Türkiye’deki gemi yapım, onarım ve söküm merkezi durumundaki Tuzla bir süredir gündemde. Ne yazık ki bu gündeme geliş birçok canın yanması, birçok ocağın sönmesi nedeniyle oldu. Kimse yıllardır yapılmakta olan yanlışlara dikkat çekmeye çalışan bir avuç insanın feryadını duymadı. Sabahların kör karanlığında yola çıkan, akşam eve döneceği belirsiz, yarını olmayan bu insanların yaptığı basın açıklamaları […]
Türkiye’deki gemi yapım, onarım ve söküm merkezi durumundaki Tuzla bir süredir gündemde. Ne yazık ki bu gündeme geliş birçok canın yanması, birçok ocağın sönmesi nedeniyle oldu.
Kimse yıllardır yapılmakta olan yanlışlara dikkat çekmeye çalışan bir avuç insanın feryadını duymadı.
Sabahların kör karanlığında yola çıkan, akşam eve döneceği belirsiz, yarını olmayan bu insanların yaptığı basın açıklamaları ya hiç medyaya yansımadı ya da duyarlı bir iki gazetenin mutat haberleri arasında kayboldu gitti.
Bir yılda 80’i aşkın ölümü hiç kimse umursamadı, umursamak istemedi. Ne zamanki olaylar artık üstü örtülemeyecek bir noktaya geldi, Tuzla bir gündem konusu oluverdi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı bile nihayet merak edip bölgeye geldi, hatta şaşırtıcı bir açıklamayla bu sorunların çözümü için işçilerin örgütlenmesinin yararına değindi.
Bölgede denetimler başladı, hatalar, eksikler tespit edildi, bazı tersanelere cezalar kesildi, birkaçının da çalışması durduruldu.
Bakan’ın bile şikâyetçi olduğu, hızla yaygınlaşan ve üretimin neredeyse temeli haline getirilen taşeron sistemi tehdit altındaydı.
İşverenlerin ilk tepkileri, işkolunun riskli dolayısıyla bu kadar ölümün olağan olduğu şeklindeydi. Ancak olayın bu düzeyde kalmayacağını anladıkları anda önlem almanın telaşına kapıldılar.
Gelişmelerden endişelenen işverenler ilk şaşkınlıklarını kısa sürede attı, hemen bölgede toplantılar başladı.
Tuzla direnişinin bayrağı ve sermayenin baş hedefi Limter-İş
Tuzla tersanelerindeki işçi mücadelesinde neredeyse 1993’den beri bayrağı gururla taşıyan tek örgüt DİSK’e bağlı Limter-İş Sendikasıydı. İşverenler henüz örgütlü olamadıkları bir dönemde, aspestli gemilerinin sökümünü karşı başarılı bir mücadele veren Limter-İş karşısında yenilmişlerdi.
O günden itibaren Limter-İş’in Tuzla havzasında örgütlenmesine karşı ortak bir cephe oluşturdular. İşçilerin eylemlerine, iş durdurmalarına karşı ortak fonlar bile kurdular. Bir adım daha atarak, bölgeye özel olarak Dok Gemi-İş Sendikasını davet ettiler.
Limter-İş’in örgütlendiği her yerde işten çıkarmalar acımasızca devreye girdi, örgütlenmenin önüne geçemediklerinde de birçok işkolunda olduğu gibi hemen devreye Türk-İş’in uzmanlaşmış sendikaları eliyle örgütlenmeye yön verdiler.
Bu amansız mücadele bugüne kadar hep aynı düzeyde sürdü, Limter-İş bir dönem neredeyse hemen her gün sabahın 5’inde 6’sında tersane önlerinde, tren istasyonunda işgüvenliği, insanca yaşam, örgütlenme haklarının tanınması için eylemler yaptı.
Yılların deneyimleriyle Limter-İş son süreçte yaşanacakları son derece yerinde tespit ederek sınıf mücadelesini bir üst boyuta taşıma kararı aldı.
Bu kararlarını DİSK Genel Kurulu’nda da dile getirdiler, o gün süreci anlatmak için kürsüye gelen Sendika Genel Başkanı Cem Dinç, söze nereden başlayacağını bilemez haldeydi.
Çünkü sabaha karşı iki arkadaşlarından daha haber alamadıklarını öğrenmişlerdi. Genel Kurula giderken karşılaştığım iki Limter-İş yöneticisi, kötü bir haber almaktan korktuklarını dile getirmişlerdi.
O korkulan haber gelmiş, “mücadelenin içinde pişmek” kavramının içini dolduran Cem Dinç’in yüzünde bir hüzünlü bir gölgeye dönüşmüştü.
Sermaye karşı saldırıya geçti, korucular görev başında
Dinç, genel kurul ortamında elinde geldiğince yaşanacakları anlattı; eskilerin deyimiyle mealen şimdi işverenler birleşecek, Bakanlığın desteğini yanlarına alacak, Dok Gemi-İş’i devreye sokacak ve yine bize karşı, bizlerin örgütlenmesine karşı yeni bir saldırı başlatacaklar diyordu.
DİSK Genel Kurulu’nda tüm sendikalar bu mücadeleye davet edilirken, aynı zamanda taşeron sisteminin Tuzla’da kemikleşmiş yapısının kırılması için önemli ve tarihsel bir fırsatın yakalandığı, bunun ancak elbirliğiyle gerçekleştirilebileceği anlatılıyordu.
Sermaye Limter-İş ve DİSK Yönetim Kurulu’nun iki günlük eylem konusundaki kararlığına tepkisini her boyutta gösterdi.
Limter-İş’in iki günlük eylemi başlamadan hemen bir gün önce, dün İstanbul’da bir toplantı düzenlendi. Radikal gazetesinde yer alan habere göre toplantıya katılanların bileşimi son derece çarpıcı:
Gemi İnşa ve Sanayicileri Birliği başkanı,
Türk Loydu başkanı,
Sedef Tersanesi’nin sahiplerinden olan Deniz Ticaret Odası başkanı,
Dok Gemi-İş Sendikasının başkanı.
Eylemler başlamadan yapılan bu toplantı, bir anlamda, bir gün sonra yaşanacakların ipuçlarını da vermesi bakımından tarihe not düşülecek nitelikteydi.
Basının karşısına çıkan bu kadro, ağız birliği ederek asıl suçlunun işçiler olduğunu ilan ettiler. Taşeron sisteminin savunulmasında en çarpıcı ifade Dok Gemi-İş Genel Başkanı Necip Nalbantoğlu’ya aitti.
Nalbantoğlu, “taşeronlar sistemin parçası, birileri istiyor diye kaldırılmaz” diyerek kendisinin de bir parçası olduğu sistemi savunuyordu.
İçinde yer aldığı heyetin takdirlerini kazanmak için mi, gerçekten böyle düşündüğü için mi bilinmez, işçilerin suçlu olduğu iddiasına o da katıldı. Daha da ileri giderek “iş kazaları varsa, sorumlusu benim” diyebilecek kadar işverenlerin savunuculuğunu üstlendi.
Bu toplantıdaki asıl işlevini ise daha sonra net biçimde ortaya koydu, “bir sendika dışarıdan toplama işçilerle hak iddia ediyor. Yarın yasadışı grev yapılacak” diyerek Limter-İş’i hedef gösterdi.
DİSK’e büyük görev düşüyor
Sabah saatlerinde Limter-İş üyeleri Tuzla’da “ölmek istemiyoruz” demek için yan yana geldiklerinde karşılarında bir polis ordusu buldular. Kısa bir süre sonrada Bakan açıklaması geldi “bunlar gerçek sendika değil” diyerek polisin şiddet gösterisine dönüşen müdahalesine gerekçe yaratıldı.
Bütün bu açıklamalar, Limter-İş üyelerinin, yöneticilerinin şiddet kullanılarak gözetim altına alınması Tuzla mücadelesinin ideolojik bir yön aldığını, sınıf mücadelesinin keskinleştirildiğine işaret ediyordu.
Önceleri sistem içi bir arıza olarak görülen taşeron çalıştırma ve iş cinayetlerine karşı yükselen sesler, bir anda safları netleştirdi. Sermaye işçi sınıfının örgütlenmesinin önüne geçmek, kanlı sistemini sürdürülmek için elindeki tüm araçlarla karşı saldırıyı yönetmeye başladı.
Sermayenin saldırısının hızla boyutlanacağı, bugün yaşanan olaylardan yeterince anlaşılıyor. Haliyle bugüne kadar elindeki olanaklarla, daha açık ifadeyle olanaksızlıklarla direnmeye çalışan Limter-İş’in ağır ve yaygın bir saldırıyla tek başına mücadelesi zor görünüyor.
Bu nokta DİSK’e ve üye sendikalarına büyük görev düşüyor. DİSK Yönetim Kurulu, Limter-İş’in iki günlük eylemini destekleme kararı vererek, Limter-İş’e yapılan saldırıya anında yanıt vererek bu anlamda herkese anlamlı bir mesaj vermiştir.
DİSK’in çağrısıyla bugün Tuzla’yı dolduran yüzler işçinin, işçi sınıfının mücadelesine destek veren siyasi partilerin kararlı duruşu sermayenin bu saldırısının boşa çıkarılmasına büyük destek verecektir.
Tuzla’da kazanılacak en küçük bir hak bile, taşeron sisteminin, kuralsızlığın yıkılmasına, sermayenin hizmetine girmiş taşeron örgütlerin tasfiye edilmesine, “gerçek” sendikal örgütlenmenin yaratılmasına katkı sağlayacaktır.
Tuzla mücadelesi her işkoluna yayılmalı, yayıldıkça işçi sınıfın
ın birliğinin zemini haline dönüştürülmelidir.