2008 Yılında uygulanacak asgari ücretin belirlenmesi için toplanan Asgari Ücret Tespit Komisyonu uzun yıllar sonra ilk kez oybirliğiyle karar aldı. Alınan karara göre ilk altı ayda asgari ücrete yüzde 4 oranında artış yapıldı. Yılın ikinci 6 aylık döneminde uygulanacak asgari ücrete de yüzde 5 oranında artış yapılacak. Basında bu sonuç asgari ücrete yüzde 9 oranında […]
2008 Yılında uygulanacak asgari ücretin belirlenmesi için toplanan Asgari Ücret Tespit Komisyonu uzun yıllar sonra ilk kez oybirliğiyle karar aldı.
Alınan karara göre ilk altı ayda asgari ücrete yüzde 4 oranında artış yapıldı. Yılın ikinci 6 aylık döneminde uygulanacak asgari ücrete de yüzde 5 oranında artış yapılacak. Basında bu sonuç asgari ücrete yüzde 9 oranında artış yapıldı biçimde yansıtıldı.
4 ile 5’i toplayınca ortaya 9 çıkıyor, ama 2008 yılında asgari ücrete yüzde 9 oranında artış yapıldı denilmesi hesap hatasının ötesinde bir niyet göstergesidir. Gösterilen niyetin pek de iyi olmadığı açıktır; çünkü bu tür yorumlar sanki yıl boyunca aynı asgari ücretin uygulanacağı yanılsamasına kapı açmaktadır. Başlıklar ve yazılanlara bakılırsa, asgari ücretliler 2008 yılında aldıkları asgari ücretlerle tasarruf bile yapar, hatta TOKİ’den taksitle toplu konut bile alabilirler.
İşi abartan kimi sermaye sözcüleri, yüzde 9 üzerine bir de asgari geçim indirimi bonus türünden veciz cilalama çabası içinde girmiştir. Asgari geçim indiriminin işçinin eline geçip geçmeyeceği ise bir soru işareti olarak kalmaya mahkûmdur.
Yıllık olarak olaya bakıldığında asgari ücrete ortalama yüzde 6 dolayında bir artış yapıldığı anlaşılmaktadır. Hükümet programına uygun olan bir artış yapılmış bu artış daha yıl başlamadan elektrik, doğal gaz vb. gibi sabit gider artışları yoluyla zaten anlamını yitirmiştir.
Komisyonun yapısı ve işleyişi üzerine tartışma
Asgari ücreti tespit eden komisyonun yapısı yıllardır tartışma konusudur. Ancak henüz bu tartışmalara ve dile getirilen taleplere bir muhatap bulunmuş değildir.
Konuyu yeniden tartışmaya açmamızın nedeni Komisyon’da “işçi kesimi”ni temsil etmek üzere yer alan Türk-İş Genel Sekreteri’nin yaptığı açıklamadır.
Genel Sekreter Mustafa Türkel, kararın açıklanmasından sonra basına verdiği demeçte komisyonun demokratik bir işleyiş içinde olduğunu savunmaktadır.
Komisyon işçi, işveren ve hükümet adına temsilcilerden oluşmaktadır. Şekil olarak bakıldığında burada hükümet iki kesim arasında hakem değil, tam tersine işverenlerle aynı taraftadır.
Bu olayın bir yüzüdür. Diğer yüzü, asıl tartışılması gereken işçi ve işveren kesimlerinin temsili sorunudur. Türk-İş, konu asgari ücret olduğunda, işçi kesimini temsil hakkına sahip olamaz. Çünkü Türk-İş sendikalı, diğer bir ifade ile toplu sözleşme ile ücretleri belirlenen kesimleri temsil edebilir. Hatta yalnızca kendi üyelerini temsil etme hakkına sahiptir. Oysaki asgari ücret temel olarak örgütsüz işçilerin sorunudur, dolayısıyla Türk-İş ile örgütsel bir bağı olmayan bu kesimler arasında doğrudan hiçbir ilişki yoktur.
İşçi kesiminin nasıl temsil edileceğini tam anlamıyla bugün için çözümlemek zordur. Bunun tek başına Türk-İş ile olamayacağı ise açıktır. En azından diğer konfederasyonların da komisyonda yer alması bir başlangıç olmalıdır. Hiç olmazsa örgütlü kesimden farklı anlayışlardaki yapıların varlığı, örgütsüzlerin çıkarlarının korunmasına bir katkı sağlayabilir.
Aynı şey bir yönüyle işveren kesimi için de geçerlidir. Orada da Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu yer almaktadır. TİSK’de asgari ücret yönünden işverenlerin tümünü temsil etme yeterliliğinden uzaktır. TİSK üyeleri muhatap işçi sendikalarıyla toplu sözleşme imzalayan bir kurumdur. İşverenler adına orada olması gereken Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’dir. TOBB yarı resmi nitelikte ve ister tacir ister üretici olsun tüm işverenlerin mecburen üye oldukları bir örgüttür. Yani işverenler adına herkesi temsil yetkisi vardır. Hani birisi çıkıp işverenden sana ne diyebilir. Hak geçmesin diye fikrimizi söylemiş olalım.
Sonuç olarak komisyonda hem işveren hem de işçi temsilcileri olarak görülenler küçük bir azınlık adına ve asıl temsil edilmesi gerekenlerle bağları olmaksızın haksız yer işgal etmektedir.
Asgari ücret ister bir kişi için isterse bir aile için olsun asgari bir yaşam sınırı göstergesidir. Olması gereken bir aile için hesaplanmasıdır. Hesaplanmanın bilimsel olarak nasıl yapılacağı da bellidir.
Önce hesaplamada uygulanacak yöntem konusunda bir anlaşmaya varılmalı ve bilimsel olarak yapılan hesaplama asgari ücretin belirlenmesinde esas olmalıdır. Burada işin siyasetine düşen ise yalnızca refah payının ne kadar ekleneceği noktasındaki katkı olmalıdır.
Asgari ücretin temel bir ekonomi politika aracı olarak kullanılmasının önüne mutlaka geçilmelidir. İşte o zaman bu kurulun işlevi ve temsil konusu daha bir anlamlı tartışılabilir.
Türk-İş’in aldığı tavır ister muhalefet şerhi koysun isterse karara olur diye imza versin asgari ücretlinin talepleri ve tepkileriyle uyumlu bir tavır sergilemeyecek biçimde kalmaktadır.
Toplu sözleşme olarak asgari ücret ve Türk-İş’in tavrı
Geçtiğimiz dönemlerde sıkça bir konunun altını çizdik, asgari ücret işçi sınıfının örgütsüz ve büyük bir kesimi için bir tür toplu sözleşmedir. Bu asgari ücreti belirleme ve asgari ücrete yüklenen misyondan kaynaklanmaktadır.
Eğer bir toplu sözleşmede talepler karşılanamıyorsa mutlaka yaptırımı olmalıdır. Türk-İş’in bugüne kadar asgari ücret nedeniyle bir eylemi, bir yaptırım tavrı olduğunu gören, bilen, duyan varsa lütfen tarihe kayıt olsun diye bile olsa açıklasın.
Kendisini, üyesini doğrudan ilgilendirmeyen bir konuda Türk-İş yönetimi yeterince duyarlı ve etkin olmamaktadır. Ama Türk-İş genel sekreterinin çıkıp da işveren ağzıyla konuşmasına hiç gerek yoktur. Bu duyarsızlığın da ötesinde biraz ayıp kaçmaktadır.
Niye bu kadar celalleniyoruz, edilen lafa bakın anlarsınız: açlık sınırı 588 YTL ama ülkenin gerçekleri ve ekonominin içinde bulunduğu şartlar var! Bu lafları 2008’de yapacağınız toplu sözleşmelerde size hatırlattıklarında bakalım renginiz ne olacak?
Bakın aynı kişi toplu sözleşme kararı alınmadan bir önceki toplantıda ne demiş: Asgari ücret en düşük memur maaşı olan 781 YTL olmalı, bu olmazsa 640 YTL olmalıdır.
Bunları söyleyen kişi üç gün sonra açlık sınırının altındaki bir ücreti uygun görmeyi ancak işveren ve hükümet ağzıyla savunabilmektedir. Ayrıca kendisini çok da sevinçlidir, çünkü karşı taraf 4+4 önermiş, Türk-İş’i olarak kendileri bunu bir puan artırmışlardır!
Karara bağlanan bu sonuç daha ilk toplantıda belli idi. Hükümet adına toplantıya giren sayın bakan, Hükümet programında yüzde 6 artış öngörüldüğünü, bunun biraz üzerine çıkabileceklerini zaten söylemişti. Tam da kendisinin söylediği gibi oldu. Türk-İş bir kez daha yapılan asgari ücret hesaplarında etkisiz eleman olarak kayıtlara geçmekle kaldı.
Asgari Ücret Komisyonu sağlıklı bir işleyişe kavuşturulmadan, asgari ücretin belirlenmesi bilimsel kriterlere dayandırılmadan ve temsilde, kararların alınmasında demokratik bir yapı sağlanmadan, grev hakkı üzerindeki yasaklar kaldırılmadan Türkiye’nin asgari ücret sorunu bitmeyecektir.
Türk-İş kalesi düştü muhabbetinin anlamsızlığı
Asgari ücret tartışmalar tam da Türk-İş genel kurulunun sonrasına denk geldiği için aynı dönemde sürmekte olan AKP, Türk-İş’i de ele geçirdi muhabbetiyle örtüştü.
Sırça köşklü, plazalı medyamızın “Kemalist” köşe yazarları işte Türk-İş artık AKP’nin denetiminde, asgari ücretteki 14 yıllık muhalefetine son verdi diye verip veriştirdi.
Bu türde
n yorumlara gülsek mi ağlasak mı karar vermekte zorlanıyoruz. Birincisi Türk-İş bu düzenin temel taşlarından biridir. Taktik gereği iktidarda kimin borusu bulunuyorsa ona eşlik eder, aynı notadan çalmaya özen gösterir. Hatırlatmak gerekirse Türk-İş siyasi terminolojide “oportünizm” olarak da tanımlanacak “partiler üstü politika” yapar.
Türk-İş’in özellikle tek partili dönemlerde iktidardan ayrı düştüğü çok nadir görülmüştür. O nadir görülen zamanlarda da mutlaka yönetimlerin denetiminden kaçan bir zemin bulunduğunu söylemek pek yanıltıcı olmaz.
Evet Türk-İş bir düzen kurumu olarak, günün hal ve şartları gereği hareket eder ve onun için temel sorun “rejim”in durumudur. Rejim tehlikede ise Türk-İş işçi sınıfı yerle bir edilse bile dinlemez, düzenin gereklerini yerine getirir.
Bugünkü AKP iktidarı “rejim” için bir tehdit midir? Bu soruya yanıt vermek için hafızaları bir zorlayın, olmadı üşenmeyin biraz eski gazete arşivlerini tarayın. 1950’li yılların DP iktidarında, 1960 yılların yarısından 1980’e kadar olan dönemde AP, MSP ve MHP’nin oluşturduğu koalisyon dönemlerinde yapılanları bir hatırlayın. AKP bunların yaptıkları yanında saf kalır.
Türk-İş yönetimindeki değişikliği “kale düştü” diye yorumlamak saf dilliktir, buna kanıt olarak asgari ücret kararına imza atmalarını göstermek ise olaylara yüzeysel bakmanın bir sonucudur.
Türk-İş’in bir önceki yönetimi yerinde kalsaydı da bir şey değişmeyecekti. AKP’nin iktidara geldiği günden itibaren Türk-İş yönetimi sahadan çekilmişti. Bazı uygulamalardan canı yanan sendikaların yaptığı bir iki sonuç getirmeyen eylemin dışında Türk-İş hiçbir somut adım atmamıştır. Atılmasını da AKP’nin arka bahçesiyle birlikte önlemiştir.
Özelleştirmeler sonucunda Türk-İş’in asıl olarak var olduğu kamu sektöründeki yaşam bağları tek tek kesilmiştir. Orman işletmelerindeki toplu geçiş, Türk-İş’in sesini soluğunu kesmiştir. Son olarak Çaykur işletmelerinde ve yerel yönetimlerdeki operasyon Türk-İş yönetiminin elini ayağını birbirine dolamıştır. Alışkın olmadıkları biçimde eriyen Türk-İş’in yöneticileri son çareyi iktidara daha yakın görünecek bir vitrin değişikliğinde görmüştür.
AKP’nin bir arka bahçeye daha ihtiyacı yoktur. Bu işlevi yeterince hatta çok da başarıyla yerine getiren bir yapı vardır. Bu yapı işlevsel ve etkili bir araç olarak çok etkin bir biçimde kullanılmaktadır.
AKP için önemli olan tozpembe çizilen tablolarda aykırılık yapılmamasıdır. Son Türk-İş genel kurulu bu sürecin daha da belirgin hale getirilmesini sağlayan bir yönetimin seçilmesine sahne olmuştur. Türk-İş tüm düzen kurumları gibi döneme uygun politikaları izlemeye devam edecektir.
Türk-İş’in hemen bütün yöneticileri uzun yıllar önce saflarından ayrıldıkları işçi sınıfıyla iş ilişkisinin dışında bir bağları kalmamıştır. Düzenle zıtlıkları, hele uzlaşmaz zıtlıkları törpülenmiş, karşılıklı bağımlılık üzerine kurulmuş bir iş ilişkisi kurulmuştur.
Rahatsız edici bile olsa olay bu açıklıktadır. Bu sözlerden alınacak bir takım sendikacılar mutlaka çıkacaktır. Ne demişler “istisnalar kaideyi bozmaz”!
Türk-İş, AKP gücünü koruduğu sürece iktidarla uyumlu olmaya, sorunlarını el altından çözmeye çalışacaktır. Türk-İş eğer sesini yükseltmeye başlamışsa bilin ki AKP iktidarının zemini zayıflamaya, güçler dengesi yerini değiştirmeye başlamıştır. Düzen açısından AKP’ye ve politikalarına gereksinim kalmamıştır.
İşte o zaman Türk-İş düzenin yerine oturması için gerekli olan görevini üstlenecek ve “muhalefet” yapacaktır. Yani geçmiş yılların tecrübesiyle “düşene” son tekmeyi vurmak için sıra bekleyecek ve sonra dönüp bunu işçi sınıfının gücü vs. gibi laflarla süsleyecektir.
Son söz, Türk-İş kalesi düştü gibi kendinden menkul görüş ve değerlendirmelerin bir anlamı ve değeri yoktur. Yalnızca düzenin gereklerine uygun ayarlaması yapılmıştır.