Mustafa Sönmez sendika.org’da yayınlanan yazısı, başarılı bir dekonstraksiyona tabi tuttuğu AB İlerleme Raporunun şizofrenik içeriğini gözler önüne seriyor. Yanlız, AB’nin bu şizofrenik dilinin arkasında yatan nedenlere inmek ve onun söylemini çatallaştıran kişilik bozukluğu üzerinde de kısaca durmak gerekir. AB doğuştan çok kişilikli ve -şu anda 27 üyesi olan- çok parçalı bir yapı olduğu halde bu […]
Mustafa Sönmez sendika.org’da yayınlanan yazısı, başarılı bir dekonstraksiyona tabi tuttuğu AB İlerleme Raporunun şizofrenik içeriğini gözler önüne seriyor. Yanlız, AB’nin bu şizofrenik dilinin arkasında yatan nedenlere inmek ve onun söylemini çatallaştıran kişilik bozukluğu üzerinde de kısaca durmak gerekir.
AB doğuştan çok kişilikli ve -şu anda 27 üyesi olan- çok parçalı bir yapı olduğu halde bu tür metinlerin içeriğine hakim olan az sayıda (iki veya üç) çelişen eğilimin belirlenebilmesi dikkate değer. Bu fenomen, sınıf temelli analizlerin geçerliliğini göstermesi açısından önemli. Bize göre raporun iki dilliliği ulusötesi toplumsal mücadelelerin AB birleşme ve genişleme süreci üzerine bir yansıması olarak görülebilir. Bu nedenle Sönmez’in ortaya koyduğu analize iki dillilik fenomenini ortaya çıkaran maddi süreçler ve güç dengeleri başlamında kısa bir katkı yapmak istiyorum.
Metinde Sönmez’in saptadığı birinci eğilim raporun IMF ve DB reçetelerine tam uyum, ‘dezenflasyonist’ politikalar, özelleştirmeler, deregülasyonlar, yatırım ortamının dış sermaye için en uygun hale getirilmesi vb. gibi küresel ekonomik normlara itaati salık veren kısımlarının altını çiziyor. Açıkça küreselci ulusötesi seramyenin normlarına vurgu yapan bu dil, AB komisyonuna hakim olan sözcüler tarafından oluşturlan metinlerde ilk elden yer alıyor. Bunlar aynı dayatmayı hem üye ülkelere hem de aday ülkelere yapıyorlar. Temelde AB’nin tartışmalı anayasasına damgasını vuran eğilimin de bu eğilim olduğu biliniyor. Bu dili savunan ‘Avrupalılar’ genelde İngiliz, ABD ve Japonya merkezli ulusötesi şirketler ile (ve dolayısıyla anılan bu ülke hükümetleri ile) ortak platformda buluşuyorlar, ortaklıkları ve birleşmeleri var. Dolayısı ile aynı ‘dili’ konuşuyorlar.
Fakat ululsötesi sermayenin kendi içinde -küresel düzeyde yaşanan mücadele- diğer bölgesel birleşmelerde olduğu gibi AB ve onun genişleme süreci üzerinde de belirleyici. Buna ek olarak aynı şeyi ulusal düzeylerde düşünmeye alıştığımız sınıf mücadeleleri için de söyleyabiliriz. Yani artık küresel, bölgesel, ve ulusal (hatta yerel) anlamda sınıf içi veya sınıflar arası mücadelelerin birbirinden ayrı düşünmemek gerekiyor. Tekrar rapora dönecek olursak, Sönmez’in ikincil olarak saptadığı: isteksiz, daha çok politik şartlara atıf yapan, özgürlükleri ve reformları yetersiz bulan, gidişi beğenmeyen, ve bu şeklide de, Türkiye’deki ve AB içindeki AB karşıtı -en azından genişleme karşıtı- tepkiyi üretmeyi hedefleyen eğilim, AB Komisyonuna hakim olan küreselci ulusötesi grubun neoliberal söylemi ile yer yer çelişen, korumacı ve genişlemeye karşı bir ton taşıyor. Bu dil daha çok ‘bölgeselci ulusötesi sermaye’ diyebileceğimiz grupların sözcülüğünü yapan unsurlar tarafından metinlere eklektik şekilde sokuluyor. Kapalı kapılar arkasında yapılan müzakereler sonucu -bir nevi sınıf içi uzlaşı olarak düşünülebilecek- bir dengeye ulaşılması ile ilan edilen metinler bu halleri ile kaçınılmaz olarak şizofrenik bir hal alıyor.
Sözün kısası, AB’nin çatal dilli raporlarını bütünsel bir kişiği olmasına rağmen işine geldiği için şizofrenik davranan birinin yazıları gibi değil de; kişiliği doğuştan parçalı olan ve çatışan farklı kişilikleri nedeni ile dengesiz hareketlerini kontrol edemeyen birinin yazdığı şeyler olarak algılamak daha uygun olur.