1 Mayıs başta Taksim-İstanbul olmak üzere tüm ülkede gergin, mücadele ile dolu ve güçlü bir kitlesellikle toplumsal muhalefetin gelişimi açısından önemli bir dönüm noktası oluşturmaya aday. 1 Mayıs 2008, T. Erdoğan ve AKP yönetiminin artık kitlelerden korkar hale geldiğinin tartışmasız göstergesi oldu. AKP’nin Taksim 1 Mayısını yasaklamasının altındaki temel neden buydu. Bu nedenle asıl AKP […]
1 Mayıs başta Taksim-İstanbul olmak üzere tüm ülkede gergin, mücadele ile dolu ve güçlü bir kitlesellikle toplumsal muhalefetin gelişimi açısından önemli bir dönüm noktası oluşturmaya aday.
1 Mayıs 2008, T. Erdoğan ve AKP yönetiminin artık kitlelerden korkar hale geldiğinin tartışmasız göstergesi oldu. AKP’nin Taksim 1 Mayısını yasaklamasının altındaki temel neden buydu. Bu nedenle asıl AKP 1 Mayıs’ta provokasyon yaptı! Kitleleri bastırıp sindirmeyi bilinçli olarak tercih etti. Çünkü SSGSS yasasını çıkartmak için taviz olarak sunduğu 1 Mayıs’ın bayram ve tatil edilmesi durumunda, başta Taksim olmak üzere hemen tüm illerde devasa AKP protestoları gerçekleşecekti. SSGSS ve önümüzdeki günlerde emeğe yönelecek diğer saldırılar büyük kitleler tarafından protesto edilecekti. Bu mitinglere emekçilerin ve solun yanı sıra ulusalcılar da, Aleviler de, Kürtler de emekçi kimliklerini ön plana çıkararak, yığınsal olarak katılacaklardı. Bu olası tablonun asıl görüneceği yer de Taksim Alanı olacaktı. Oysa T. Erdoğan ve AKP geçen dönemin kutuplaşmasının devamından yanaydı. Toplumsal muhalefetin, yeni bir kimya ve yeni bir bileşimle İslami tabanı dahi etkileyebilme potansiyeline sahip yeni bir sol çizgi üzerinden ülkenin ana muhalefetini oluşturmasının önünü açmak istemiyorlardı. Bu nedenle Taksim 1 Mayısını “marjinal sol gösteri” sınırları içinde tutmayı hedefleyerek 1 Mayıs’taki provokasyonu düzenlediler. Ama provokasyon başarısız oldu. Gerek SSGSS gerekse 1 Mayıs sürecinde sendika yöneticilerini kandırmayı hedefleyen AKP’nin planını esas olarak aşağıdan gelen kitle hareketi bozdu.
T. Erdoğan “ayaklar baş olursa kıyamet kopar” derken önüne geçemediği öfkesinin yanı sıra, aslında kendi tedirgin ruh halini yansıtmaktaydı. Çünkü SSGSS ve onu takip eden 1 Mayıs süreci, AKP’nin “teo-liberal” politikalarından bunalan kitlelerin giderek bütünleşmekte, AKP’ye karşı geniş bir fiili cepheye yönelmekte olduğunu bir kez daha ortaya koydu. AKP’nin egemenler arasında da giderek azalan desteği ve bir balans ayarı ile karşı karşıya olması, toplumsal muhalefetin etkili olmaya başlayan basıncının, toplum ve iktidar üzerindeki etki alanını arttırıyor.
SSGSS sürecinin ardından 1 Mayıs’a doğru katlanarak büyüyen bu emekçi tepkisi, yıllardır hak kayıplarından başka bir şey yaşamayan kitleler arasında hak kazanma güdüsünü güçlendiriyor. Bu yıl 1 Mayıs hiç olmadığı kadar meşrulaştı. 1 Mayıs’ın bayram ve tatil edilmesi kamuoyunun genel kabulü haline geldi. Taksim alanında yapılacak kutlamaların haklılığı artık geriye dönülemeyecek biçimde perçinlendi. Önümüzdeki yıllarda ülkenin tüm büyük alanlarının 1 Mayıs kutlaması için kullanılmasının önü açılmış oldu. Eylemlerin aşağıdan -yani ayak takımından- doğru gelişmesi, geniş kitlelerin yakın temas ve yaratıcılıklarıyla sürece doğrudan dahil olabilmelerine olanak sağlıyor. Eylemlerin baskıcı egemen elitizme karşı duyulan nefreti de hedef alması, AKP tabanının önemli bir bölümü de dahil, ezilenlerin bu eylemleri kendileriyle özdeşleştirebilmesini sağlıyor. Bu gibi tüm nedenlerle, SSGSS ve özellikle de 1 Mayıs süreçleri toplum katında son derece haklı ve meşru bir zemine oturdu.
Geniş kitlelerin Taksim 1 Mayıs’ına terörize edilmeksizin katılabilmeleri AKP’yi korkuttu. Çünkü AKP bu durumda kendisine karşı “Cumhuriyet mitingleri” sürecinden çok daha etkili, çok daha kapsayıcı ve çok daha fazla genişleyebilme potansiyeline sahip yeni bir sol kitle hareketinin doğacağını biliyor. Çok hızlı gelişme potansiyeline sahip olan ve önümüzdeki süreçte mayalanmaya devam edecek olan bu kitle hareketinin en kritik yönü ise laik duyarlılığa sahip orta sınıflar ve yoksullaşan Alevi kitlelerle, Kürtler arasındaki kutuplaşmayı engelleme ve bu kitleleri emek hareketi ve solun öncülüğünde AKP karşısında yan yana getirebilme yeteneğinde olması. Yakın döneme kadar asla tahayyül dahi edilemeyecek olan bu yan yana gelişin kalıcı bir sosyal ve siyasal ittifaka dönüşmesi, başta AKP olmak üzere, ilerisi açısından genelkurmay, ABD ve diğer tüm egemenlerin de korkulu rüyası. Emek hareketi ve yenilenmeci bir sol, yakın zamana kadar karşıt kutuplarda yer alan sosyal-siyasal toplulukları bir araya getirebilme yeteneğine sahip, tutkal rolü oynayabilecek ve onların tepkilerini doğru bir siyasal kanala akıtarak genişletebilecek yegane siyasal zemindir. SSGSS ve 1 Mayıs süreçleri bunun kanıtıdır.
Emek hareketi ve sol çok uzun yıllar sonra ilk kez gerçek bir toplumsal-siyasal bir rol alma fırsatını elde etmiş durumda. AKP karşısındaki ana muhalefet akımı artık ulusalcılık olmaktan çıktı. Hak mücadelelerini yürüten sol ve emek hareketi AKP karşıtı muhalefetin öncülüğünü, fiilen ele almaya doğru ilerliyor. 1 Mayıs’ın toplum katındaki haklılığı ve meşruluğu geçen yıl ulusalcıların önderliğinde gerçekleşen “Cumhuriyet mitinglerinden” kesin olarak çok daha geniş bir sempati kazandı. Geleceğe dönük etki alanı da yine kesinlikle “Cumhuriyet mitinglerinden” daha kalıcı olacak. Bu uygun koşullar iyi değerlendirilmeli. Başta egemenler arasındaki çatışmanın yarattığı uygun ortam olmak üzere, avantaj ve dezavantajlarımız bilinçlere iyice çıkarılmalı. Bu konjonktürün sonsuza dek sürmeyeceği, AKP’nin olumsuz gidişatının hızlanmasıyla ters orantılı olarak değişim göstereceği ve mevcut konjonktürün egemenlerin olası yeni bir konsensüsüyle son bulacağı göz önünde tutulmalı. Egemenlerin de bu konjonktür boyunca “sola verdikleri avansı”, solun zaaflarından faydalanarak daima kendileri açısından makul sınırlar içinde tutmak isteyecekleri asla akıldan çıkarılmamalı.
Derinleşen kriz koşulları, egemenlerin geleneksel kanatlarını AKP tarafından tasfiye edilme tehdidi ile yüz yüze getirdi. Bugüne kadar geleneksel liberal tekelci sermayenin elitizmi ve ordunun baskıcı, toplum mühendisliğine yatkın, otoriter yöneticilik tarzı, toplum nezdinde ve AKP karşısında açıkça başarısız oldu. Bu nedenle de egemenlerin bir bölümü emek hareketinden ve soldan yararlanmayı hedefleyen bir tutuma yöneldiler. Yararlanmaya dönük bu destek, en bariz olarak Doğan vb. medyanın yaklaşımında, TÜSİAD’ın açıklamalarında hissediliyor. Ulusalcıların önder kadroları arasında sağ-sol ayrışması hızlanırken, tabanları giderek sola yöneliyor. Yani ulusalcı taban bu süreçte “sosyal olanı”, “toplumsal olanı” yeniden keşfetti. Bu yönelim, sınıflar mücadelesinin keskinleşmesiyle yoğunlaşan ve konfederasyonun “AKP’ye yedeklenmesine” karşı gelişen Türk-İş’in iç gerilimine de yansıyor. Diğer yandan Kürt hareketi de Ortadoğu ve Irak’taki gelişmelere ve yaşadığı sıkışmaya paralel olarak, AKP karşıtı muhalefeti sol politikalar etrafında yürütmeye yöneldi.
***
Ekonomik krizin derinleşmesine paralel olarak, AKP eski göstermelik popülizmini bir tarafa bırakarak, hızla geleneksel sağcı, açıktan açığa sermaye yanlısı ve baskıcı politikalara yöneldi. Daha önceki “oy satın alma” stratejisinden vazgeçerek, geleneksel sağ politikalarla sağın ana kitlesini elde tutma derdine düştü. Aslında bu durum AKP’nin politikasızlaştığı; politikasızlaştığı noktada da geleneksel sağ iktidar refleksleri vermeye başladığı anlamına geliyor. Bu açıdan, evvelce AKP’yi yönlendiren bazı önemli yerli ve yabancı danışmanların bir süredir kenara çekildikleri de bir kenara not edilmeli.
Kapatma davası konusunda ABD yönetiminin giderek daha “tarafsız” bir tutuma yöneldiği görülüyor. AKP’ye nispeten yakın olan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, ülkedeki gerilimin her iki taraf