Bu sıralar bir darbe karşıtlığıdır gidiyor. Dünün darbe çağrıcıları, alkışçıları, ikizleri şimdi darbeye karşı yeterince net tutum almıyor diye dönüp solu eleştiriyor. Hem de ne eleştirme elinden gelse solun tüm geçmişini darbecilikle yaftalayıp, kendi geçmişini de ‘demokrasi yıldızı’ diye parlatacak. Gazetelerde darbe günlükleri ile birlikte darbeyi önleyenler listeleri de yayınlanıyor. Enler listesine şöyle bir baktığımızda, […]
Bu sıralar bir darbe karşıtlığıdır gidiyor. Dünün darbe çağrıcıları, alkışçıları, ikizleri şimdi darbeye karşı yeterince net tutum almıyor diye dönüp solu eleştiriyor. Hem de ne eleştirme elinden gelse solun tüm geçmişini darbecilikle yaftalayıp, kendi geçmişini de ‘demokrasi yıldızı’ diye parlatacak.
Gazetelerde darbe günlükleri ile birlikte darbeyi önleyenler listeleri de yayınlanıyor. Enler listesine şöyle bir baktığımızda, Hilmi Özkök’e yönelik suikastı engelleme ve darbeden hükümeti haberdar etme becerisi ile, baş sıralarda CIA ve MİT geliyor. Onlar da olmasalardı vay ülkemiz demokrasinin haline!
Bunlarla birlikte ön sıraları, geçmişte darbeye alkış tutanlar, hadi artık nerede kaldı bu darbe diye tefrikalar yazanlar, paylaşıyor.
Fatsa’ya askerler tankla, tüfekle girdiğinde, “Fatsa’da olay vardır. Bu ‘hayasızca akını durdurmak’ için elbette devlet kuvvetleri Fatsa’ya girecektir. Girmiştir de” sözlerinin sahibi N.Ilıcak da bugünün ‘darbe karşıtı’ ‘demokrasi havarisi’ cephesinin ön saflarında yer alanlardan.
Cephenin bir diğer unsuru da, liberal çağın gözdesi, amerikan kesli, tuzu kuru genç sivil rahatsızlar ya da daha özcesi AKP’nin prensleri. Son olarak Bursa’da, ‘ortak akılın’ mitinginde kürsüden endam gösterdiler.
Bir de bunlarla yan yana gelip, darbe karşıtlığı adı altında, solu darbeye karşı tutum almamakla suçlayan, ‘solcular’ var.
Bu kadarı da olmaz mı, Doğan Tarkan’ın Taraf’taki (19.07.2008)’Tehlike AKP değil darbe’ yazısına bir bakın, bunun en bayağı örneklerinden birisini veriyor.
D.Tarkan, meseleyi bir ‘filler çatışması’, ‘iktidar kavgası’ olarak görenleri darbeye karşı tavırsız kalmakla suçluyor! “Nedir bu AKP’ye alıp veremediğiniz, AKP kötü de Mesut Yılmaz iyi miydi, AKP emperyalistleri ülkeye soktu da diğerleri buna karşı mıydı” diye soruyor D. Tarkan, sonra da sinirlenip ‘AKP’ye bu öfke neden’ diye ağlamaklı oluyor!
Düzen güçlerinin, düzenin pisliklerinin hangisinin birbirinden daha iyi olduğu tartışmasına yabancıyız, bunun yanıtını D.Tarkan’a bırakalım. Hatta onu ‘dostlarıyla’ ve ‘kaderiyle’ baş başa bırakalım.
***
Kimileri siyaset yapmayı, egemenlerin sürdürdüğü bu itiş kakışa, taraf olmak olarak anlıyor. Yoksa siyaset dışına düşmüş oluyoruz! Aksine, aslında çubuğu iktidar güçlerinden birisine doğru bükmek bertaraf olmak anlamına gelmektedir.
Dün Cumhuriyet Mitinglerinde yapılmak istenen, -şeriat geliyor diye- solu ulusalcılık etrafında toparlamaya çalışmaktı. Ne büyük bir saldırı ve baskı oluşturduğunu hatırlayın. Bugün de tersten, -darbe var- diye solun aklı liberal değişim -demokrasi- etrafında toplanmaya çalışılıyor.
Şeriat mı darbe mi; darbe mi demokrasi mi ikilemleri, egemen güçlerin kendi kavgalarının parçası olarak gündeme gelen ayrımlardır. O nedenle bunların hepsine birden yanıt, hiçbiri, olacaktır!
Bugün şeriatın da darbenin de tarafları olarak görünenlerin tamamı emperyalizme göbekten bağlı, onun gerekleri doğrultusunda çalışan ve onun içerisinde var olan kesimlerdir. Bugün şeriat ve darbeden söz etmek ise, bunlara rağmen, gerçekleşeceğini varsaymaktır kı, böyle bir değerlendirme bu güçlerin var oluş koşulları ile çelişmektedir. Vaziyet aslında böyledir yani ne bir şeriat düzeni tehlikesi ne de bir darbe tehlikesi mevcut değildir. Gerçek olan, küresel sermayenin saldırıları, her gün artan yoksulluk ve açlıktır! Kimsenin şüphesi olmasın, eğer bu ülkede gerçek bir darbe olursa, emekçi sınıflar yoksulluğa ve açlığa karşı, kendi gelecekleri için, düzene karşı örgütlendiklerinde, onu durdurmak için gerçekleşir.
Bizim kavgamız, emperyalizmin sermayenin sınırsız tahakkümünü kurmaya dönük küresel saldırı hareketine karşı direnişi kendi dilimiz ve meşrebimizce örgütlemektir. Yaşanan yoksullaşma ve güvencesizleşme karşı hissedilen huzursuzluk, toplumsal alandaki alt üst oluş, karmaşa ve çözülme ile egemen sınıf güçlerinin giderek derinleşen krizi, bize egemenler için felaket ezilenler için umut olabilecek bir imkânı da sunmaktır.
O nedenle, şimdi emperyalist-kapitalist sisteme ve onun gerekleri doğrultusunda yaşanan değişim sürecine karşı, düzen karşıtı devrimci bir muhalefet hareketini yaratma iddiasını politik ve pratik olarak ortaya koyulmalı, bu doğrultuda bir mücadele yürütülmelidir.
***
Tartışmayı bitirmeden bugün darbeye karşı ‘direniş’ cephesinin ön saflarına çağrı yapan kimi ‘solculara’ da birkaç kelime söylemek gerekir. Bu ülkede 12 Mart ve 12 Eylül’lerde iki -gerçek- darbe yaşandı. Devrimciler o darbeler sonrasında idam sehpalarına gönderildi, şehirlerde kırlarda kurşunlandı, zindanlardan işkencelerden geçti.
Şimdi, dün devrimcilere yapılan zulmü alkışlayanlarla bir olup, böyle bir tarihe ve bu tarihin parçası olan insanlara, ‘darbeye karşı tutum almıyor’ diyebilmek nasıl bir akılsızlık ve de ahlaksızlıktır!
Solun tarihi, darbelere karşı direnme tarihidir!
Şimdi bu tarihi ‘cuntacılık’ sepetinin içine atmaya çalışıp, sonra da kolunuzun altındaki dosya ile darbeye karşı mücadele ediyorum diye ortalıkta gezeceksiniz. Peki, sormazlar mı mücadele etmek için yaşınız yeni mi ‘reşit’ oldu diye!
Darbeye karşı mücadele ediyorsunuz! Öyle mi gerçekten!
Fethullah’ın Zaman gazetesine boy göstererek, onun diliyle sola saldırarak mı mücadele ediyorsunuz.
Darbeye karşı yürüyeceğiz diyorsanız! Esasında, bir başka biçimde gerçekleşen bir darbe için yürüdüğünüz farkında olmasanız da yürüyün! Duyuyoruz, bu kez palet değil düdük sesleri geliyor!