Birleşik Devletler Cumhuriyetçi ve Demokrat başkan adayları arasında iki tartışmaya sahne oluyor. Bu tartışmalara genellikle çağrıda bulunan ve soru soran kişiler olan gazeteciler adayları zor tercihler konusunda taahhütte bulunmaya itiyor. Bu “zor” tercihler sürekli, bazen kötü niyetle kurulan, medya tuzakları gibi kurgulanıyor. Bunun tipik bir örneği 14 Kasım’da Wolf Blitzer tarafından yönetilen, Demokrat Parti adayları […]
Birleşik Devletler Cumhuriyetçi ve Demokrat başkan adayları arasında iki tartışmaya sahne oluyor. Bu tartışmalara genellikle çağrıda bulunan ve soru soran kişiler olan gazeteciler adayları zor tercihler konusunda taahhütte bulunmaya itiyor. Bu “zor” tercihler sürekli, bazen kötü niyetle kurulan, medya tuzakları gibi kurgulanıyor.
Bunun tipik bir örneği 14 Kasım’da Wolf Blitzer tarafından yönetilen, Demokrat Parti adayları arasındaki tartışmada ortaya çıktı. Blitzer, “İnsan Hakları Amerikan ulusal güvenliğinden daha mı önemlidir” sorusunu ortaya attı. Açıktır ki, Blitzer’in duymak istediği, ulusal güvenliğin her şeyden önemli olduğunu savunan sözde yurtsever bir cevaptı. Richardson cesurca insan haklarını savundu. Fakat Dodd, Biden ve Clinton hep bir ağızdan ulusal güvenliğin kesinlikle saygı gösterilmesi gereken temel unsur olduğunu söylediler. Obama bu ikisinin tamamlayıcı olduğunu söylerken Kucinich ise diğerlerinin aksine cevap vermedi.
Hiç kimse bu sorunun iki bakımdan saçma olduğunu söylemedi. Her şeyden önce bu soru dış politikayı kapsıyor mu? Yoksa ABD iç politikasıyla ilgili olarak mı soruluyor? Blitzer ve adaylar bu sorunun dış politikaya ve şu sıralar ABD’nin Pakistan’daki politikasına yönelik sorulduğunu varsaydılar. Birileri tartışma zeminini iç politikaya kaydırmak istediyse de buna müsaade edilmedi.
Oysa bu soru şüphesiz ABD iç politikasına yönelikti. George W. Bush “ulusal güvenlik denen şey”in bunu gerektirdiğini ve her zaman ilk sırada geldiğini öne sürerek insan haklarını azımsamaya çalışmaktadır. Cumhuriyetçi politikacıların ve başkan adaylarının çoğu bu duruşu hevesle onaylamakta ve Demokrat politikacıların çoğu ve başkan adaylarının da zayıf veya gayri-vatansever görünme korkusuyla bu fikre katılmaktadırlar.
Fakat hiç kimsenin zikretmediği bir soru sorulabilir. Bir ülke neyi “korumaya” çalışır? Bu sorunun açıkça sorulduğu nadir zamanlarda verilen standart cevap, Birleşik Devletlerin sahip olduğu ve ulusal gurur kaynağı olduğunu iddia ettiği “özgürlüğü”(liberty) ya da “özgürlüğü”(freedom) ya da “insan haklarını” korumaya çalıştığıdır.
Özgürlüğü ve insan haklarını yine bu ikisini azaltarak korudukları gözden kaçan bir mantıksızlıktır. Tıpkı Wolf Blitzer’in kötü niyetli denmese de faydasızca bu soruyu sormasında olduğu gibi. Obama’nın bu ikisinin tamamlayıcı olduğu cevabı da anlamsızdır. Mantıksal olarak gerekli cevap ise hükümetin, medyanın ve halkın her zaman “koruması” gereken şeyin özgürlük ve insan hakları olması gerektiğidir. Korunacak başka bir şey yoktur. Korunmaya çalışılanın “hayat” olmadığı kesindir. Öyle olsaydı, neden “Bana ya özgürlük verin, ya ölüm” diyen Patrick Henry’yi Amerikan kültürünün bir kahramanı yaptık?
Eğer birisi bu soruyu dış politika sorusu gibi gösteriyorsa, bu da medyanınki kadar tuzaktır. Birleşik Devletler Pakistan’daki ya da başka bir ülkedeki insan haklarını gerçekten “koruyabilir” mi? Bu görünüşteki amaçlarla bazı faaliyetleri üstlenirse, sonuç olarak diğer ülkelerdeki insan hakları korunmuş olur mu?
Modern dünya-sistemin beş yüz yıllık tarihinin verdiği cevap bu tür müdahalelerin bazen olumlu sonuçları olduğu fakat daha sık olarak durumu orta vadeli durumdan daha da kötüleştirdiğidir. Irak müdahalesi hiç şüphesiz bu iptidai gözlemi onaylar niteliktedir. Modern dünya-sistemin jeopolitiği hakkında yapabileceğimiz en temel tarihsel gözlem büyük güçlerin kendi güçlerini ve orta vadeli çıkarlarını korumak dışında hiçbir amaç için hiçbir zaman müdahil faaliyetlere girişmediğidir. İnsan hakları hakkında olsun, ulusal güvenlik hakkında olsun kullandıkları retorik büyük oranda anlamsızdır ve gerçeği görmemizi engelleyen bir toz bulutu yaratır. Bizi gerçekler karşısında körleştirmeyi amaçlayan bu taktik ne yazık ki, çoğu kez kısa dönemde başarıya ulaşmıştır.
1 Aralık 2007
[Binghamton.edu adresindeki İngilizce orijinalinden Açalya Temel tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]