Kolombiya ordusunun FARC’a düzenlediği bir askeri operasyon sırasında Ekvador sınırını ihlal ederek içlerinde FARC ikinci kumandanı ve sözcüsü Raul Reyes’in de bulunduğu 17 gerillayı katletmesi, Latin Amerika’da sinirlerin gerilerek savaşın eşiğine gelinmesine sebep oldu. Ancak Venezüella ve Ekvador’un savaşı göze alabilecek denli sert bir tepki vermesinin nedenini anlayabilmek için yakın dönem bölge tarihine ve Kolombiya’nın […]
Kolombiya ordusunun FARC’a düzenlediği bir askeri operasyon sırasında Ekvador sınırını ihlal ederek içlerinde FARC ikinci kumandanı ve sözcüsü Raul Reyes’in de bulunduğu 17 gerillayı katletmesi, Latin Amerika’da sinirlerin gerilerek savaşın eşiğine gelinmesine sebep oldu. Ancak Venezüella ve Ekvador’un savaşı göze alabilecek denli sert bir tepki vermesinin nedenini anlayabilmek için yakın dönem bölge tarihine ve Kolombiya’nın iç siyasetine kısaca göz atmak gerekiyor.
1964 yılından bu yana Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FARC-EP) ile Kolombiya devleti arasında süren savaş, beraberinde fiili bir ikili iktidar durumunu da getirmiş durumda. Öyle ki hükümet raporlarına göre FARC, şu anda Kolombiya topraklarının %40’ının kontrolüne sahip, bu alan yüzlerce belediyelik bir kamu yönetimi bölgesine karşılık geliyor.
ABD’nin bölgedeki en büyük işbirlikçisi olan Kolombiya hükümetlerinin bu fiili bölünmeye ürettikleri en kapsamlı yanıt ise, ülke içinde ABD finansmanından yararlanan ve eğitiminden geçirilmiş ordu ile beraber çalışacak kontrgerilla güçlerinin yaratılması oldu. Sol siyasetin bir toplumsal alternatif olarak ete kemiğe büründüğü ve iktidarı tehdit ettiği her kapitalist ülkede olduğu gibi Kolombiya’daki işbirlikçi hükümetler de Marksist gerillalara karşı kirli bir savaşı sürdürme kararını vermiş bulundular.
Ordu ve kontrgerilla kuvvetleri, sadece gerillaları ablukaya alma ya da gerilla karşıtı güçlü bir propaganda yapmakla kalmadılar, belirli bölgelerde kontrgerilla karargâhları kurarak, her türlü toplumsal muhalefeti, insan hakları örgütlenmelerini, sendikal örgütlenmeleri, bağımsız ve devrimci gazetecileri, sol sempatizanı yerel yöneticileri ve nihayet hükümete muhalefet eden her türlü unsura düzenli biçimde saldırılar düzenleyerek, “terörle mücadele” adı altında bütün bir toplumu terörize ettiler ve ediyorlar.
Kırk yıldan bu yana ordu ve kontrgerilla güçleri 4 milyon kişinin ülke içinde ya da yurtdışına “mecburi göç” etmesine neden oldu ve oluyor. Bununla beraber bir koka ülkesi olan Kolombiya, dünyada en fazla uyuşturucunun üretildiği merkezlerden biri ve uyuşturucu ticareti de büyük oranda yine kontrgerillanın tekelinde bulunuyor. Militer ve paramiliter güçlerin siyasete bu kadar müdahil olduğu ve her türlü toplumsal muhalefetin ve hak mücadelesinin bir güvenlik sorunu olarak değerlendirilerek “terörist” muamelesi gördüğü ve dolayısıyla her türlü meşru mücadele yolunun ısrarla kapatıldığı bir coğrafyada, bir süre sonra gayrimeşru /illegal bir güç olan gerilla kuvvetlerinin de toplum nezdinde ciddi bir itibar artışına uğradığını belirtmek gerekiyor.
Tarihsel arka plan ve Kolombiya Devrimci Ordu Güçleri (FARC)
1819 yılında Simon Bolivar tarafından bağımsızlığına kavuşan Kolombiya, bu tarihten sonra iki büyük partinin siyasi rekabeti çerçevesinde gerilimli bir siyasi hayat sürdü. Muhafazakâr Parti ve Liberal Parti arasındaki rekabet sadece iktidarı alarak belirli bir süre ülkeyi yönetmek üzerine değildi, iki büyük cephe devletin niteliğinden yönetim tarzına, toprak dağılımından ekonomik açılımlara kadar birçok temel başlık üzerinde ciddi bir çatışma içindeydiler. 1850lere gelindiğinde iki parti, kamu yönetiminin güçlü bir merkeze dayanan merkezi yönetime mi yoksa görece özerk eyaletlere dayanan federal yönetime mi dayanacağı konusunda uzlaşamadılar ve çatışmalar başladı, yüzyılın sonuna kadar düşük yoğunluklu olarak geçen çatışmalar 1899’a gelindiğinde topyekun bir iç savaş halini aldı.[1]
1903 yılına kadar süren ve “Bin Gün Savaşı” diye adlandırılan şiddet döneminde 300binden fazla kişi hayatını kaybetti. Liberal kanadı ezerek iktidarı alan Muhafazakar Parti, ülkeyi 1948’e kadar ağır bir baskı rejimiyle yönetti. Özellikle 1920’li yıllarda muz plantasyonlarının işletim hakkını elinde toplayan ABDli tarım tekeli United Fruit Company, Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanında anlattığı gibi, görüşme delegasyonunu bekleyen muz işçilerinin grevinde yüzlerce işçiyi katletti.[2] Bu dönem dahilinde (1930 yılında) Kolombiya Komünist Partisi kurulduysa da, bütün toplumsal muhalefet muhafazakarlara karşı iktidarı alma gücüne sahip olabilecek tek alternatif olan Liberal parti içinde birikti. Bu birikim Liberal Parti yönetiminde de yansımasını buluyordu. Partinin geleneksel çizgisine göre daha halkçı bir politikayı izleyen ve 1948 seçimlerinde kazanacağına kesin gözüyle bakılan Liberal parti adayı Jorge Eliecer Gaitan suikast sonucu öldürüldü. Bu cinayet bardağı taşıran son damla oldu ve 14 yıl sürecek ve daha sonra “Violencia” adıyla anılacak yeni bir iç savaş dalgası başladı.
Geleneksel iktidar mekanizmalarının zafiyete uğradığı ve güvenlik güçlerinin müdahale edemediği kurtarılmış bölgelerin oluşmaya başladığı 1948 yılı sonrasında, 1930 yılında kurulan Komünist Parti’nin de etkinlik göstermeye başlaması, iki geleneksel partinin 1957 yılında anlaşarak seçim sonuçları nasıl olursa olsun sırayla hükümeti kuracakları bir “tahterevalli siyaseti” kuruldu. “Ulusal cephe” adıyla kodlanan bu örtülü antlaşma sonrasında, iki geleneksel parti, iç savaş sürecinde bağımsız silahlı cumhuriyetçikler kuran köylüleri silahsızlandırarak tasfiye etmek ve ulusal sınırlar içinde tek bir pazarın yeniden tesisini sağlayabilmek amacıyla harekete geçti. 1960’a gelindiğinde, bir yıl önce Küba’da diktatörlüğü köylü gerillalar yardımıyla deviren sosyalist yönetim, Kolombiya’da da büyük bir sempati uyandırmayı başarmıştı. 1961’de Ulusal Cephe’ye karşı devrimci papaz Camillo Torez önderliğinde “Halkın Birliği Cephesi” kuruldu. Yüz binlerce köylünün tabanını oluşturduğu bu yasal örgütü, silahlı ve bağımsız köylü cumhuriyetleri destekliyordu.
Bu bağımsız köylü cumhuriyetlerinden en güçlüsü ve en iyi örgütlenmişi olan Marquetalia Köylü Cumhuriyeti, 1964 yılında ordu tarafından dağıtıldı. Öte yandan Kolombiya ekonomisi iç savaşın yarattığı tahribattan ve tarım ürünlerinin bağımsız cumhuriyetlerin elinde bulunmasından kaynaklı olarak ağır bir krize girdi. Hükümetin silahlı müdahaleleri ve uyguladığı baskı rejimi ile ekonomik kriz sonucunda, rejime karşı hoşnutsuzluk, halkın büyük kısmının ve özellikle köylülerin, o sıralarda Marquetalia Köylü Cumhuriyeti’ne yönelik terör ve katliama yanıt vermek amacıyla kurulan Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri-Halk Ordusu (FARC-EP) ve Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN)’na sempatiyle yaklaşmasını sağlıyordu.
Manuel Marulanda tarafından kurulan FARC-EP, iktidar perspektifine sahip, silahlı mücadelenin yanında halka dönük propagandaya da önem veren Marksist-Leninist bir örgütken, Fabio Vasquez Castano ve devrimci papaz Camillo Torez’in kurduğu ELN ise daha çok “foko”[3] kuramı çerçevesinde çekirdek bir silahlı grupla öncü savaşını savunmaktaydı. Bu dönemden sonra da çoğu Maocu doktrini savunan 20den fazla gerilla örgütünün kurulduğu sanılıyor. Ancak bugün hâlen varlığını sürdüren gerilla örgütleri FARC-EP ve sınırlı olarak da ELN’dir. [4]
Kolombiyalı kontrgerillalar
Kolombiya’da kontrgerilla örgütlerinin ciddi etkileri, FARC ve ELN’nin önemli bir örgütlü birikim sağlayarak, belirli toprak parçalarını istikrarlı biçimde ellerinde tutabildikleri 1970’lere kadar uzanıyor. 1970li yıllarda, özellikle büyük toprak sahipleri ve FARC’ın etkili olduğu bölgelerde yaşayan zenginlerin topraklarını, mülklerini ve kendilerini korumak amacıyla paralı askerler tutarak bunları silahlandırıyorlar. Özellikle kullanılmayan toprakları işgal ederek tarım yapan ge
rilla örgütlerinin nu girişimlerinin önlenmesi için kırsal alanlarda silahlı korucu grupları oluşturulmaya başlanıyor. 1980lere gelindiğinde bu silahlı birimler hükümetlerin FARC’a karşı düzensiz savaş yöntemlerini kullanmaya başlama amaçlarıyla çakışarak, kontrgerilla, devlet içinde kurumsal bir yapıya evirilmeye başlıyor. Böylece önceden muz ve kahve plantasyonlarını koruyan silahlı korucular, sonradan Kolombiya ordusuyla beraber hareket eden, ortak operasyonlar düzenleyen, yerel muhalif unsurlara baskı yapan ve yıldırma harekâtları düzenleyen bir yarı düzenli orduya dönüştü.
1980’lerin ortasında iyice güçlenen uyuşturucu kartelleri, FARC’ın kendilerine yönelik operasyonlarından korunabilmek ve özellikle sınırlardan güvenli uyuşturucu geçişini sağlayabilmek için kendi silahlı korucu gruplarını kurmaya ya da mevcut kontrgerillaları parayla tutmaya başladılar. Devletin yüksek kademelerinden bürokratlarla, eyalet valileriyle, polis şefleriyle, ordu komutanlarıyla ve komşu ülkelerin bazı bürokratlarıyla ilişkilerini iyice sağlamlaştıran, başta Medellin Karteli ve Cali Karteli olmak üzere uyuşturucu kartelleri, uyuşturucu ticaretlerini ve tarlalarını korumak için artık Kolombiya ordusu ve kontrgerillalarla birlikte çalışmaya başlıyorlar.
1990’lara gelindiğinde kontrol ettiği toprakları arttıran ve iyice güçlenerek toplumsal algıda meşru bir konum elde etmeye başlayan gerilla güçlerine karşı hükümetin ABD’li ve İngiliz danışmanları, bu karmaşık ilişkiler yapısını basitleştirerek tek bir birleşik ulusla güçte birleştirmeyi öneriyor ve uygulamaya başlıyorlar. İşte bugün AUC olarak bilinen ve finansmanını örtülü ABD yardımları ile uyuşturucu tacirlerinin sponsorluğundan alan örgüt, orduyla neredeyse iç içe geçmiş bir kontrgerilla kurumu. Öyle ki Kolombiya’nın bazı bölgelerinde askerler ve kontrgerillaların ortak kampları olduğu, ortak operasyonlar düzenledikleri, ortak bir ulaşım ve iletişim ağına sahip oldukları açıkça biliniyor. Son olarak 2006’da patlayan “para-politikacılar skandalı”[5] da Uribe’nin partisinin birçok üst düzey yöneticisinin ve milletvekillerinin kontrgerillayla nasıl kucak kucağa bir ilişki içinde olduklarını bir kez daha ortaya çıkardı.
Kolombiya Devlet Başkanı Uribe ve “Plan Kolombiya”
Ateşli bir Liberal Parti üyesi olan Alvaro Uribe Perez, 2002 ılın geldiğinde partisinden istifa ederek bağımsız olarak başkanlık için adaylığını koydu. Geçerli oyların %24’ünü alarak başkan seçilen Perez, sıkı güvenlik politikaları uygulayacağına ve iç savaşı bitirerek 44 yıldan bu yana varlığını sürdüren silahlı gerillalara ve kurtarılmış bölgelere son vereceğine söz vererek göreve başladı.
Meşhur uyuşturucu taciri Alberto Uribe Sierra’nın oğlu olan Alvaro Uribe, daha sonra en büyük kokain tacirleri haline gelecek olan anne tarafından adı kötüye çıkmış akrabaları Ochoa kardeşlerin yanında büyüdü. O sırada babasının en ünlü adamlarından olan meşhur uyuşturucu kaçakçısı Pablo Escobar’la da yakınlaştı. Öyle ki Alvaro, Kolombiya Sivil havacılık Ajansı’nın yöneticisi olduğu zamanlarda Escobar’a ait Medellin Uyuşturucu Karteli’ne yüzlerce “özel pilotluk lisansı” bahşetti.
Babasının bağlantıları sayesinde kariyerinde oldukça hızlı adımlarla ilerleyen Alvaro Uribe, Medellin Uyuşturucu Karteli’nin de merkezi olan Antioqua bölgesinden önce senatör seçildi, ardından da bölge valisi oldu. Öyle ki Alvaro Uribe’nin Medellin Karteli için de çalıştığına yönelik binlerce belge ortaya çıkmışken bile genç Alvaro, yakın arkadaşı Escobar’ın siyasi kampanyasına doğrudan destek vermekte bir an tereddüt etmedi. ABD Savunma İstihbarat Ajansı’nın yayınladığı bir dokümanda Alvaro Uribe’yle ilgili olarak şunlar yazıyordu: “Hükümetin üst düzey seviyelerinden Medellin Uyuşturucu karteli’yle birçok şekilde işbirliği yapan Kolombiyalı politikacı ve Senatör. (…) Uribe, Medellin Karteli adına çalışmaktadır ve Pablo Escobar’ın yakın arkadaşıdır.”[6]
Alvaro Uribe, uyuşturucu ticareti yapan kişilere yakınlığı dolayısıyla Marksist gerillalara karşı savaşan kontrgerilla kuvvetlerinin kumandanlarıyla da yakın ilişki içine girmiştir. Antioquia valiliği sırasında bölgede faaliyet gösteren, kontrgerilla tarafından yönetilen yerel silahlı grup CONVIVIR’i açıkça desteklemekte ve finanse etmektedir. CONVIVIR, gerilla sempatizanı oldukları ya da gerillaya yardım ve yataklık yaptıkları iddiasıyla yüzlerce kişiyi tehdit ederken ve katlederken, Uribe, bu faaliyetleri açıkça “terörizmle mücadele” biçiminde alkışlamış ve savunmuştur.
Alvaro Uribe’nin valilik döneminin sona erdiği 1997 yılında, Kolombiya Anayasa Mahkemesi, CONVIVIR’i yasaklarken, Alvaro Uribe’nin bu örgütle olan bağları da yeniden deşifre oldu. Bu esnada birçok kontrgerilla komutanı ve siyasi parti lideriyle kişisel ve ticari ilişkilerini geliştiren Alvaro Uribe, 2002 yılında ortaya başkan adayı olmak üzere çıktığında, kontrgerillalar kırsal bölgelerde ev ev dolaşarak Uribe’nin “kendi adayları” olduğunu ve ona oy vermedikleri takdirde bölgede kitlesel bir katliam yapacakları tehditlerini savuruyorlardı. Kontrgerilla timleri bununla kalmayarak etkili oldukları bölgelerde herhangi bir muhalif unsurun seçim çalışma yapmasını da imkansız hale getiriyorlar, muhalif bir aday adına çalışma yapan kişileri kaçırarak işkenceyle katlediyorlardı.
Alvaro Uribe’nin 2002’de kazandığı seçim zaferi, bir diğer yandan da 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında terörle mücadele adına hassas açılımlar başlatan Bush hükümetinin maddi ve manevi yardımları üzerine oturuyordu. Topraklarının geniş bir kısmı komünist gerillaların denetiminde olan bu “saldırı altındaki demokrasi”nin yardım çığlıklarına ABD hükümeti, ülkeye “Plan Kolombiya” kapsamında 2000 yılından bu yana toplam 5.5 milyar dolar tutarında askeri ve nakdi yardım yaparak cevap verdi. Plan Kolombiya adıyla anılan kapsamlı strateji, Kolombiya’nın içindeki muhalif unsurların ordu ya da kontrgerilla tarafından şiddet kullanılarak tasfiye edilmesinin yanı sıra, bölgede ortaya çıkan ve ABD’nin Latin Amerika stratejisini ciddi zararlara uğratan sol iktidarlara karşı da gerektiğinde topyekun savaşmaya hazır bir silahlı kuvvet yaratmayı hedefliyor. Plan Kolombiya aynı zamanda iki ülkenin ortak askeri eğitimler yapmasını ve her türlü istihbaratı paylaşmasını ve de gerektiğinde beraber askeri operasyonlar gerçekleştirmesini de öngörüyor.
Ve son gelişmeler…
Kolombiya siyasi hayatıyla ilgili biraz ayrıntılı bir tarihsel anlatıma girmemin nedeni, Kolombiya’da ve bölgede bugün gerçekleşen olayların ve yaşanan gerilimlerin ancak bu arka plan dikkate alınarak çözümlendiği takdirde bir anlam ifade edeceği inancıdır. 2001, bir yandan ABD’nin yeni bir küresel savaş stratejisi çerçevesinde bütün devlet doktrinini bir revizyondan geçirdiği yıl iken, diğer yandan da 500 yıllık sömürgecilik tarihiyle ve modern çağda da hammadde imtiyazları ve nihayet IMF programlarıyla ekonomileri çökertilmiş Latin Amerika ülkelerinin neo-liberal perspektiften sıyrılmaya başladıkları yıldır.
Özellikle 1998 yılında Venezüella’da iktidara gelen Hugo Chavez’in ciddi bir kamulaştırma hamlesine başlaması ve Latin Amerika ülkeleri arasında entegrasyon vurgusu yaparak yeni bir sosyalizm tarifiyle ön plana çıkması, Arjantin ve Brezilya halklarının neo-liberalizm karşıtı propaganda yapan sol iktidarları göreve getirmesi, Şili’de ve Arjantin’de askeri cunta dönemi sorumlularının yargılanmaya başlaması, Ekvador’da ve Guatemala’da yine tarihi köklere sahip sol doktrinlerin
iktidarı alması gibi gelişmeler, büyük bir petrol ülkesi olan Venezüella’nın, bu, uğruna nice savaşlar verilmiş doğal kaynağı kamulaştırması ve ülkedeki ExxonMobil ve ConocoPhillips gibi firmaların elde ettiği rantı elinden almasına eklenince, ABD için bölgedeki gelişmeler can yakıcı bir hal almaya başlıyor. Kaldı ki ABD’nin arka bahçesinde ciddi de bir tabana sahip hale gelen “sosyalizm” kelimesinin bu kadar yüksek tonda vurgulanması, ABD’nin hem ekonomik hem de ideolojik yönden ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğunu da meydana çıkarıyor. Kolombiya’nın bölgedeki saldırgan tutumunun temel dinamiklerinden birinin altında işte bu gelişmelere karşı bir refleks yatıyor.
Kolombiya-Venezüella ilişkilerinin bu kadar gerilmesinin nedenlerini daha da iyi anlamak için birkaç tarihsel dinamik ve son birkaç ayda yaşanan siyasi gelişmelere kısaca göz atmak da gerekiyor. Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez’in de defalarca açıkladığı ve benim de tarihsel gelişim dahilinde az da gösterebildiğim üzere, Kolombiya’daki kontrgerilla örgütlenmeleri ve ordunun faaliyetleri, uyuşturucu ticaretiyle de içli dışlı olmaları nedeniyle öyle Kolombiya’yla sınırlı değil. Ayrıca burada bu örgütleri finanse eden ve karşılığında hizmet alan, yine yasadışı yollarla oldukça zenginleşen oligarşik bir kast mevcut ve bu Kolombiyalı oligarşik kastın, kıta genelinde ve hatta okyanus ötesinde çok ciddi bağlantıları da var. İşte bu kutsal ittifakın, sınır komşuları olan Ekvador, Peru ve Venezüella içinde de “iş yaptığı” çeşitli kesimler mevcut.
Örneğin 2002 yılında Chavez karşıtı darbe hayata geçirilirken Kolombiyalı kontrgerillalardan da yararlanıldığı bugün sır değil ya da son olarak muhalefetin Chavez hükümetinin meşruiyetini sarsmak amacıyla yarattığı yapay gıda kıtlığının, üretilen gıdaların yine Kolombiyalı kontrgerillalar tarafından sınırdan geçirilerek Kolombiya pazarında fahiş fiyatlardan tüketilmesini sağlamaları sayesinde hayata geçebildiği veya Kolombiya-Venezüella sınırında (geçtiğimiz ay 13 tanesi imha edilen) bazı Kolombiyalı askerler ile kontrgerillalar tarafından işletilen kokain üretme laboratuarları bulunduğu gibi örnekler Kolombiya’daki kronik devlet terörünün yarattığı gayrı resmi paralı askerlerin ülkenin bir ihraç malı haline geldiği gerçeğini ortaya çıkarıyor.
Kolombiya ordusunun bu kadar (komşu ülkenin sınırlarını ihlal etmenin başına büyük bir bela açacağını bile bile bunu yapacak kadar) gözü dönmüş bir şekilde hareket etmesinin Kolombiya hükümetinin meşruiyet kriziyle de ilgisi bulunuyor. Sürekli bir devlet terörüne maruz kalan Kolombiya halkı, özellikle inatla mücadele eden sendikalar, sivil toplum örgütleri, barış gönüllüleri ve devrimci örgütler kanalıyla Uribe hükümeti’ne karşı seslerini yükseltmeye başladılar. Bu öncü kesimin yanında, (son rehine operasyonlarında da ortaya çıktığı üzere) kontrgerilla ve askerlerin istismarları ile sürekli bir iç savaşın içinde yaşamaktan bunalan geniş kitleler ya tamamen tarafsız kalıyorlar ya da yeni bir alternatife yöneliyorlar. Özellikle 2006 yılında yapılan başkanlık seçimlerinde kontrgerillaların bütün tehditlerine ve cinayetlerine, polisin mitinglerini sabote etmesine karşın ikinci sırayı alarak büyük bir umut yaratan Demokratik Kutup, Uribe hükümetine karşı ciddi bir tehdit oluşturmaya başladı.
Öte yandan kurulduğundan bu yana seçimleri boykot eden ve sempatizanlarına oy vermeme çağrısı yapan FARC-EP’in önümüzdeki seçimlerde böyle bir çağrıda bulunmayacağını açıklaması da Uribe hükümetinin seçimde sol-demokrat bir parti tarafından devrilmesini olanak dahilinde gördüğünün ve kendisi için de olumlu bulduğunun bir göstergesi. Özellikle FARC-EP’in bir “barış müzakeresi” sürecini başlatmak üzere rehine takasını önermesinin altında da aslında buna yönelik bir ilk adım yatıyor. Ve Kolombiya hükümetinin (ve tabi ki ABD’nin) temel rahatsızlığını da bu oluşturuyor.
Bu rahatsızlık ise, Venezüella Ulusal Meclisi’nin FARC-EP ve ELN’yi terörist bir örgüt yerine resmen “savaşçı örgüt” kabul etmesiyle daha da katlanmış durumda. Çünkü bu karar aynı zamanda FARC-EP ve ELN’nin Uluslararası Cenova Protokolü’nün düzenlediği bir statüye dahil edilmesi anlamına da geliyor. “Savaş Suçları” kitabının yazarları uluslar arası hukuk uzmanları Ewen Allison ve Robert K. Goldman’a göre, bir isyancı grubun 1949 Cenova Antlaşması’nda temellendirilen “savaşçı örgüt” statüsünü kazanması için şunların gerçekleşmiş olması gerekiyor: isyan ettiği devletin topraklarının bir kısmını kontrol etmesi, eğer ayrılma hedefi varsa bağımsızlık ilan etmesi, düzenli silahlı güçlere sahip olması, hükümete karşı savaşıyor olması ve en önemlisi hükümetin onu savaşçı olarak tanımlaması.[7]
Bu anlamda Kolombiya halkının savaşa son verilmesi yönündeki genel kanaatini iyi sezen Venezüella devlet başkanı Hugo chavez’in attığı bu hukuki adım, FARC-EP ve ELN’nin Kolombiya siyasetine yasal kanaldan katılma ya da yasal bir sol hükümetle Uribe hükümetini devirme yönünde gösterdiği istekle örtüşüyor. Yukarıda sayılmayan “savaşçı örgüt” olma kriterlerinden biri de terörist faaliyetler gerçekleştirmemek ancak FARC-EP’in siyasi pazarlık amacıyla ve cezaevlerindeki üyelerini kurtarabilmek için gerçekleştirdiği birçok kaçırma eylemi [8], burada hukuki bir sorun doğuruyor. İşte FARC-EP’in elindeki rehineleri aşamalı olarak serbest bırakma stratejisinin bir yönünü de bu oluşturuyor. Yani kısaca, Kolombiya hükümetinin iç savaşı diyalog yoluyla çözmek için bir fırsat belirdiği özel bir zaman diliminde her türlü görüşmeyi sabote ederek askeri operasyonları ve polisiye baskıyı daha da yoğunlaştırmasının altında yatan nedenlerden birini de FARC-EP’i yasal olarak tanımanın getireceği sıkıntılar oluşturuyor. Bu durum; FARC-EP’in ve ELN’nin kontrol ettiği topraklar üzerindeki hakkını yasal olarak tanımak anlamına geliyor.
Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez’in bölgede artan nüfuzu ve özellikle arabulucu olarak katıldığı FARC’la yapılan müzakerelerde gösterdiği rehineleri ne pahasına olursa olsun kurtarma yanlısı tutumun Kolombiya içinde ve bölgede yarattığı etki de Kolombiya hükümetinin gözünü korkutan faktörlerden biri. En son sınır ihlali krizinden önce de iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesine kadar giden gerilimler de Chavez’in arabuluculuk yaptığı dönemde oldukça yoğunlaştı. Öyle ki Kolombiya hükümeti, arabulucu heyeti rehineleri teslim almaya giderken FARC’a yönelik bir operasyon yapmaktan ve dolayısıyla heyet ve rehinelerin hayatını tehlikeye atmaktan bile çekinmeyerek, Kolombiya kamuoyunda oluşan beklentiyi hiçe sayarak meşruiyetine bir büyük darbe aldırmaktan bile çekinmeyerek hareket edecek kadar mantıksızlaştı. Kuşkusuz hükümetin meşruiyet ve hatta hâkimiyet kaybına uğradığını gösteren en önemli olay ise Venezüella ordusuna bağlı iki helikopterin Kolombiya hükümeti ve ordusundan hiçbir izin almadan Kolombiya topraklarına girerek rehineleri FARC-EP’ten teslim almasıydı. Dolayısıyla Chavez’in bölgede ve Latin kamuoyunda artan etkisini de Kolombiya’nın mantıksız ölçüde saldırganlaşma nedenlerinden biri sayabiliriz.
Öte yandan Kolombiya’nın bölgesel devlet terörizmi faaliyetlerinin ve başta Venezüella hükümeti olmak üzere bölgedeki sol hükümetleri saldırgan bir dille sürekli suçlamasını tek başına Uribe hükümetine mâl etmek de çok açıklayıcı görünmüyor. Çeşitli kereler değindiğimiz üzere Kolombiya’nın ABD ve İngiltere’yle tarihsel bağları bulunuyor ve Kolombiya’nın uluslararası
arenadaki girişimlerinin ABD’nin bölgesel planlarından bağımsız olması mümkün görünmüyor. Bu planlara dair yeni girişimlerden biri de aslında daha “sınır ihlali” olayı olmadan çok önce ABD’nin bölgede askeri hareketliliği arttırmaya karar verdiğini ortaya koyuyor. Ocak ayının son haftasında Birleşik Devletler Deniz Operasyon Şefi Gary Roughead ve Birleşik Devletler Güney Komuta Subayı Jim Stavridis’in, Güney Amerika ve Karayipler’de konuşlanmak üzere Dördüncü Filo’nun yeniden aktifleştirilmesi çağrısında bulunması, Latin Amerika’nın sol iktidarları için ciddi bir tehlikenin kapıda olduğuna dair en somut işaretlerden biri sayılabilir.[9] Öte yandan Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez’in “askeri ittifak” önerisini de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.[10]
Özellikle Venezüella ve Küba’nın ABD eksenli serbest ticaret antlaşmasına karşı alternatif olarak oluşturdukları “adil ticaret bloğu” Latin Amerika’nın Bolivarcı Alternatifi (ALBA)’nin kurulması ve yine bu yılın ocak ayında Venezüella’nın başkenti Caracas’ta yapılan 6.Zirve’de üye ülkeler arasında imzalanan birçok sosyal ve ekonomik antlaşmayla birlikte ALBA Bankası’nın kurulması [11], ABD’nin kıtaya NAFTA ve IMF’yle dayattığı ekonomik çemberin kırılmasında oldukça önemli bir girişim olarak kendini gösteriyor. Sosyal, eğitimsel, kültürel ve sağlık programlarının yanı sıra ekonomik entegrasyon ve altyapı geliştirme projelerini de finanse etmesinin yanı sıra bölge ülkelerinin dışa bağımlı zayıf ekonomilerini düzeltmeyi ve küresel finans kurumlarının politikalarından kaynaklanan ekonomik dengesizlikleri gidermeyi de hedefleyen ALBA Bankası, ABD’nin kıtadaki geleneksel hegemonyasının ağır biçimde tahrip edilmesi ve Latin Amerika’nın şu ana kadar sözlü olarak vurgulanan “entegrasyonu”nun ete kemiğe bürünmesi anlamına da geliyor. Kaldı ki Kolombiya ordusunun sırlarını ihlal ederek bir çeşitli “yoklama” çektiği Ekvador hükümeti de 21.Yüzyıl Sosyalizmi, Latin Amerika’nın entegrasyonu, stratejik sektörlerin kamulaştırılması ve adil ticaret gibi başlıklarda Venezüella ile Küba’nın başını çektiği “yeni kutup” ekseninde hareket ediyor.
Sonuç olarak Kolombiya’nın ülke içinde uyguladığı devlet terörü ve bölgeye dayatmaya çalıştığı istikrarsızlık, ABD’nin kıtadaki neo-sömürgeci planlarının, FARC-EP’in Kolombiya siyasetinde artan etkisinin, boğazına kadar mafya-uyuşturucu-kontrgerilla batağına batmış Uribe hükümetinin muhtemelen bir sol hükümet tarafından devrilme ve bunun ABD’nin kıtadaki en kirli müttefikini tasfiye etme ihtimalinin, ABD’nin Ekvador’un taze ve henüz kendini yerine oturtamamış sol iktidarın gücünü sınanması isteğinin, Chavez’in bölgede artan nüfuzunun ve Latin Amerika’daki “sosyalizan entegrasyon” çabalarının dışında düşünülemez ve doğrudan da bu sayılan gelişmelere yöneliktir.
Dipnotlar;
[1] www.tdkp.org adresinde Kolombiya tarihinden bahsederken, Kolombiyalı yazar Profesör Arturo Alaphe’nin “Barış, Şiddet: İstisnai Tanıklar” kitabından alıntılar yapılmaktadır. Bu alıntılardan biri Kolombiya’nın tarihinin bir iç savaşlar tarihi olduğunu da öne sürecek niteliktedir; Bkz. http://www.tdkp.org/BM/BM-7/kolombiya_7.htm
“1810’dan sonra, silahlı iç çatışma ve politik şiddet XIX. yüzyıl boyunca kendini değişik şekillerde belli ederek gelişmeye devam etti. Bin Günlük Savaş XIX. yüzyılı aştı. Bu, tarihsel bir gerçeği kabul etmektir. XIX. yüzyılda birçok savaş oldu: 1828, 1830, 1832, 1839, 1841, 1851, 1854, 1859, 1867, 1880, 1895 ve 1899. Bunlar, XIX. yüzyılın son 90 yılının ne kadar acı dolu yıllar olduğunun ifadesidir. Halk, iç savaşın neden olduğu maddi ve manevi bir yıkım yaşadı. Egemen sınıfların çıkardığı bu savaş, bir tek onların çıkarlarına hizmet ediyor, halkın çıkarlarını savunmayı hedeflemiyordu. Bu savaşlar, Kolombiya’nın petrolü, denizleri, ırmakları ve gökyüzü gibi maddi zenginlikler ve siyasi iktidar için yapılan kör ve sefil çatışmalardan başka bir şey değildir. Birçok tarihçi, 1863-84 arasında, anavatanın parçalanması sonucu ortaya çıkan küçük bağımsız devletlerin kralları olan bağımsızlık savaşı kahramanları ve varisleri tarafından başlatılan 50’den fazla savaşın yapıldığını iddia etmektedir.”
[2] “Kolombiya gerilla hareketinin Tarihi-I”; http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc49_6.html Ejército de Liberación Nacional-ELN tarafından 1997 yılında yayınlanan gerilla tarihinin çevirisi olan bu yazı, özellikle Kolombiya’daki gerilla hareketi üzerine güzel bir derlemedir.
[3] İspanyolca’da “ocak” anlamına gelen “foco” sözcüğünden türetilen ve Fidel Castro ve yoldaşlarının Sierra Maestra’da silahlı mücadeleyi sürdürdükleri sırada oluşturdukları her gerilla birimini, mücadeleyi tutuşturan bir “ocak/foco” olarak adlandırmasından esinlenilerek türetilen “fokoculuk”, siyasi ve askeri çekirdeğin bir bütün olduğu, mücadele içinden yönetilen ve mücadeleye başlamak için herhangi bir nesnellik aramayan silahlı komünist partinin öncü mücadelesi anlamına gelir. Teorisyenlerinden en önemlileri Fransız yazar Regis Debray ve Brezilyalı Carlos Marighela’dır. Ayrıntılı bilgi için Bkz. “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 5, Syf. 1442”, İletişim yay., 1988
[4] Bkz. Justice for Columbia; http://www.justiceforcolombia.org/
[5] Bkz. Kısa bilgi için Kolombiya’daki sol perspektife sahip ve barış yanlısı kişi ve kurumların oluşturduğu derneğin internet sitesi, Justice for Columbia; http://www.justiceforcolombia.org/
2006 yılında bir kontrgerilla kumandanına ait olduğu saptanan bir dizüstü bilgisayarda devlet başkanı Alvaro Uribe’nin “başkanlık istihbarat servisi” şefi de dahil birçok üst düzey bürokrat ve senatörün işlenen birçok cinayette kontrgerillayla işbirliği içinde hareket ettiğine ve bu bürokratların kontrgerillayla yaptıkları ticari ortaklıklara ve yasadışı işlere dair bir sürü belge gün ışığına çıktı. Belgeler, kontrgerillanın uyuşturucu ticaretinde ne kadar etkin olduklarını ve birçok bürokratın uyuşturucu ticaretiyle bağlantılı olduğunu da ortaya çıkardı. Bkz. Justice for Columbia; http://www.justiceforcolombia.org/
[6] US Defence Intelligence Agency web site; http://www.dia.mil/
[7] Bkz. “Venezüella hükümeti FARC ve ELN’yi savaşçı örgüt olarak tanıdı” haberi, 20 Ocak 2008; http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=1523
[8] Şu an FARC-EP’in elinde 700e yakın rehine bulunduğu sanılıyor. Bu rehinelerin içinde FARC bölgesinde keşif yaparken casus uçakları düşürülen ve sağ kurtulan 3 ABDli istihbaratçıdan Kolombiya politikasında senatör, parti başkanı ya da bakan olarak görev almış üst düzey bürokratlara, operasyonlarda esir düşen askerlerden, toplumsal muhalefete baskı yapmış polis şeflerine kadar birçok kişi bulunmakta. Bu rehineler içinde 6 yıldan bu yana FARC’ın elinde bulunan ve yardımcısıyla beraber kaçırılan Fransız-Kolombiyalı eski Devlet Başkan adayı Ingrid Betancourt’un da bulunduğunu eklemek gerekiyor. FARC’ın koşulsuz serbest bıraktığı son dört üst-düzey bürokrat olan rehineler, Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez’e Betancourt’un ciddi biçimde hasta olduğunu ve onun da serbest bırakılmasına dönük girişimlerde bulunulması gerektiğini bildirdiler.
[9] Bkz. “ABD Latin Amerika’daki ve Karayipler’deki donanmasını aktifleştirecek haberi”, 24 Ocak 2008; http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=1538; Burada ABD’nin kıtaya dönük askeri müdahale seçeneğinin Venezüella hükümetinin FARC ve ELN’yi resmen savaşçı örgüt statüsüne sokm
asının hemen sonrası ele alınması da dikkat çekicidir.
[10] Bkz. “FARC dört rehineyi daha serbest bırakacağını açıkladı” haberi, 22 Şubat 2008; http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=1620
[11] Bkz. “6.ALBA Zirvesi sona erdi: Latin Amerika’da entegrasyona doğru”, 29 Ocak 2008; http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=1546
Soner Torlak