Telekom diye başlamadan önce sanırım PTT diye başlamak daha yerinde olur. Telekom, 12 Eylül faşizminin ekonomiye ait politikasının duraklarından biridir. Şöyle ki PTT’den kopartılmış bir T ile parçalanma ya da örgütsüzleştirmenin tohumu bu noktada ekilmişti. Faşizmin klasik olarak böl- parçala-yönet taktiği haberleşme iş kolunda sendikasızlaştırma ve işten atma gibi, çalışanlar açısından elzem öneme sahip bir […]
Telekom diye başlamadan önce sanırım PTT diye başlamak daha yerinde olur. Telekom, 12 Eylül faşizminin ekonomiye ait politikasının duraklarından biridir. Şöyle ki PTT’den kopartılmış bir T ile parçalanma ya da örgütsüzleştirmenin tohumu bu noktada ekilmişti. Faşizmin klasik olarak böl- parçala-yönet taktiği haberleşme iş kolunda sendikasızlaştırma ve işten atma gibi, çalışanlar açısından elzem öneme sahip bir sorunla böylece yüz yüze getirildi. Yoksa sendikasızlaştırma salt şu anki Telekom grevinin başarı ya da başarısızlığına bağlı bir olay değil elbet. Tam aksine 27 yıldır uygulanan baskı, işkence, örgütsüzleştirme, yoksullaştırma, kimliksizleştirme politikalarının tipik bir göstergesi.
Pek tabii ki haberleşme ve iletişim, bir ülkenin ulusal stratejik çıkarları ve onuru açısından çok önemlidir. Dikçe, “Telekom ulusal onurdur, asla sattırmayız” söylemi bunun içindi. Ama buna rağmen satıldı. Büyük laf söylerken ya ayağımızı berkçe yere basamayıp düştük; ya da gücümüzün, örgütlülüğümüzün hesabını iyi yapamadık. Emperyalizm çağında sermayenin sağı solu olmadığı gibi ülkesi de olmaz. Sermayenin yer, bugün, içinde insan gücü de olmak üzere, bütün doğal kaynaklarıyla dünyanın kendisidir. Sermaye ağzını açtığında bütün sınır çizgileri onun için silinir; Yuvarlak yer küreyi de bir lokmada yutmak ister.
Bu nedenle biz PTT’den bir T’nin sökülüp “Telekom” diye götürüldüğünde zaten çalışanlar ve ulusal çıkar açısından önemli bir avantajı yitirmemiş miydik? Sahi aynı süreçte 12 Eylül’ün her türlü karanlık perdesini aralamaya çalışırken evlerde, sokaklarda devrimciler çatır çatır kurşunlanırken, bunun yeni ölüm sessizliklerinin, sinmişliğin, özelleştirme denilen yağma ve talanın, işçi kıyımlarının, sendikasızlaştırmaların önünün engelsiz açıldığı anlamına geldiğini duyumsamış mıydık?
Az buz değil, bugün Türkiye’nin dört bir köşesinde, kıyısında bucağında; yani 81 ilde 25 bin haberleşme iş kolu emekçisinin 37.günü geride bırakmış olan grevi var. Telekom grevi, grevde olan nokta ve greve katılan işçi sayısı bakımından 12 Eylül’den bu yana Türkiye’deki en büyük grevlerden biri niteliğinde. Ancak günlük hayata baktığımızda etkisi aman aman (telefon nakilleri, yeni telefon bağlanımı vb. gibi haller dışında) hissedilmeyen bir grev olarak devam ediyor.
Her eylem kendi karşıtını da harekete geçirir. Grevle birlikte sermaye düzeni “sabotaj yapılıyor” diyerek karalama kampanyası başlattı. Sermayenin patronluk yaptığı medya da çalışanların içinde bulunduğu gerçekleri haber yapmak yerine patronların “sabotaj” haberlerini öne çıkararak, grevciler ile kamuoyu arasına mesafe koyma rolünü üstlendi. Oger grev kırıcılığı zorbalığını tüm gücüyle işletiyor.
Tüm bu dış güçler diyebileceğimiz nedenler bir yana asıl olarak Telekom çalışanları greve ayak bastıklarında üretimden gelen güçlerini bütün varlığıyla dışarı yansıtacak araçlardan bir bakıma yoksun bırakılmışlardı.
Grev sürüyor ama 25 bin grevcinin dışında, yaklaşık 11 bin Telekom çalışanı iş başında. Önce haberleşme kuruluşu PTT’den kopartılmış bir T var. Sonra normal devam eden memur statüsüne bir de sözleşmeli memur statüsü ekleniyor. En son aşamada 2005 yılında Telekom, Oger firmasına satılıyor. Bu aşamada sözleşmeli ya da sözleşmesiz devlet memurluğu statüsü de sona ermiş oluyor. Ortaya “kapsam dışı”, “kapsam içi” şeklinde bir çalışan ayrışması çıkarılıyor. Devlet, Telekom’u satarken’ işten atılacağız’ endişesi taşıyan memurları 5 yıllığına iş güvencesi bakımından koruma altına alıyor. Bunun yanında Oger, isteyen memurun toplu sözleşme kapsamına gireceğini, istemeyenin bu kapsamın dışında kalacağı seçeneğini sunuyor. Kapsam dışı ve kapsam içi çalışan statüsü de burada başlıyor. Yani patron sendikalı ya da sendikasız çalışan diye iki seçenek sunuyor ve sendikasız olanlara “sizin koşullarınızı ben belirlerim”, “sendikalı olanların koşulları da sendikayla belirlenir” şeklinde bir ikilik yaratıyor.
Bir başka gerçek de Telekom’un satışı ile birlikte memur sendikası olan Haber-Sen’in işkolunda örgütlenme yetkisinin ortadan kalkmış olmasıdır. Oysa Haber- Sen’in ortaya çıkış süreci PTT’deki özelleştirme politikalarının başladığı döneme denk düşmektedir. İlerici devrimci memurlar işten atılma ve sürgünleri göze alarak 1989 yılında ilk olarak PTT-ÇAYAD’ı (PTT Çalışanları Yardımlaşma Derneği) kurmuşlardı. Amaç sendikalaşmak için zemin yaratmaktı. Yıllar süren eylemler ve İLO sözleşmelerine dayanarak sürdürdükleri yasal çalışmaları sonucu memur sendikaları birer birer kurularak meşru zemine oturdular. Haber-Sen’de bunlardan biriydi. Diğer bir çok memur sendikalarının kuruluşunda olduğu gibi Haber-Sen’in kuruluş çalışmalarında yer alan memurlar da çeşitli bedeller ödediler. İşten atıldılar, sürgüne gönderildiler, mevki-koltuk teklifleriyle sendikacılıktan vazgeçirilmeye zorlandılar. Şimdiki grev çadırının olduğu Gayrettepe Telekom Müdürlüğü’nün önü 1989 yılında işten atılan bir memurunun, işe alınmak için tek başına günlerce sürdürdüğü açlık grevi eylemine de tanıktır.
PTT’yi bölme, sonra kendi içinde yavaş yavaş parçalama eritme ve Oger’e satış. İlerici devrimci memurların kurduğu Haber-Sen’in memur sendikası olarak çalışma yetkisinin düşmesi greve çıkan çalışan kitlesinin gücünü etkili kılmayı olumsuz konuma sokmuştur. İlerici demokrat memurlar ikili, üçlü personel statüsünden dolayı grevi omuzlayanların dışında kalmışlardır. Çalışanların on yıllardır yaşadığı böylesine sancılı, belirsizliklerle dolu bir süreçle iç içe yaşıyor olmalarının yanında, grevin resmi bir tarafı olan Haber-İş Genel Başkanı’nın “Ülkemiz böyle bir durumda iken aslında grevde olmak bizi üzüyor” türünden açıklaması, grevin geleceği açısından bir talihsizlik olarak yorumlanmalıdır.
Bütün bu grevin arka planındaki tabloya karşın, grevi başarıya ulaştırmak ülkemizdeki bütün çalışanların, aydınların, demokratların, sendikalar dahil tüm demokratik kitle örgütlerinin önemli bir sorumluluğudur. Çünkü biliyoruz ki bir yerde kopan bir halka ya da zayıflayan bir bağcık bütün emekçilerin tutunduğu dalı olumsuz etkilemektedir. “Zararın neresinden dönülse kârdır” demenin bir sakıncası yoktur. Sendikasızlaştırma on yıllar öncesinden başlamış ve işveren bunda önemli başarılar kazanmıştı. Şimdi son darbeyi vurmak için elini ovuşturmakta. Grev, hem ülkemiz çalışanları, hatta dünya çalışanları açısından önemli bir dönemeç. Sermayenin küresel saldırıları karşısında başka türlü düşünmek rotayı şaşırmak olur. Bunun için Telekom grevinin başarısı salt Telekom çalışanlarının değil, tüm çalışanların başarısı olacaktır. Dün Telekom’un satışı öncesinde söylediklerimizi bugün grevimiz için, ama ayaklarımızı sağlam basarak gücümüzü işleterek sahip çıkmalıyız. Her ne kadar T.Haber-İş Başkanı Ali Akcan’ı “ülkemizin böyle gününde grevde olmak üzüyorsa da”, biz çalışanların içinde bulunduğu berbat koşullara karşı önemli bir başarı kazanma fırsatı sunuyor olmasını sevinçle karşılayabilmeliyiz. Sendika başkanının “tuzu kuru” olmalı ki, çalışanların çıkarlarını değil de başka şeyleri dert etmiş görünüyor!