İşte bitti. Elliden fazla devlet ve örgütün katıldığı sözü çokça edilen Annapolis “toplantısı” görüşmelere başlamak konusunda geniş ve hiçbir bağlayıcılığı bulunmayan bir mutabakat ile sona erdi. Her zamanki gibi Bush yönetimi konferansın yüksek beklentilere hitap etmeyen ve en küçük sonucun bile büyük bir “başarı” olarak sunulabileceği bir zemin hazırlamıştı. ABD Başkanı George W. Bush yüksekten […]
İşte bitti. Elliden fazla devlet ve örgütün katıldığı sözü çokça edilen Annapolis “toplantısı” görüşmelere başlamak konusunda geniş ve hiçbir bağlayıcılığı bulunmayan bir mutabakat ile sona erdi. Her zamanki gibi Bush yönetimi konferansın yüksek beklentilere hitap etmeyen ve en küçük sonucun bile büyük bir “başarı” olarak sunulabileceği bir zemin hazırlamıştı. ABD Başkanı George W. Bush yüksekten uçmak yerine tıpkı gururlu bir baba ya da Roma Imparatoru edasıyla İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile Filistin Lideri Mahmut Abbas’ın törenle el sıkışmalarına hami olarak en iyi Bill Clinton taklidini yapmış bulunuyor. Eylül 1993’teki bahar havasını hatırlatmaktan ziyade, İsrail ve Filistin liderlerinin bu el sıkışma merasimleri Marx’ın deyişini tekrar hafızalara taşıyor: “Tarihte her şey iki defa gerçekleşir. İlkinde trajedi, ikinci tekrarda ise komediye dönüşür.” Gerçekten de Kasım ayının bu son haftası bir komedi yaşandı: konferans öyle sembolik ve iyi planlanmış bir zamanda gerçekleşti ki, Birleşmiş Milletler’in Filistin’in ayrılması oylamasının 60. yıldönümüne denk getirildi. Bush yönetimi bu konferansı planlarken gerçekten bu sembolik tarihi düşündüyse, Suudi Arabistan ve Suriye’nin üst kademelerde katılımını göz önüne alırsak sonuç olarak kısmen amaçlarına ulaştıkları söylenebilir. Ancak tüm bu sembollerin ve bunlara bağlı açıklamaların anlamsızlığı, tüm dünyada bu kavganın dürüstçe sonuçlanması adına görev yapan gözlemcilerin daha da fazla kuşkuya gömülmelerine neden oldu.
Bush’un “kutsal topraklara barış getirme” konusundaki konuşmalarına baktığımızda, İsrail-Filistin arasındaki çatışmayı sona erdirmek için altı yıldır anlamlı herhangi bir diplomatik hareket içine girmeyi reddetmesini görmezden gelmek imkânsız. Aksine İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un “demir yumruk” siyasetine arka çıkmayı yeğlediğini söyleyebiliriz. Söylediklerinin tersine, daha derin bir araştırma gösterecektir ki Bush yönetiminin meseleyi çözmek ve bir Filistin devleti kurmak yönünde ne bir siyasi isteği ne de amacı yoktur. Gerçekten de Başkan Bush müzakere “sürecine” başkanlık etmeyi bile istememektedir. Bu görev Condoleezza Rice’a kalmıştır.
Ulusal Güvenlik Danışmanı olduğu dönemde ve Dışişleri Bakanlığı’nın ilk iki yılında çatışmanın varlığını şiddetle reddetmiş olmasına rağmen Rice’ın geçen yılın sonlarında tekrar bu işe soyunmasının ardındaki neden İran’ın Ortadoğu’da artan etkinliğini engelleme çabasıdır. İran’ın güçlenmesini engelleme ihtiyacı, İsrail’in Lübnan ve Gazze’de 2006 yılında gerçekleştirdiği ve bununla birlikte Bush yönetimi ve Rice’ın deyişiyle “yeni Ortadoğu” hedefinin başarısızlığa uğramasıyla artmıştır. Irak Çalışma Grubu’nun 2006 yılının sonlarında yayınlanan raporu, ABD’nin İsrail-Filistin sürecine müdahalesine karşı olan neo-muhafazakarlara karşı Rice’a siyasi bir maske sunmuştu. Eski Başkan George H. W. Bush’un baş danışmanı, 1991 Madrid Barış Konferansı’nın mimarı Eski Dışişleri Bakanı James Baker tarafından kaleme alınan rapor, Washington’un Arap-İsrail barış sürecine tekrar müdahil olması gerektiğini söylüyordu. Rice’ın geç kalmış çabaları, Oslo Anlaşmalarının “Barış İçin Yol Haritası”nın “performans-temelli değerlendirmeleri”yle uyuşan diplomatik bir stratejidir. Bunun dışında, Rice açıkça seleflerinden öğrenmiştir ki tüm Amerikan Dışişleri Bakanları, toplumun gözünde bir şeylerin başarıldığı hissini yaratmak amacıyla Ortadoğu’da mekik diplomasisi yürütmek zorundadır.
Geçmiş yıllarda gerçekleştirdiği sayısız ziyarete karşın Rice’ın tek elle tutulur önerisi üstü kapalı ve boş sözlerle dolup taşmış olan bu çatışmanın lügatine “siyasi ufuk” terimini katmaktan başka bir şey olmamıştır. Yine de kendisi bu “ufkun” parametrelerini belirlemiş de değildir. Gerçekten de Rice Amerikan Yahudi lobisine Şubat ayında İsrail-Filistin görüşmelerinin başlamasından itibaren ABD’nin “siyasi ufuk” konusunda hiçbir öneride bulunmayacağının ve bunun İsrail’i zor duruma düşürmeyeceğinin garantisini vermişti.(1) Soruyu buradan yola çıkarak soracak olursak, Bush yönetimi başlattığı bu görüşmelerin başarıya ulaşması için ne yapacaktır? Bush yönetimi sonunu hazırladığına ve Amerikan seçim dönemi başladığına göre, cevabımız çok az şey yapacağı yönünde olacaktır.
Ciddi bir girişimin yokluğu ve yarım gönüllü çabalar ne İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in ne de yönetiminin gözünden kaçıyor olamaz. “Siyasi ufuk”tan bahsederken New York Times geçen günlerde İsrailli yetkililerin küçültücü bir deyim ortaya attığını bildirdi: “lecondel”… Yani Dışişleri Bakanı’nın isminden türetilmiş ve “sonuçsuz toplantılar düzenlemek” anlamına gelen bir sözcük… (2) Annapolis toplantısından sonra çıkan röportajlarda Olmert gazetecilere İsrail’in “acı dolu fedakarlıklarla bir zemin” yaratmaya hazır olduğunu bildirdi.(3) Aslında konferansın öncesindeki birkaç hafta, İsrail farklı bir rota tutturmuştu. Bir başka “tasfiyelerin dondurulması” vakasından bahsedilirken İsrail Kudüs’ten Eriha’ya Filistin’in el konan toprakları üzerinde Batı Şeria’yı bağımsız iki parçaya bölecek yeni bir yol yapılacağını bildirmişti. İsrailli yetkililer yolun Filistinlilerin yolculuğunu kolaylaştırmak amacıyla yapılacağını söylese de imar planları ve açıklamalar Filistin Yönetimi’yle görüşülmeden yapılmıştı. Bu kararın geri çevrilmesi için Filistin Yönetimi’nin Amerika’ya arabuluculuk teklifi tipik bir şekilde yanıtlanmıştı: Washington müzakerelerin geleceğini tehlikeye atacak girişimlerde bulunmamasını istiyordu. (4) Bir hafta kadar sonra İsrailli yetkililer Kudüs’teki El Aksa Camisi’ndeki kazı çalışmalarına yeniden başlayacaklarını açıkladılar. Olmert Kasım ayında 451 Filistinli tutuklunun salıverilmesi emrini verirken aslında Batı Şeria’ya yapılan saldırılarda son iki ayda çok daha fazla sayıda kişi tutuklanmıştı. Bunun ötesinde, İsrail Gazze’ye giren petrolün miktarını azaltmış ve Aralık başından itibaren enerji kesintisi ile tehdit etmektedir. Olmert’in “acı dolu fedakarlıklarla hazırladığı anlaşma zemini” gerçekten de Filistinlileri “fedakarlığa” zorlayacak “acı dolu” önlemler içeriyor.
Abbas’ın Annapolis’teki konuşması müzakerelerde sıkı bir tutum sergileyeceğinin sinyallerini veriyor. Yine de onu destekleyenler kendisinin taviz verebileceğini söylüyorlar. Bu, İsrail’in 1967’deki “Yeşil Hat” sınırlarına geri çekilmesi karşılığında Filistinli mültecilerin dönüş hakkından vazgeçmeyi de içeriyor.(5) İsrail yönetimi, Filistin liderliğini “Yahudi topluluğun devleti” ve Filistin’i de “Filistinli topluluğun devleti” olarak tanımaya zorluyor. Filistinli müzakereciler böylesi bir tanımlamanın, İsrail’deki Filistinlilerin durumunu karşılamayacağını söylüyorlar. Bu açıklamaları İsrail’in “demografik tehdit” konusunu ve küçük ama büyümekte olan “tek devlet” korosunu etkisiz hale getirme çabası olduğunu söylüyorlar.(6) Annapolis konferansı öncesi ve konferans süresince devam eden demeçlerine rağmen Abbas, hem ABD’ye hem de İsrail’e desteklerinden dolayı minnettar ve kendisi hiçbir etkili stratejiye sahip değil. Bu da ona, Washington’un yeni “sürecine” katılmaktan başka bir yol bırakmıyor. Seçilmemiş ve temsil gücü olmayan bir klik kendi adlarına müzakerelerde bulunur ama aslında şahsi çıkarlarını kollamak üzere görüşmeler yaparken, onları izlemek zorunda kalmak, Filistinlileri arzu edilemeyen bir duruma sokuyor. Hamas ve El Fetih’in Filist
in Yönetimi üzerinde uyguladığı tek yönlü ve uzağı göremeyen kontrol politikası da Filistin topraklarında yeni bir iç savaşın tohumlarını atıyor; ulusal bütünlük çabalarının altını kazıyor ve [yabancı] siyasete direnme gücünü azaltıyor.
Bazı iyimser gözlemciler Bush yönetiminin “barış süreci”ne yeniden eğilmesinin umut verici bir gelişme olduğunu düşünüyor. Açık müzakerelerin baskısının bu “acı dolu fedakarlıkları” güçlendireceği görüşündeler. Aralık ortasında gerçekleşecek olan görüşmelerin ilk raundu medyanın büyük ilgisini çekecek; bu çatışmanın tarihinin ve barış sürecinin defalarca gösterdiği üzere üçüncü, dördüncü ve beşinci rauntlarda Amerikalı siyasetçilerin, siyaset uzmanlarının ve basının ilgisi başka bir yöne çoktan kaymış olacak. Bu da Annapolis’in bir komediden ibaret olduğunun başka bir göstergesi.
Tarihsel olarak, başarılı diplomatik zirveler barış anlaşmalarıyla sona erer; “süreçler” ya da “görüşme çerçeveleri”yle değil. Bu, kıdemli hükümet görevlilerinin varlığına ve üst bir güç tarafından kolaylaştırılmış görüşmeler sonucu oluşturulmuş denge ve karşılıklı güvene bağlıdır. Bu, gelecekte etkin olacağı sözünü veren boş ve tembel bir başkanla çektirilen bir fotoğraftan çok öte bir şeydir. İsrail-Filistin sorununun çözüm yolu 40 yıldan fazladır biliniyor. Bir başka 14 aylık görüşme süreci barışla sonuçlanmamak bir yana barışa engel olacaktır. Hatta var olan BM çözümlerine ve uluslararası hukuka dayanan Arap Ligası Barış İnisiyatifi, İsrail’e geçen beş yıl içinde iki defa sunulmuş ve her ikisinde de reddedilmişti. Buna ek olarak BM, Dünya Bankası ve sayısız üniversite, düşünce kuruluşları ve sivil toplum örgütleri tarafından değişik düzeylerde sadece barışçı bir çözüm için değil, siyasi, ekonomik bir aradalık ve işbirliği için sayısız çalışma yürütülmekte. Şu anda ihtiyacımız olan bir başka müzakere “süreci” değil, ABD ve İsrail’in var olan uzlaşıları kurma yönünde siyasi irade göstermesidir. Bundan daha az bir irade, işgali kuvvetlendirmek ve kurumsallaştırmaktan; Filistinlilerle Arap devletlerinden başka tavizler almaktan öte bir işe yaramayacaktır.
Elbette ki bu “sürecin” gerçek hedefi budur, İsrail’in iki eski devlet başkanının, Izak Şamir ve Ariel Şaron’un stratejilerinin bir bileşimini yaratmak… Görevini bıraktıktan sonra Şamir, 1991 Madrid Barış Konferansı’na katılmaya nasıl razı olduğunu açıklamıştı: İsrail Filistinlilerle müzakerelere girişmiş olsa bile “on yıl boyunca özerklik konuşmaları ile idare ettim ve bu süreçte Judea ve Samara’da yarım milyon nüfusa ulaştık.”(7) Şaron’un stratejisini en iyi özetleyen de onun danışmanı Dov Weissglas olmuştu. 2004 yılında Gazze’yi parçalama planının “Filistinlilerle herhangi bir siyasi sürece girilmemesi için formaldehit miktarını yeterince artıracak” bir plan olduğunu açıklıyordu. Bu sadece “bir Filistin devletinin kurulmasını engellemekle” kalmayacak aynı zamanda “mülteciler, sınırlar ve Kudüs” konularında bir tartışmanın da önüne geçilmesini sağlayacaktı. (8) Bu yeni “barış sürecini” başlatmakla Bush yönetimi İsrail’in Filistin topraklarında süregiden işgalini beslemeye devam ediyor; mevzide başka olgular ortaya çıkaracak gerekli zamanı kollayarak ve Filistinlilerin yaşanabilir, bağımsız bir devlet isteklerini boğmak için gerekli zamanı yaratarak… Eğer bunda başarılı olurlarsa Washington ve Tel Aviv, ABD yardımları ile Başkan ya da Başbakan ünvanı karşılığında bu gölge oyununa destek verecek bir Filistin yönetimine ihtiyaç duyacaktır. Abbas ve onun atanmış Başbakanı Salam Fayyad bu rol için biçilmiş kaftan ve ABD ile İsrail’den Hamas ve Fetih’in diğer üyeleri dahil olmak üzere içerdeki rakiplerine karşı konumunu korumak için gerekli siyasi, ekonomik ve askeri yardımları alma süreci içerisinde.
Tüm eski “barış süreçleri”nde olduğu gibi yeni barış süreci de 2008’de bir Filistin devletini kurulmasıyla sona ermeyecek. Abbas ve arkadaşlarının ABD’yi kurtuluş yolu olarak benimsediği strateji başarısız olmaya mahkûmdur. Diasporadaki Filistinliler ve Filistin içindekiler bunun yerine ne konması gerektiğine karar vermeliler. Yıllardır süren mücadeleler ABD destekli eşkıyalık kanunu ve sonsuz hapsedilme ile mi sonlanacak yoksa ulusal hareketi yeniden ele alıp canlandırma zamanı mıdır? Ancak tüm Filistinlileri temsil eden bir örgütlenme çağrısı ve yapılanması geleceğimizi belirleyebilir ve belirlemelidir. Bunun başka yolu yoktur.
Notlar
[1] Nathan Guttman, “Rice Briefs Jewish Groups as Palestinians Make Deal Says US
Wants To Create ‘Political Horizon,’ But Won’t Pressure Israel,” Forward, 9 Şubat
2007.
[2] Steven Erlanger, “Diplomatic Memo: US and Israel Play Down Hopes for Peace
Talks,” The New York Times, 12 Kasım 2007.
[3] Robert Siegal, “Interview with Ehud Olmert: Israel is Prepared for a
Compromise,” All Things Considered, National Public Radio, 27 Kasım 2007.
[4] “Briefing En Route Tel Aviv, Israel,” US Department of State, 14 Ekim2007
(http://www.state.gov/secretary/rm/2007/10/93533.htm)
[5] Khaled Abu Toameh, Khaled, “Nusseibeh: Right of Return for Withdrawal to ’67
Borders,” The Jerusalem Post, 28 Ekim 2007.
[6] Khaled Amayreh, “A Putative Peace,” Al-Ahram, 4-10 Ekim 2007.
[7] Joseph Harif, “Interview with Yizakh Shamir,” Ma’ariv, 26 Haziran 1992; Avi
Shlaim, “Prelude to the Accord: Likud, Labor, and the Palestinians,” Journal of
Palestine Studies, p 23 (1994).
[8] Avi Shavit, “The Big Freeze,” Haaretz, 8 Ekim 2004
29 Kasım 2007
[Electronic Intifada’daki İngilizce orijinalinden Melike Işık tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]