Ergenekon davası etrafında yürütülen özgürlük, demokrasi, laiklik, bağımsızlık tartışmalarına sığdırılabilecek kadar çapsız ve içeriksiz değildir.
Bugün ilerici toplumsal muhalefet güçlerine düşen, belki de, egemenlerce sorulan yanlış sorular karşısında halkın dilinden doğru yanıtlar üretmektir. Ece Ayhan’ın meşhur dörtlüğündeki gibi:
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine’dir.
*AKP’den yana saf tutan liberaller, “Fethullahçı”, “dinci”, “AKP’li” yakıştırmalarının gerçeği yansıtmadığını, kendilerinin AKP ile aynı ideolojiyi paylaşmadıklarını ancak AKP’yi Ergenekon’la girdiği “mücadelede” demokrasi adına dışarıdan desteklediklerini, Sezar’ın hakkını Sezar’a verdiklerini söylüyorlar. Öyleyse, kendilerine “dinci”ci dememiz gerekiyor.