Zengin Yemenli kız balayını Şeysel adalarında geçirmiş, ‘Mayo ile denize mi giriyorsunuz, eşiniz bir şey demiyor mu?’ diye sorduğumuzda ‘Biz Kanada’da üniversitede tanıştık, yurtdışında örtünmüyoruz’ demişti. Dini kısıtlama, Seyşel adalarına gidemeyenler için Yemen’de sadece 15 başörtüsüz kadın varmış. Başkent Sana’da sekiz gün kaldık, sadece birini gördük. Şeriat devleti deyince, İran ve Suudi Arabistan’ın da resmen […]
Zengin Yemenli kız balayını Şeysel adalarında geçirmiş, ‘Mayo ile denize mi giriyorsunuz, eşiniz bir şey demiyor mu?’ diye sorduğumuzda ‘Biz Kanada’da üniversitede tanıştık, yurtdışında örtünmüyoruz’ demişti. Dini kısıtlama, Seyşel adalarına gidemeyenler için
Yemen’de sadece 15 başörtüsüz kadın varmış. Başkent Sana’da sekiz gün kaldık, sadece birini gördük.
Şeriat devleti deyince, İran ve Suudi Arabistan’ın da resmen aynı kategoride olmasına karşın, farklı olduğunu hatırlamakta yarar var. Aradaki fark sadece birinin Şii, diğerinin Sünni şeriat olması değil. Daha ziyade, belli ki kendi tarihlerine ve kültürlerine dair farklılıklar şeriat devletlerini bile birbirinden ayırıyor. Ne yazık ki, Suudi Arabistan’ın dışa açılma ve Türkiye ile ilişkiler çerçevesinde gazetecilere henüz yaptığı daveti kaçırdım. Oraya dair bildiklerim, okuduklarım ve duyduklarımla sınırlı, ancak bu kadarı bile İran ile ne kadar farklı olduğunu anlamaya yetiyor. İran’daki saçı gösterecek şekilde örtünmenin yeterli olmasından tutun da, özellikle büyük şehirlerde kadın erkek arasında hemen hiç kaç-göç olmamasına varana kadar birçok şey Suudi Arabistan’da zaten resmen yasak.
Yemen, resmen şeriat devleti değil. Ama, Yemen’le karşılaştırdığınızda İran neredeyse Batılı bir toplum gibi. Mesela Yemen’de başörtüsü takmak mecburi değil. Ancak ülkede toplam onbeş başörtüsüz kadın varmış. Biz, başkent Sana’da sekiz gün kaldık, sadece birini gördük. O da zaten hem oranın kalburüstü bir ailesinin üyesiydi ve belli ki bu anlamda bir dokunulmazlık durumu vardı, hem de kadın hakları savunucu olduğu için bunu misyon haline getirmişti. Yemen’e sevgili arkadaşım Ayşe Böhürler’in, yakında kitap olarak da yayımlanan, Müslüman ülkelerde kadın konulu belgeseli dolayısıyla gitmiştim. Birçok kadınla tanışma ve evlerine misafir olma şansı yakaladık. Yoksa, sokakta kadın görmek neredeyse imkânsız. Gördükleriniz, öyle İran’daki gibi bazısı yarı saçı açık, kapalı olanların bile erkeklerle rahatça konuştuğu, gezip dolaştığı türden kadınlar değil. Tepeden tırnağa örtülü, çoğunlukla peçeli, kimsenin yüzüne bakmadan sessizce giden tek tük kadın grupları. Yüzü açık tesettür, yenilikçi bir davranış olarak görülüyor.
Dini kisveli feodal gelenek
Düğün ardı kına gecesine gittiğimiz zengin Yemenli ailenin kızı, balayını Şeysel adalarında geçirmiş, ‘Mayo giyip denize ni giriyorsunuz, eşiniz bir şey demiyor mu?’ dediğimizde, ‘yo, biz zaten Kanada’da üniversitede tanıştık, yurtdışında örtünmüyoruz, bu daha ziyade geleneksel bir şey’ demişti. Zenginlerinin hayatı belli ki, Körfez ülkelerindeki gibi. Dini kısıtlama, Seyşel adalarına gidemeyenler için. Daha doğrusu din kisvesinde çoğu feodal gelenek. Zira, kadın-erkek, zengin-yoksul, eğitimli-eğitimsiz herkes, ‘gat’ denilen uyuşturucu etkili bitki kullanıyor. Narkotik madde sayıldığı için ülke dışına çıkarılamıyan, gat çiğnemek Yemenlilere göre normal. Misafir odasının adı gat odası, kadınlar çaya gitmek gibi, gat çiğnemeye gidiyor, kahve, nargile eşliğinde gat çiğniyorlar.
Buna karşın, Yemen’de içki, İran ve Suudi Arabistan gibi tamamen yasak değil, ama hiçbir yerde satılmıyor denebilir. Sadece büyük otellerde var, ama son derece tuhaf biçimde servis ediliyor. Otelin lokantasında verilmiyor, oda servisinde ısmarlanmıyor, sadece gece kulübünde servis ediliyor. Bu nedenle, yemeğiyle içki içmek isteyen turist bir ailenin, küçük çocuklarıyla Uzakdoğulu dansçıların ortalarda gezdiği, loş bir gece klübüne girdiğini görmek tuhaf bir manzara oluşturuyor. 11 Eylül sonrasında, ABD tarafından öne sürülen Ortadoğu’da ‘demokrasiyi geliştirme’ projelerinde, toplumsal tablosu bu olan, siyasi sahnesinde tek adam yönetiminin en katı örneklerinden birine sahip Yemen’i öncü ülkelerden biri olarak piyasaya sürmesi de tabii ayrı bir tuhaflık.
‘Şeriat devleti’ modeli ve ‘molla rejimi’ olarak en çok tartışma konusu olan İran ile İslam dünyasında umut vaat eden demokrasi örneği Yemen arasındaki farklılık, tarihsel geçmiş ve kültürel farklılıklardan kaynaklanıyor. İran, merkezi bir coğrafyada, çok uzun bir medeniyet geçmişi üzerine, Türkiye’deki kadar olmasa da ciddi modernleşme süreci geçirmiş bir toplum. Yemen’se dışa kapalı ve feodal kültürünü korumuş. İran’da İslam devrimi gibi çok radikal bir iktidar değişiminin topluma kabul ettiremediği şeylerin daha fazlası, Yemen’de kültürün sorgulanmaksızın kabule edilen boyutları. Yemen’de değişimi hedefleyenler, öncelikle feodal örf, âdet, geleneklerin din kisvesine bürünmüş olmasından şikâyetçi. Gelenekleri savunanlar için, ‘İran’a göndersek de, ufukları açılsa’ diye şaka yapıyorlar.
——————————————————————————–
Pakistan’da içki satılması yasak ama…
Pakistan’ın kadın bakanı Nilüfer Bahtiyar, İslami tepkiler nedeniyle istifa etmişti.
Son zamanlarda siyasi krizle gündeme gelen Pakistan aslında, bir tür ‘şeriat devleti’. Nitekim adı da, ‘Pakistan İslam Cumhuriyeti.’ Malum, Hindistan’ın bağımsızlığının ilanı ile birlikte, bu ülkenin bir parçası ‘Müslümanların ülkesi’ olarak bağımsızlık kazandı. Kurucu ideolojisi de, ulusal kimliği de İslam ekseninde belirlenmiş. Ancak, Pakistan’ın kurucu eliti ve özellikle kurucu babası Cinnah, fazlasıyla Batılılaşmış ve sekülerleşmiş Müslüman Hintli seçkin zümrenin bir üyesi. Bu insanlar, sömürge idaresi sürecinde, Batılılaşmasını İngiliz filtresi üzerinden gerçekleştiren, yerli seçkinler. Cinnah başta Hintli Müslüman şeçkinlerin biyografilerini ve popüler Biritanyalı yazar Hanif Kureyşi’nin aile geçmişine ilişkin anılarını okursanız, bu kesimin renkli bir örneğiyle karşılaşma imkânı bulursunuz.
Başörtüsü zorunluluğu yok
İkinci Dünya Savaşı ertesindeki kuruluşundan itibaren, Afganistan’daki ‘cihat’ın karargâhı olana kadar geçen süre içinde, kurucu kimliği İslam olmasına karşın, modernleşme süreci devam eden Pakistan’da, gündelik hayatta bu süreç çok net izlenebiliyor. Özellikle büyük şehirlerde, ilk bakışta devletin din devleti olduğunu gösteren hiçbir şey yok. Evet, sokaklar biraz fazla erkek kalabalığı halinde, ama Rawalpindi pazarının ortasına düşene kadar erkek hegemonyasını herhangi bir Doğu ülkesi ortamı olarak algılamak mümkün. Kadınlar başörtüsü takmak zorunda değil, dahası örtünmek derdinde de değil. Örtülü olanların bir kısmı da, İran usulü, bizim Benazir Butto’dan bildiğimiz şekilde örtünüyor. Son derece eğitimli ve çeşitli işkollarında karşınıza bir sürü kadın çıkabiliyor. İslam Cumhuriyeti kendini, ilk görüntüden ziyade kanunların dini referanslı olmasıyla belirliyor. Bizim için en çarpıcı olanı, medeni hukukun yani kadın ve aileye dair düzenlemelerin referansı dini kurallar.
Bizim laiklik tartışmasında ‘içki’ konusunun fazlasıyla öne çıkmasından rahatsız olan biriyim, ama bir süre sonra kendimi, Müslüman ülkelerde muhafazakârlık ve modernleşme derecesini alkollü içkiye karşı tutumlar üzerinden izler buldum. Zira, ne kadar karşı çıksak da, içkiye karşı tavır önemli bir gösterge. O nedenle, bu toplumlarda içkiye ilişkin kural ve tutumları söz konusu etmek gereği duyuyorum. Pakistan’da, din devleti olduğu için içki satılmıyor, sadece büyük otellerde pasaport sorarak servis edilebiliyor. Buna karşın, belli bir çevrenin yaşama alanında neredeyse içki içilmemesi garip. Yılbaşında Lahor’da bir arkadaşım vasıtasıyla sabaha kadar bir yılbaşı parti
sinden diğerine gezdim. Yok, öyle İran’daki gizli ev partileri, evde zuladan çıkan içkiler gibi bir ortam değil. Çok daha doğal, neredeyse açıktan açığa ‘serbest alanlar’ var, ama bu alanlar belli bir sınıf ve çevreden insanlara mahsus.
Yılbaşı seferberliği şaşırtıcı
Diğer taraftan, halk arasında da şampanyalı partiler değilse bile, yılbaşı kutlaması son derece yaygın. Kırlık bölgelerinde, zamanında, (ABD desteği ile kurulmuş) silah/savaş eğitimi ve köktendinci eğitim verilen medrese adı altında bilinen cihat üslerinin bulunduğu bir ülkede, yılbaşı kutlamaları için herkesin sabahtan seferber olduğunu görmek şaşırtıcı. Pakistan’da da geniş muhafazakâr kitleler ile, Batılılaşmış orta sınıf arasındaki fark büyük ama, son zamanlarda sıklıkla yapıldığı gibi bu farklılaşmayı da abartıp, mutlaklaştırmamak lazım. Aslında bu uçurum, en çok Yemen örneğinde gçrdüğümüz gibi, koyu muhafazakârlık veya dinin hâkim olduğu toplumlarda var. Bu toplumların seçkinleri, geri kalan kesimle ipleri her anlamda koparmış vaziyette. Çok daha küçük ve müreffeh bir grup olarak, zaten yaşamlarının önemli bir kısmını ülkeleri dışında geçirip, istedikleri gibi davranıyorlar. Modernleşmesi ‘sorun’ yaratacak olan kalabalıkları muhafazakâr bir kültür içinde kontrol ediyorlar.
Pakistan’daki durum, sadece halk kesimlerinin modernleşmeye direnen muhafazakârlığı değil. Bu ülke, önce Sovyetlere karşı, anti-komünist tampon bölge, sonra Sovyetlerin Afganistan’ı işgaline karşı cihat merkezi olarak desteklendiği için, din merkezli politikalar siyasetin merkezine oturdu. Yani, mevcut kurucu İslami kimliğin ve toplumsal muhafazakârlığın ötesinde, radikalizm üretildi. Afganistan cihadı üssü yapılan ülkeye, dünyanın dört bir yanından, köktendinci getirildi, eğitildi. Gelinen noktada, siyasi kriz bir yana, bu sürecin topluma maliyetini siz hesap edin. Bu kasvetli havayı dağıtmak için, Pakistan asıllı yazar Muhsin Hamid’in, geçen sene çok sükse yapan ironik romanı ‘Reluctant Fundamentalist’i (Gönülsüz Köktendinci) okumanızı tavsiye ederim.
YARIN: Tunus, Suriye Lübnan