Ertelemelerdi, iptallerdi derken 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nda değişiklik getiren Yasa taslağı uzun tartışmalarla da olsa Meclis’ten geçiriliyor. Cumhurbaşkanı’ndan bir itiraz gelmeyeceği için eğer muhalefet partileri bir dava açmazsa Yasa yapılan değişikliklerle bu kez yürürlüğe girecek. AKP’nin hazırladığı değişiklik taslakları, bir iki eklemenin dışında parmak çoğunluğuyla, muhalefetin tüm engelleme çabalarına karşın […]
Ertelemelerdi, iptallerdi derken 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nda değişiklik getiren Yasa taslağı uzun tartışmalarla da olsa Meclis’ten geçiriliyor.
Cumhurbaşkanı’ndan bir itiraz gelmeyeceği için eğer muhalefet partileri bir dava açmazsa Yasa yapılan değişikliklerle bu kez yürürlüğe girecek.
AKP’nin hazırladığı değişiklik taslakları, bir iki eklemenin dışında parmak çoğunluğuyla, muhalefetin tüm engelleme çabalarına karşın hızla onaylanıyor.
Yasanın bizzat kendisi tümüyle bir dayatmanın ürünü; IMF’nin ısrarlı istemi ve tabii ki küresel emperyalist politikaların söylem ve eylemine uyum adına yapılıyor.
Kullanılan söylem; Avrupa’daki ve ABD’deki yaşlanan nüfus nedeniyle sosyal güvenlik harcamalarında meydana gelen artışların önlenmesi.
Bu kendisi bile tartışmalı gerekçenin ardında yatan ise sosyal güvenlik sistemi üzerinden verilen hizmetlerin özelleştirilmesi, sermaye için yeni yatırım ve kazanç alanlarının açılması, kamunun kaynaklarının sermayeye aktarılması yer almaktadır.
Uluslararası sermayeye önümüzdeki on yıllarda bizde emeklilik, sağlık sigortası vb. gibi nedenle bütçe açığı olmayacak, kimse emekli olamayacak, sağlık harcamaları azaltılacak deniliyor.
Yasanın iki ana konusu var, sosyal sigortalar yani yaşlılık, malüllük, ölüm nedeniyle emeklilik ve sağlık hizmetlerinden yararlanma.
5510 sayılı Yasa taşıdığı kimi hususlar bakımından Anayasa’ya aykırı bulunmuş ve değiştirilmesi istenmişti. Burada bir parantez açmak gerekirse, Anayasa Mahkemesinin memurlarla işçilerin “eşit” vatandaşlar olamayacağı gibi bir hükme varması da yenilir yutulur cinsten olmayan bir ayrımcılık konusu olarak tarihte yerini almıştı.
Hem Yasa’nın kendi hem de halen görüşülmekte olan değişiklikler özellikle çalışan kesimler ve meslek örgütlerince tepkiyle karşılandı. Konu birçok yönüyle tartışıldı, alanlarda, kürsülerde, medyada gündeme taşındı.
Tartışmalar bir noktada, belki bilinçli olarak, yalnızca emeklilik yaşı ve prim ödeme gün sayısına kilitlendi. Bu kilit iktidarın bir iki adım geriye atmasıyla kimi işçi ve memur örgütlerince yeterli görülerek, görünüşte çözülmüş oldu.
Bu süreç içinde sesleri çıkamayan, cılızda olsa biz de varız demeye çalışan engellilerin durumu ne yazık ki büyük gürültü ortamında kayboldu veya dikkate alınmadı.
Emeklilik açısından engellilerin kayıpları
Yasa’nın belki de en ağır mağdurları engelliler oldu. Hem emeklilik hakkı yönünden hem de sağlık hizmetlerinden yararlanma yönünden ciddi kayıpları var.
Öncelikle emeklilikle ilgili düzenlemeleri gözden geçirdiğimizde bir adım ileri iki adım geri taktiğiyle insanların kafası karıştırıldı.
1999 yılına kadar İş Yasasına tabii olarak çalışan engelliler 15 yıl sigortalı olmak ve 3 bin 600 gün prim ödemek koşuluyla emekli olabiliyorlardı. Deprem sarsıntısını fırsat bilen dönemin hükümeti, yaptığı yasa değişikliği ile sosyal güvenlik sistemine ilk kazmayı törenle vurmuştu.
Engelli çalışanlar da kademeli olarak ve engel derecelerine göre sigorta ve prim ödeme süreleri artırılmak suretiyle emekliliğe hak kazanır oldular.
Buna göre 1991’den sonra sisteme dahil olan engelliler için üç ayrı ölçü getirildi ve sigortalılık süresi 20 yıla ve prim ödeme gün sayısı 4 bin 400’e kadar artan bir merdiven oluşturuldu.
5510 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle sisteme girenlerden;
– Yüzde 60’ın üzerinde engelli olanlar 15 yıl sigortalı olmak ve 3 bin 960 gün prim ödeyerek,
– Yüzde 50 ile 59 oranında engelli olanlar 16 yıl sigortalı olmak ve 4 bin 320 gün prim ödemek,
– Yüzde 40 ile 49 oranında engelli olanlar ise 18 yıl sigortalı olmak ve 4 bin 680 gün prim ödemek zorunda bırakılmıştır.
Yapılan değişikliklerle önce süreler oldukça artırılmış ardında biraz aşağıya çekilmesine rağmen 1999 yılındaki düzenlemeye oranla hem sigortalılık süresi ve hem de prim ödeme gün sayısı yine de artarak engellilerin emekliliğine zorluk getirilmiştir.
Bu durum, zaten çalışma koşulları ve fiziki yetersizlik nedeniyle ilerleyen yaşlarda çalışma güçlüğü çeken engellilerin işsiz kalmasına, diğer yandan ise uzayan süreler nedeniyle ancak kotalar yoluyla iş bulabilen diğer engellilerin ise önünün tıkanmasına neden olacaktır.
Yasada yapılan değişiklikle malulen emekli olmanın koşulları da ağırlaştırılmıştır. Getirilen süreler, ülkedeki çalışma koşulları ile birleştirildiğinde engelliler için karşılanması zordur.
Dolayısıyla emeklilik hakkı engelliler için erişilmesi kolay olmayan bir hak olmaya başlamıştır.
Sağlık hizmetleri açısından engellilerin kayıpları
Sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı bakımından 506 sayılı Yasa ile 5510 sayılı Yasa arasında uçurum bulunmaktadır.
Yapılan düzenleme engelli engelsiz ayrımı yapmamaktadır. Bununla birlikte yaşam içinde bu durum engelliler aleyhine bir sonuç doğurmaktadır..
Kimileri engelli denilince ortopedik, görme, işitme veya konuşma, zihinsel engelliler olarak düşünmektedir. Bunlarla beraber asıl engelli kitlesini süreğen hastalar oluşturduğu genellikle bilinmemektedir.
Engellilerin önemli bir bölümü sürekli olarak ayakta veya yatarak tedavi olmakta, kimisi için bu durum dönemsel operasyonları içermektedir.
Bazı engelliler ömür boyu kullandıkları ve zaman zaman değiştirdikleri ortez, protez ve çeşitli iyileştirme araçlarıyla yaşamlarını sürdürmek zorundadır. Bu nedenle engelliler diğer vatandaşlara oranla sağlık hizmetlerinde yapılacak değişikliklerden çok daha fazla etkilenmektedir. Hizmetten yararlanma gereği sürekli olduğundan ortaya çıkacak her türlü maliyet de engelliler için ağır bir faturaya dönüşecektir.
Bu hizmetlerden yararlanmak 506 sayılı Yasa’da primi ödenmiş ve kurumca karşılanması gereken sağlık hizmetleri arasındaydı.
5510 sayılı Yasa sağlık hizmetlerinden bazılarından katılım payı alınması yükümlülüğü getirildi. 31 Mayıs 2006 tarihinde kabul edilen Yasa’nın 68. Maddesinde katılım payı alınacak sağlık hizmetleri şu şekilde sıralanmıştı:
“a) Ayakta tedavide hekim ve diş hekimi muayenesi. b) Ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçleri. c) Ayakta tedavide sağlanan ilaçlar.”
Bu hükümlerin kaldırılması beklenirken, Meclise sunulan yeni teklifinin 12. Maddesiyle, katılım payı alınacak sağlık hizmetlerine bir de “yatarak tedavide finansmanı sağlanan sağlık hizmetleri” eklenmiştir.
Ayrıca Sosyal Güvenlik Kuruma katılım paylarının miktarlarını 5 katına çıkarma yetkisi verilerek, idareye büyük bir keyfiyet tanınmıştır.
Yasaya bakıldığında alınacak katılım paylarının yüzde 10-20 oranında olacağı belirtilmektedir. İlk görüşte düşük gibi görünen bu rakamlar, hayatın gerçekliğinde ciddi bir sorun haline gelebilecek düzeydedir. Bu nedenle, asgari ücretin yüzde 75’ini aşamayacağı ayrı olarak vurgulanmak zorunda kalınmıştır.
Ülkedeki ortalama gelir düzeyi düşünüldüğünde, ister emekli olsun, ister çalışan olsun özellikle engelliler için sağlık harcamaları büyük bir gider olarak aile bütçelerini sarsacak niteliktedir.
Yasaya konulan “gereksiz kullanımı azaltma” gibi bir gerekçe başlı başına bir sağlık ayıbı olarak karşımızda durmaktadır. Yasa ve yeni taslaktaki sağlık hizmetini alıp almayacağına karar veren hastanın kendisi değildir. Ya uzman hekimin reçetesiyle ya da heyet raporuyla bu hizmet sağl
anmaktadır. Meclis asıl karar vermesi gerekenlerin yerine bu kararı vererek sağlık hizmeti talebini bir anlamda gereksiz hale getirmektedir.
Bu kararı verenlerin kendileriyle ilgili yaptıkları ücret, sağlık hizmeti vb. düzenlemelere, gizli oyunlara, hemen her yasaya yama çalışmasına söylenecek o kadar çok söz vardır ki ama neye karar bunun için utanma, vicdan, izan gibi insani bir duygular gerekir.
5510 sayılı Yasa sosyal güvenlik sistemini, sosyal devlet ilkesini silip atmıştır. Toplumun en fazla sosyal güvenlik sistemine, devlet güvencesine ihtiyaç duyan kesimleri kaderlerine, AKP’nin sadaka düzenine teslim edilmiştir.
Tüm bu sorunlar yaşanırken, engelliler, toplumun geniş kesimleri yoksulluğun üzerine bir de sağlık başta olmak üzere sosyal güvenlik haklarını da kaybederek yaşamın kıyısına itilirken birileri gündemi farklı alanlarda tutma gayreti içindedir.
İnsanların öfkeleri artmaya başladığı noktada, ya sınır ötesi operasyon, ya darbe ya da şeriat tartışması açılmaktadır. İnsanların geleceğini uluslararası sermayenin beklenti ve taleplerine göre belirleyen düzenin bütünlüklü olarak halkın temel haklarını kısıtlaması nedense göz ardı edilmektedir.
Dün aynı yasayı içinde sosyal demokratların, liberallerin, milliyetçilerin de olduğu hükümetler hazırladığında bugünkü hükümetin o dönemdeki sözcüleri en sert sözlerle eleştirmekteydi. Şimdi roller değişti. Ama oyun aynı oyundur.
Bu oyunu bozmak için istisnasız herkes elinden geldiğince mücadelenin içine katılmak zorundadır.
Emek örgütleri, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri masalarında artık engellilere de yer açmalı, onları da yanlarına alarak, onlarla mücadeleyi yükseltmek noktasında adım atmalıdır.