Yoğun bir gündemin ardından nispeten sakin bir iki hafta geçirdik. Bu sükunetin aksine, süreç içinde biriken çatışma dinamiklerinin başında, derinleşen dünya ekonomik krizinin yansımaları geliyor. Petrol başta olmak üzere tüm hammadde fiyatları spekülatif biçimde yükselmeye devam ediyor. Petrolün varil başı fiyatı 120 doları geçti. Gıda fiyatlarındaki yükseliş sürüyor. Ülke içindeki elektrik, doğalgaz ve diğer tüm […]
Yoğun bir gündemin ardından nispeten sakin bir iki hafta geçirdik. Bu sükunetin aksine, süreç içinde biriken çatışma dinamiklerinin başında, derinleşen dünya ekonomik krizinin yansımaları geliyor. Petrol başta olmak üzere tüm hammadde fiyatları spekülatif biçimde yükselmeye devam ediyor. Petrolün varil başı fiyatı 120 doları geçti. Gıda fiyatlarındaki yükseliş sürüyor. Ülke içindeki elektrik, doğalgaz ve diğer tüm enerji fiyatları sürekli artıyor. Kemal Derviş, Financial Times gazetesi ile yaptığı söyleşide Türkiye, Brezilya gibi ülkelerde “enflasyon tsunamisi” beklendiğinden söz etti. AKP’li bazı bakanlar da bu yoruma katıldıklarını belirttiler. Mali sıkışıklık uluslararası piyasalarda ve ülke içinde giderek derinleşiyor. Tüm bunların yarattığı sosyal gerilim ve çürüme belirtileri yayılıyor.
Ülkemizi yakından ilgilendiren diğer bir dizi çatışma dinamiği de Ortadoğu’da hızla birikiyor. Lübnan iç savaşın eşiğine kadar gelip gidiyor. İsrail’in Filistin ve Lübnan çevresindeki baskıları artıyor. İran gerilimi tırmanıyor. Suriye’nin Türkiye’nin temasları aracılığıyla nötralize edilip edilemeyeceği yoklanıyor.
Ortadoğu’da gerilim tırmanırken, çoktandır altyapısı hazırlandığı üzere, Türkiye’nin resmi K.Irak politikası “sessizce” Amerikancı çizgiye oturdu. Genelkurmay yetkililerinin de katıldığı son MGK toplantısında K.Irak’la resmi temaslar yapılmasının kabul edilmesiyle birlikte, K.Irak’a giden Türkiye heyeti yetkililerle bir dizi temasta bulundu. İlginç biçimde ordunun Kandil’e ve diğer PKK kamplarına dönük operasyonları da bu süreçte birdenbire yoğunlaştı. Mesud Barzani “Kürtlerin artık silahlı mücadele ile kat edecekleri bir mesafe olmadığını” söyledi. Neçirvan Barzani ise “Türkiye’nin Kürt sorununa siyasi bir çözüm bulması gerektiğini” ifade etti. Belli ki ABD’nin, PKK’nin hem Türkiye’deki hem de Irak’taki varoluş biçimini değiştirmeye dönük basıncı artıyor. TSK’nın operasyonlarının zamanlamasının, bir yanıyla bu politika değişikliğinden rahatsızlık duyan ordu içindeki ulusalcı tabanın tepkilerini massetmeye yöneldiğini kaydetmek gerekir. Ancak süreç esas olarak Kürt sorununda Amerikancı bir “çözüme” doğru ittiriliyor. Hatırlanacağı üzere, K.Irak’la Türkiye arasında petrol, boru hatları, ticaret ve Kerkük’ün statüsü etrafında kalıcı bağlar zaten kurulmuştu. Şimdi bu sürecin siyasi açılımının olgunlaştırılmakta olduğu anlaşılıyor.
Ülke içi siyaseti etkileyecek en kritik unsur olan AKP hakkındaki kapatma davasının sonbahara doğru sonuçlanacağı tahmin ediliyor. Göründüğü kadarıyla, bu yaz muhtelif olasılıklara uygun çeşitli kurgular, yap-boz stiliyle devam edecek. AB yetkilileri AKP’yi törpülemeye çalışarak AB’ye Türkiye içinde yeniden etkili bir siyasal kulvar oluşturmaya çalışırken, ABD, AKP’ye ilişkin mesafelerini daha kalın hatlarla çizmeyi tercih ediyor. Bunun AKP’den vazgeçmek mi, yoksa Ortadoğu’daki gerilimlerin eşiğinde hükümeti sıkıştırmak ve Türkiye’deki yeni sürece manevra alanı daha geniş olarak girmek niyetini mi yansıttığı yakın zamanda belli olacak. Bu gelişmeler ışığında AKP içi gerilim mayalanırken, Doğan Medya bir yandan Abdüllatif Şener’i cilalamaya çalışırken, diğer yandan esas olarak Baykal’a ve CHP’ye açık çek verme durumuna geldi. Tabii CHP’nin daha liberalleşmesi, kapsayıcılığını arttırması, ABD’nin K.Irak politikalarına uyum sağlaması gibi basınçların buna eşlik etmesi kaçınılmaz. CHP’nin AKP’nin ekonomi politikalarını eleştirirken “IMF programından, sıkı bütçeden, faiz dışı fazla hedefinden” saptığını iddia ederek, “eksik neoliberalizm” tespitinde bulunmaya başlaması, en azından neo-liberalleşme adına adım atmaya hazır olduğunu gösteriyor. Denize düşünce “Deniz”e sarılan Ertuğrul Özkök kumandasındaki Doğan Medya’nın (yani TÜSİAD’ın) Baykal’ı ne kadar parlatabileceğini göreceğiz. Bu arada Kanal Türk’ün Fethullahçı Bugün gazetesine satılması da ana muhalefet konumunu yitiren ulusalcılığın adeta bir döneminin kapanışının simgesi oldu. “Biz kaç kişiyiz” parti arayışı İsmail Cem-Hüsamettin Özkan ikilisinin başını çektiği “Yeni Türkiye Partisi’nden” bile daha hazin ve daha yıkıcı bir şekilde sona ermiş oldu.
***
2008 1 Mayıs’ı bir dönüm noktası oldu. 1 Mayıs’ta tüm illerdeki katılımın ikiye üçe katlanması ve elde edilen geniş toplumsal meşruiyet, ulusalcılığın ana muhalefetteki yerini almaya aday bir sol rüzgarın gelişimine işaret etti. Bu kitleselliğin özellikle gençlerden kaynaklanması, gelişmekte olan sol rüzgarın enerjik yönünü belirginleştirdi. Ancak olumlu yanlarına rağmen, bu rüzgara önderlik eden yöneticilerin yetersizliği açık biçimde görüldü.
Halk içindeki bu politizasyon ve kutuplaşma rüzgarının etkileri her alanda kendisini hissettiriyor. KESK’i de etkilemesi kaçınılmaz olan Eğitim-Sen seçimleri, yönetimde kısmi ama anlamlı bir yenilenmeyle sonuçlandı. Bu sonuçta, ülkedeki gelişmelerin geleneksel güçlerin yetersizliğini açığa çıkarması, parçalanmalara yol açması ve örgütü değişime zorlaması temel rolü oynadı. Değişim zorlamasının sarsıcı etkilerinin devam edeceği görünüyor. 1988-1991 döneminde olduğu gibi, bu sürecin etkilerinin sınırlı kalıp kalmayacağı toplumsal muhalefetin politika üretme becerisine, ataklığına ve kıvraklığına doğrudan bağlı olacak. Eğer bu süreç toplumsal muhalefetin ideolojik-politik düzeylerdeki kapsamlı bir yenilenme atağıyla birleştirilemezse, sınırlı pratik başarılarla yetinilecek ve değişim dinamizmi düzen içi kulvarlarda heba olacak.
İçinden geçtiğimiz yeni işçi sınıfı hareketinin oluşum sürecinde, yenilenmeci-devrimci bir toplumsal muhalefetin üzerinden gelişeceği çizgi, hak mücadelelerinin fiili-meşru bir tarzla, düzen dışı bir program etrafında derinleştirilmesinden geçecektir. Bu açıdan, önümüzdeki dönemde toplumsal muhalefetin, çeşitli alanlardan yükselecek hak mücadelelerinin sentezi olacak “Halkın Hakları Hareketini” örgütlemeye girişmesi, gelinen noktada kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
“Halkın Hakları Hareketini” örgütlemeye girişmenin somut adımı, çeşitli hak mücadeleleri çabalarını bazen sektörel bazen yerel bazen de genel bazda bir araya getirerek, onları kalıcı biçimlerde birbirleriyle ilişkilendirmek olmalıdır. Bu açıdan toplumsal muhalefetin bağrında yaşanmış örnekler bulunmaktadır ve bunların yol göstericiliğinde ilerlemek gerekir. Örneğin, sağlık alanındaki örgütlerin oluşturduğu “Sağlık Platformu” ve SSGSS sürecinde örgütlenen “Sağlıklı ve Güvenli Gelecek Platformu” gibi örgütlenmelerin sıçratılması hedeflenmeli, bu çabalar kalıcı meclis ilişkilerine doğru geliştirilebilmelidir. SSGSS yasasının yol açacağı yıkıcı etkiler başta olmak üzere, sağlık alanındaki sorunlarla mücadele için “Sağlık Hakkı Meclisleri”nin oluşturulması hedeflenmelidir. İlk ağızda benzer bir dizi girişim, barınma hakkı mücadelesi veren çeşitli mahalle inisiyatiflerinin, meslek odalarının, derneklerin bir araya getirilmesi ve “Barınma Hakkı Meclisi”ne yönelmesi çerçevesinde gerçekleştirilebilir. Diğer yandan, 2009’da ülkemizde yapılacak olan Dünya Su Forumu’na karşı direniş ve muhalefet çabaları, başından itibaren “Su Hakkı Meclisi” hedefiyle örgütlenebilir. Bu çabalar giderek eğitim, enerji, kent hakları gibi neo-liberal politikaların hedefindeki pek çok alana yaygınlaştırılabilir. Bu meclislerin bir hareket yaratma doğrultusunda bir araya geliş süreciyse bir sıçrama olarak tasarlanmalıdır. Ülkenin tüm sorunlarına dair genel bir ba
kış açısı geliştirmek ve bu sorun alanlarındaki ilerici güçlerle işbirliği içinde mücadeleyi genişletmek hedeflenmelidir. Bu çerçevede bağımsızlık sorunundan Kürt sorununa, gericilik sorunundan demokrasi ve kadın sorununa kadar çeşitli genel sorunlar, halk demokrasisini derinleştirme perspektifiyle ele alınırken, bu sorunlara karşı bütünsel bir mücadele “Halkın Hakları Hareketinin” genel programını oluşturmalıdır.
Önümüzdeki dönem açısından devrimciler, etkin oldukları taban örgütlerini toplumsal muhalefetin motor kurumları arasına sokacak bir vizyona yönelmelidir. Öte yandan, yıkımlara karşı direnen mahallelerde barınma hakkı mücadeleleri başta olmak üzere, hak mücadelelerini yükseltmek için enerjik bir çabaya girişilmelidir. Petrol fiyatları gibi, otomatiğe bağlanan ve haziran başında %20 civarında artacak olan elektrik fiyatları öncelikli olmak üzere, tüm zamlara karşı etkili yerel ve genel kampanyalar örgütlenmelidir. Ayrıca gericilik karşısındaki tepkiler arttığı, gerileme içinde değişime zorlanan ulusalcıların “toplumsal olanı” keşfetmeye başladığı bu yıl, 2 Temmuz daha da önem kazanmaktadır. Devrimciler 2 Temmuz sürecinde, Alevi kitlelerle daha etkin bir biçimde ve gericiliğin karşısına sol bir programı öne çıkartarak bir araya gelmenin kanallarını örmelidir.
Egemen kanattaki tüm siyasal güçler sonbahara, değişen koşullara uygun planlar ve ataklarla gireceklerdir. Bu nedenle yaz programının şimdiden biçimlendirilmesi önemlidir. Toplumsal muhalefet içinde doğru bir çizgi izleyerek kitlesel olarak genişleyen devrimcileri bir dizi sorun beklemektedir. Bu sorunların giderilmesine yönelik bir yaz programının oluşturulması bir zorunluluktur. Bu açıdan, özellikle kadro zeminindeki yetersizliklerin giderilmesi son derece önemlidir.
Süreç bir taban hareketi karakterinde gelişen toplumsal muhalefet saflarındaki herkesin, her an, her zeminde, her alanda değişimi zorlama çabalarının karşılık göreceği bir düzlemde gelişmektedir. Yapılması gereken bu irade ve becerinin gösterilmesidir.