Nikaragua’nın Sandinist devrim sürecindeki Kültür Bakanı ve Özgürlük Teolojisi’nin önemli isimlerinden biri olan şair, din adamı, politik eylemci Ernesto Cardenal Martinez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki “Boğaziçi Atölyesi” organizasyonunun davetlisi olarak İstanbul’a geldi ve dün Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir söyleşide dinleyicileriyle buluştu. AKP’li belediyenin bir Sandinist’i davet etmesi hayırlı ama şaşırtıcı bir işti […]
Nikaragua’nın Sandinist devrim sürecindeki Kültür Bakanı ve Özgürlük Teolojisi’nin önemli isimlerinden biri olan şair, din adamı, politik eylemci Ernesto Cardenal Martinez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki “Boğaziçi Atölyesi” organizasyonunun davetlisi olarak İstanbul’a geldi ve dün Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir söyleşide dinleyicileriyle buluştu.
AKP’li belediyenin bir Sandinist’i davet etmesi hayırlı ama şaşırtıcı bir işti doğrusu. ‘İşin sahibi’ ya da ‘çok bileni’ olanların, “keli perçeminden tutan o en mühim sorularını” soru cevap bölümünün sonuna saklama adeti sayesinde bu hayırlı işi yapan organizatörlerin derdi de anlaşıldı. “Martinez, İslami orijinli AKP’nin özgürlükleri savunuyor olmasına ne diyor“muş? “Medeniyetler Barışı’na öncülük eden iki ülkenin İspanya ve Türkiye olmasına ne diyor“muş? Ne Türkiye siyaseti hakkında söz söyleyecek kadar şey bildiğini ne de Medeniyetler Barışı’nı duyduğunu söyleyen Martinez, kendisinin aslında devrimci mücadeleden söz etmek için bir tekst hazırladığını ve dinle ilgili bu kadar çok soru sorulmasını da beklemediğini söyledi.
Tabii adamlar alışmış, (kendine solcu demeyi sürdürenler de dahil) bir kısım liberalden “özgürlükçü AKP, demokrat AKP, devrimci AKP” diye övgüler almaya. Martinez, önüne konan topa vurmayı reddedince bir burukluk oluşmuştur içlerinde.
Mesele şu ki, Latin Amerika’nın Teología de la Liberación‘u (Özgürlük Teolojisi) ile Türkiye’nin dinci liberalizmi arasında en fazla kelime oyunları ile kurulabilecek olan benzerliği tuhaf biçimde abartanlar var. AKP’nin yoksullarla kurduğu ilişkiyi (yoksulluğu derinleştiren, yoksulu dilencileştiren politikalarını yok sayarak), statükoyla yaşadığı gerilimleri (iktidar mücadelesini demokrasi mücadelesi ile karıştırarak), Hıristiyan ve Yahudi merkezlerle dostane ilişkilerini (emperyalist projeleri destekleyen bir şer ittifakı olduğunu görmezden gelerek) ilerici dinamikler olarak değerlendirenler var. Ki bunların içinde “kıdemli sosyalistler” de yer alınca, AKP ile Özgürlük Teolojisi arasında bağ kurmaya çalışanların türemesi şaşırtıcı olmasa gerek.
Oysa AKP’nin temsil ettiği çizgi ile bir benzerlik kurulacaksa ancak Özgürlük Teolojisi’ni lanetleyen Katolik (Kilisesi) gericiliği ile benzerlik kurulabilir. Çünkü;
• Özgürlük Teolojisi “yoksullar kendi kendilerini kurtarmalıdır” der, yoksulluğun yok edilmesini savunur; yoksullarla kurduğu ilişki bir özgürleştirme ilişkisidir. AKP ise Kilise gibi “yoksullara yardım etmeliyiz” der, yoksulluğu yok edilmesi gereken bir sorun olarak görmez; yoksullarla kurduğu ilişki bir bağımlılaştırma/dilencileştirme ilişkisidir.
• Özgürlük Teolojisi yoksulların öz örgütlenmelerini teşvik eder. Brezilya’da 1,5 milyon üyesiyle Kıta’nın en büyük sosyalist toplumsal hareketlerinden biri olan Topraksız Kır İşçileri Hareketi’nin (MST) kuruluşunda, Kolombiya’da Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun (ELN) kuruluşunda, Nikaragua’da Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FSLN) kuruluşunda Özgürlük Teolojisi’ni savunan kadrolar ve Özgürlük Teolojisi’nin verdiği esin önemli rol oynamıştır. Kilise ise yoksulların öz örgütlenmelerinin, sol/sendikal hareketlerin daima karşısında olmuştur; “türbana özgürlük, greve ceza” yasaları çıkaran AKP gibi.
• Ernesto Cardenal Martinez’in de Tarık Zafer Tunaya’daki söyleşide dile getirdiği gibi, Özgürlük Teolojisi, dinin doğrular yanında yanlışlar da içerdiğini ve bu anlamda dinin sınırlarının yeniden çizilmesi gerektiğini savunur. Ona göre dogma dokunulmaz değildir. Kilise için ise dinin buyruklarını kesin, laiklik anlayışı ve bilimsel düşünce düşmandır. AKP‘nin, Kilise gericiliğiyle örtüşen özgürlük anlayışı da, dini sınırlayarak insanları özgürleştirmeyi değil, “inanç özgürlüğü” adı altında, özgürlükleri sınırlayan dini buyrukları serbest bırakmayı savunmaktadır (AKP’nin, başörtüsü serbestisini kılık kıyafet meselesi olarak değil de “inanç özgürlüğü” meselesi olarak tartışması uyarıcıdır. O inanç gereği, kadınların ihtiyaçlarını yerine getirmedikleri kocalarından dayak yeme yükümlülüğü de vardır. Sorgulanamaz ve dokunulmaz dogma, yani “inanç”, nasıl olur da özgürlükle yan yana getirilebilir).
• Özgürlük Teolojisi, ateizm dahil bütün inanışların iyiye/tanrıya ulaşmada bir yol olabileceğini savunmaktadır. AKP ise Kilise gibi tek bir dini inanışın tek bir yorumunu temel almakta ötekileri sapkın ilan etmektedir.
• Özgürlük Teolojisi, kapitalizme karşı çıkmakta, tanrı inancının sosyalizmle bağdaştırılması çabasından türemektedir. AKP ise kapitalizmi kutsamakta, sosyalizme karşı geliştirilen Yeşil Kuşak projesinden köklenmektedir; Soğuk Savaş sürecinde Katolik Kilisesi’nin Hıristiyan dünyasında oynadığı rolün benzerini Müslüman dünyasında oynamıştır.
Bu karşılaştırmalar istenirse daha da uzatılabilir; değişmeyen gerçek AKP’ye özgürlükçülük atfetme, bunu da tutup Özgürlük Teolojisi ile paralellikler kurmaya çalışarak yapma çabalarının nafile olduğudur. Ama illa ki AKP çizgisine içinde teoloji ve liberasyon geçen bir tanım getirme niyeti varsa, dünkü söyleşi aslında tesadüfi bir biçimde bu işe yaramıştır. 1,5-2 saatlik söyleşi boyunca yüzlerce kez “liberasyon” ve “teoloji” sözcüklerini telaffuz eden simültane çevirmen, bir keresinde “neo-liberalizm” diyeceği yerde “teo-liberalizm” deyiverdi. Dine ve sermayeye karşı alabildiğine özgürlükçü, emekçilere karşı bir o kadar baskıcı. Buna da olsa olsa teo-liberalizm denir.