PKK’nin Dağlıca saldırısı sonrası gerdirilen ortamda, Talabani’nin ağzından çıkan “Kürdün kedisini bile vermeyiz” sözü siyasi literatürümüze yerleşti ve ırkçı-milliyetçi kullanımı verimli bir araç oldu. Türkiye’de, devletin ve egemenlerin “gerebildiğimiz kadar gerelim” politikasının gündemde olduğu dönemde, Kürt liderlerini, Kürdistan bölge yönetimini kışkırtmak ve bizim tribünleri coşturmak için, şanlı medya kuvvetlerimizin özel psikolojik harekatına yerleştirdiği bir sözdü […]
PKK’nin Dağlıca saldırısı sonrası gerdirilen ortamda, Talabani’nin ağzından çıkan “Kürdün kedisini bile vermeyiz” sözü siyasi literatürümüze yerleşti ve ırkçı-milliyetçi kullanımı verimli bir araç oldu.
Türkiye’de, devletin ve egemenlerin “gerebildiğimiz kadar gerelim” politikasının gündemde olduğu dönemde, Kürt liderlerini, Kürdistan bölge yönetimini kışkırtmak ve bizim tribünleri coşturmak için, şanlı medya kuvvetlerimizin özel psikolojik harekatına yerleştirdiği bir sözdü bu.
Artık ne yapsak siyasi literatürümüzden söküp atamayacağımız bu söz, Irak Devlet Başkanı Talabani’nin Türkiye’ye davet edilmesiyle yine piyasaya sürüldü. Talabani “kedi Kürt değil Iraklıydı” demiş. Bu ifade “bizim” medya kuvvetlerinin çok hoşuna gitmiş olacak ki, Talabani’nin nasıl “kıvırttığını” yani nasıl hizaya getirildiğini anlatmak ve onu aşağılamak için, bu sözleri diline dolamayan basın erbabı, gazete ya da televizyon kanalı kalmadı.
Kedi meselesinin aslı şu; Dağlıca baskınından sonra iyice gerilen süreçte, Barzani ve Talabani’nin yaptığı bir basın açıklaması sırasında gazeteciler, “Türk devleti size 150 kişilik bir liste verdi, PKK üst düzey yöneticilerini Türkiye’ye verecek misiniz?” diye soruyor. Onlar da “elimizde değiller ki verelim” diye yanıtlıyorlar. İkinci bir soru: “O listede “Milletvekili Mahmut Osman” dahil, Kürdistan bölge yönetiminden 38 tane de isim var, peki onları verecek misiniz?” Bu arada, istenen kedilerden biri oldukça dikkat çekici: Mesrur Barzani. Yani “bizimkiler” deyim yerindeyse babasından oğlunu istiyorlar. O zaman Talabani de o meşhur lafı ediyor: “Kürdün kedisini bile vermeyiz”.
Şimdi hileyi hurdayı bir yana bırakıp, sözün aslını konuşalım. Talabani elinde olsa Türkiye Kürdünü (PKK) kendi çıkarları için ayaküstü beş dakikada satar. Ama söz konusu olan Irak Kürdü ise, hele de o Kürt, Mesut Barzani’nin oğlu ise, işte o zaman akan sular durur. Yani Talabani kıvırtmıyor. Onun kedileri zaten Irak’lıydı.
Amerikan planı işliyor. PKK’yı al; Talabani, Barzani’nin hamiliğini yap; Federal Kürdistan bölgesini tanı… Ama bu da yetmez. Afganistan’a muharip asker ver. Vermem mi dedin. Çık o zaman oradan…
E, ne yapalım, Kürt sorununu demokratik ve kardeşlik temelinde kendin çözemesen, Amerikan askeri de olursun, kafana çuval da geçirtirsin.
Sahi siz hiç, anlı şanlı ulusalcılarımızın, milliyetçilerimizin ve her daim Kürt düşmanlarının, Talabani geliyor diye protesto eylemleri yaptığını duydunuz mu? Bu derin sessizlik neyin işareti? Bizim faşistlerin “Ortadoğu’nun tüm Amerikancıları birleşin” sloganının olmasın?
Vay efendim Talabani karşılanırken asker yokmuş, vay efendim kırmızı halı serilmemiş, yok Cumhurbaşkanlığı köşkünde değil Camlı Köşk’te konuk edilmiş, falan filan… Sonuçta Talabani, Irak’ın Kürt Cumhurbaşkanı olarak ağırlandı ve her tür aşağılık hesap kitap konuşuldu.
Şaşırtıcı olan bir diğer gelişme de, sol’un bu kedi meselesini elverişli bir siyasi malzeme olarak kullanma çabası. Ama sosyalizmin silahının, milliyetçi cephane ile ateş almayacağını Sol’un artık bilmesi gerekiyor.
Tayyip Erdoğan’ın, 5 Kasım’da yaptığı ABD ziyareti sonrasında yaşanan gelişmelerde, Amerika’ya karşı Kürt saflarında, nihayet yüreğimizi kıpırdatan bir slogan duyduk: Dün Vietnam, bugün Kürdistan. Çok şükür. Dilinize sağlık!
Şimdi, baharı karşılamaya hazırlandığımız ve Newroz’un yaklaştığı şu günlerde, Ankara kedisiyle Van kedisinin kardeşliğini seslendirmenin tam zamanı.