En baştan söyleyeyim; başlığa bakarak faşizm üzerine teorik analizler yapacağım sanmayın. Bu başlığı kullanmamın sebebi hikmetini yazının sonunda bulabilirsiniz. Yazının konusu -artık gına getirdiğini bende biliyorum ama- Ergenekon meselesi. Çoktan akli ölçütlerin dışına çıkıp medyanın elinde “sırlar dünyası”vari bir hale gelip bıkkınlık vermiş olsa da bu konuda söz söylemeye devam etmek lazım. Fatih Yaşlı’nın 5 […]
En baştan söyleyeyim; başlığa bakarak faşizm üzerine teorik analizler yapacağım sanmayın. Bu başlığı kullanmamın sebebi hikmetini yazının sonunda bulabilirsiniz. Yazının konusu -artık gına getirdiğini bende biliyorum ama- Ergenekon meselesi.
Çoktan akli ölçütlerin dışına çıkıp medyanın elinde “sırlar dünyası”vari bir hale gelip bıkkınlık vermiş olsa da bu konuda söz söylemeye devam etmek lazım.
Fatih Yaşlı’nın 5 Temmuz 2008’de Sendika.Org’da yayınlanan yazısı şu cümleyle başlıyordu: “Liberal-muhafazakar ittifak el ele vermiş, Türkiye tarihini yeniden yazıyor”. Sadece Türkiye değil, dünya tarihini de yeniden yazmaya çalışıyorlar. Haftada en az iki gün Sovyetler Birliği’nin ne kadar anti-demokratik, Chavez’in ne kadar milliyetçi olduğunu yazmadan edemiyorlar. Sahi, Ergenekon örgütünün tarihini 600 yıl önceye götürenler yakında Fransız devriminin de “jakoben, elitist, cuntacı” olduğunu söyleyip onu da Ergenekon’a mal ederlerse şaşırmayacağız.
Demokrasi hamlesi mi, hegemonya mücadelesi mi?
Gramsci, hegemonyayı tanımlarken egemenlerin zor artı rızayla hükmettiklerini söyler. Rıza, hegemonyanın kurulmasında ne kadar önemliyse, medya da rızanın tesis edilmesinde aynı derecede önemlidir. Noam Chomsky ve Edward Herman’ın zihin açıcı ortak eserleri “Rızanın İmalatı”, rıza tesis edilirken medyanın ne kadar etkili bir silah olduğunu ABD medyasından örnekler vererek kanıtlıyor. Türkiye’de yaşanan sürecin de eskisini yapısöküme uğratarak yeni bir hegemonya yaratmak olduğu söylenebilir. Dolayısıyla yeni hegemonyanın ayaklarını oluştururken rızanın tesis edilebilmesi için medyanın hayati önemde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Lafı getirmek istediğim yer anlaşılmıştır herhalde. O halde bu memleketten Can Yücel’in geçtiğini anımsayarak eşyayı adıyla analım: Yeni Şafak, Zaman, Star ve Taraf gazeteleri başta olmak üzere iktidarın “embedded”1 medya, gerici-piyasacı hegemonyanın kurulmasında “rıza üretim merkezi” gibi çalışmaktadırlar. Peki, nasıl yapıyorlar bunu?
Sihirli kelime “demokrasi”. Türkiye’nin tarihini yeniden yazarken her bir adımlarını demokrasiye dayandırıyorlar ki meşruiyetten mahrum kalmasınlar. Taraf gazetesi ticaret odalarının açıklamalarını manşetine taşırken onların demokrasiye olan aşklarını gözümüze gözümüze sokuyor. Anadolu kaplanları, Anadolu emekçilerini daha fazla köleleştirecek olan kanunları bir bir çıkaran AKP’yi bu icraatları için destekleyecek değiller ya; tabiî ki ülkeye demokrasi gelmesi için destekliyorlar. Provokasyonlarıyla nam yapmış malum İslamcı gazete bile demokrasinin yılmaz savunucusu oluvermiş göz açıp kapayıncaya kadar. Bu gazetenin, 33 aydının diri diri yakıldığı Sivas katliamı için “şanlı Sivas kıyamı” diyen yazarı “darbeye karşı 70 milyon adım” atanların en önünde yürüyüp demokrasi savaşçısı oluyor. 12 Eylül darbesinin medya sorumlusu gibi çalışan Nazlı Ilıcak hanımefendi Ufuk Uras’ı demokratik tutumundan dolayı tebrik ediyor. Yeni Şafak gazetesi, darbeye karşı(!) cellâtlarıyla beraber yürüyen solculara selam çakıp “faşizme karşı omuz omuza” manşeti atıyor. Ama özellikle taraf gazetesinin çirkin bir iki yüzlülük kokan naiflikleri oldukça dikkate değer. Demokrasi sevdası bugünlerde tavan yapan Ahmet Altan’ın “Bu sabah masmavi gökyüzünün altında kuş sesleriyle uyanırken çiçekleri kokladım ve Ergenekon’un ne kadar kötü bir şey olduğunu düşündüm…” benzeri yazıları fena halde bıkkınlık vermiş durumda.
Bu muhteremlerin sözünü ettikleri demokrasinin nasıl bir demokrasi olduğuna gelince… Ahmet Altan, birkaç ay önce yazdığı AKP’nin kapatma davasıyla ilgili bir yazısında Türkiye’nin kampını değiştirmesinin demokrasiye ne kadar zarar vereceğinden bahsetmişti. Kast ettiği kamp belli: Batı kampı yani ABD ve AB. Dillerinden düşürmedikleri demokrasi de ABD demokrasisi olsa gerek. Murat Belge de 15 Temmuz 2008 tarihli yazısında ABD’ye “sırtlan” diyen zihniyetin ne kadar anti demokrat olduğunu söylemiş olanca demokratlığıyla. Sözünü ettikleri demokrasi Amerikan askerinin silah doğrulttuğu Iraklı’ya “çabuk diz çök, ellerini kafanın arkasına koy ve özgürleş” diyerek tesis ettiği demokrasi olsa gerek. 1 milyon insanın canı pahasına da olsa demokrasi demokrasidir dememizi bekliyorlar herhalde.
Öyle bir demokrasi ki, ya onların tarafını tutacaksınız ya da darbeci-çeteci olacaksınız. Size bir şey hatırlattı mı bilmem ama bana George Bush’un “post 9/11 doktirini” olarak da bilinen “ya bizdensin ya onlardan” anlayışını hatırlatıyor bu. Başka bir seçenek mümkün değil. Adnan Menderes’i demokrasi kahramanı, Deniz Gezmiş’i darbeci olarak gördüğünüzü söyleyeceksiniz. Söylemezseniz elitist, jakoben, çetecisiniz. Türkiye’de mütedeyyin kesimlerin ne kadar ezildiğinden bahsedeceksiniz. “Allahı olana sendika gerekmez” diye sendikalı işçileri işten atan, sigorta isteyen işçilere “Sigorta, Allah’ın çizdiği kadere müdahale etmeye çalışmaktır” cevabını veren mütedeyyin işadamlarımızın inançlarından dolayı ne kadar mağdur olduklarını söyleyeceksiniz. Üç beş kuruşluk önlemler alınmadığı için feci biçimde ölen işçilerin arkasından “ölmeleri kendi hatalarıydı” diyen işadamının tersanesi kapatıldığında “baş ağrıyor diye kafa kesilmez” diyeceksiniz. Üniversite kapıları emekçi çocuklarına kapatılırken sesinizi çıkarmayıp anayasa mahkemesi’nin türban kararına yargı darbesi diyeceksiniz. Anti-emperyalizmin milliyetçilik, tam bağımsızlığın tam barbarlık anlamına geldiğini söyleyeceksiniz. Birkaç yıl önce yürüyüş yaparken silahlarını İstanbul Üniversitesi’ne doğrultup “kahrolsun insan hakları” şeklinde slogan atan mensuplara sahip Emniyet teşkilatının ülkenin en demokratik kurumlarından biri olduğunu söyleyeceksiniz. Madımak katliamının asıl tertipçisinin Aziz Nesin olduğunu, bunu da tamamen masum mütedeyyin vatandaşlarımızı karalamak için yaptığını söyleyeceksiniz. Tüm bunları ve daha fazlasını söylerseniz demokrat, söylemezseniz Ergenekoncusunuz.
Söyletiyorlar
Bu dayatmanın başarılı olup olmadığı konusunda maalesef biraz karamsarım. Kısmen başarılı oluyorlar bence. Son 1 Mayıs’ta bir sol parti çağrısını “darbelere ve çetelere karşı 1 Mayıs’a” şeklinde yapıyordu. Sol elbette darbelere ve çetelere karşıdır ve bunlarla mücadele etmelidir. Ama… 1 Mayıs, işçi emek falan… Aynı parti darbeye karşı atılan adımlarda da koşaradım dâhil olmuştu. Yasemin Çongar’la röportaj yapan bir başka sol yapı da Çongar’ın 1 Mart tezkeresinin geçmemesinin Türkiye’ye ne kadar zarar verdiğini söylediği röportajı internet sitesine koymuş. Ufuk Uras’ın Zaman gazetesiyle yaptığı röportajda Nuriye Akman ÖDP içinde Ergenekon operasyonuna şüpheyle yaklaşanları “hıyar” olarak tanımlıyor ve Uras böyle insanların her yerde olabileceğini, bunun bütün partiye mal edilmemesi gerektiğini söylüyor. Böylece Ergenekon operasyonu konusunda Zaman tayfasıyla aynı fikirde olmayan ÖDP’lilerin “hıyar” olduğu, cemaat prensesi hanımefendi ve ÖDP genel başkanı beyefendi tarafından tescilleniyor. (Sözün sahibi her ne kadar başkası olsa da ÖDP’li dostlardan özür diliyorum kullandığım için)
Ufuk Uras da dâhil olmak üzere bu solcu arkadaşların samimiyetlerinden kendi namıma şüphe etmiyorum. Yoksa demokrasi sevicisi cenahın demokratlığının Tuzla’da ya da kot taşlama atölyelerinde bittiğinin bilincindedirler elbette. Ama yafta yeme korkusu fena şey. Demokrasi düşmanı damgası yememek için, hele de özgün bir taraf yaratmaya gücün
üzün yetmeyeceğini düşünüyorsanız, dayatılanı söylemek mecburiyetinde hissedersiniz kendinizi.
Bu vesileyle de attığım başlığın sebebini açıklayabilirim sanırım. Faşizmin teorik düzlemde farklı tanımları elbette yapılabilir, yapılıyor da nitekim. Faşizmi, pratiği üzerinden tanımlayacak olursak kanımca en güzel tanım Roland Barthes tarafından yapılmıştır: “Faşizm, konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir”. Öyle ya, kendinden olanları belirlemek için konuşturmak durumundadır faşizm. Kurduğum benzeşimi biraz somutlaştırmak için şöyle diyeyim: Nazilerin çalışma kamplarının girişlerine astıkları “çalışmak özgürleştirir” yazısı ne kadar ironikse, Yeni Şafak’ın attığı “faşizme karşı omuz omuza” manşeti de o kadar ironiktir.
Dipnot:
1. “ABD’nin Irak
işgalini ABD tanklarından izleyip haberleştiren gazeteciler için
kullanılan “iliştirilmiş” anlamında kavram”