4 Kasım 2008’de Birleşik Devletler, başkanını, temsilciler meclisini ve senatosunun üçte birini yeniden seçecek. Irak ise görmezden gelinmeye çalışılan büyük bir gerçek. Herkes bu gerçeğin farkında. Seçimlerin sonucunu etkileyecek en önemli etmen olduğu herkes tarafından biliniyor. Yine hiç kimse, seçimleri kazanma yolunda bunun nasıl üstesinden gelineceği konusunda emin değil. Çoğu siyasetçi evvela yeniden seçilecekleri konusunda, […]
4 Kasım 2008’de Birleşik Devletler, başkanını, temsilciler meclisini ve senatosunun üçte birini yeniden seçecek. Irak ise görmezden gelinmeye çalışılan büyük bir gerçek. Herkes bu gerçeğin farkında. Seçimlerin sonucunu etkileyecek en önemli etmen olduğu herkes tarafından biliniyor. Yine hiç kimse, seçimleri kazanma yolunda bunun nasıl üstesinden gelineceği konusunda emin değil.
Çoğu siyasetçi evvela yeniden seçilecekleri konusunda, ikinci olarak partilerinin oyların çoğunluğunu alıp alamayacağı konusunda ve nihayet üçüncü olarak ideolojik konularda endişeli. Bunlardan yalnızca çok küçük bir kısmı ideolojik sorunları ilk sıraya koyuyor. Başkanlığa aday olacak belli isimlerin ve Kongre’de adaylığını koyacak kişilerin çoğu normalde kendilerine oy veren seçmenden en az oy kaybedecekleri ve mümkün mertebe “ortada”ki seçmeni en çok kendilerine çekebilecekleri yerden adaylıklarını koymak için hesaplar yapıyorlar. Bir analistin de öngördüğü gibi, kararlar kolay verilmez, hele ortada böyle bir risk hesabı varsa…
Muhtemel başkan adaylarını gözden geçirmekle işe başlayalım. Genel inanışa göre Irak Savaşı, Demokrat aday her kim olursa olsun oyunu yükseltecek. Sabit oylar da bunu destekleyecek. Potansiyel bir aday bundan ne sonuç çıkartabilir? Belli başlı Cumhuriyetçi adayların hepsi bundan sonuç olarak, sözde tabandan gelen son sadık oylardan da olmamak için, şahin olarak anılmaktan kurtulamayacaklarını çıkartıyorlar. Hepsi bundan Bush’la arayı açmaları gerektiği sonucunu da çıkardılar. Onu yanlış konumda olmakla değilse bile uygulamadaki ehliyetsizlikle suçluyorlar. Bunlar, Demokrat adayları “yurtsever olmamakla” suçlamak için bunların, işlerine yarayacak bir şeyler söylemesini ya da yapmasını ve “ortadaki” oyları böylece geri kazanmayı umuyorlar. “Düşman”a karşı yaygın öfkeyi alevlendirecek dramatik bir olay olmasını ve böylelikle hoşnutsuzları ve bağımsızları Cumhuriyetçi kampa geri kazandırmayı istiyorlar. Senatör Chuck Hagel, bizzat hoşnutsuz bir Cumhuriyetçi olarak “Cumhuriyetçi Parti’nin dehşet ve terörizm olmak üzere iki konuda seçimi kazandığını ve bunu tekrarlamaya çalışacağını” söyledi.
Belli başlı demokrat adayların da az çok aynı analizi yaptıkları çok açık. Tabanı yatıştırmak için savaş konusunda güvercin ağzıyla konuşmakla beraber “vatan haini” diye kirletilecek kadar da ileri gitmiyorlar ki hoşnutsuz cumhuriyetçileri ve bağımsızları elden kaçırmasınlar. Demokrat bir başkanın ve kongrenin seçilmesinin kendilerinin lehine değil aleyhine olacağını hissederek tedbirli duruyorlar. Her halükarda, hiçbir yasayı geçirecek güçte olmadıkları düşünülürse, pek çoğuna Kongre’de daha güçlü bir tutum izlemeleri anlamsız görünüyor. Senato’da yasa taslağını kabul ettirecek 60 oya dahi sahip değiller ve tabii başkanlık vetosunu geçersiz kılacak 67 oya da sahip değiller. Demokrat adaylar arasındaki son tartışmada adaylardan hiçbiri, 2013’te askerlerin toplu halde Irak’tan çekileceği taahhütünde bulunamadı. Bu ihtiyatlı tutum daha militan olan tabanı kızdırıyor. Yine de bugüne kadar daha militan olan seçmenlerdeki savaş karşıtı duyarlılığın Demokrat başkan adayı için ciddi bir kayba yol açacağına dair bir gösterge yok.
Asıl konu kongre seçimleri. 2006’da Demokrat stratejistler, ne kadar “ılımlı” demokrat olunursa yerel zaferin o kadar yakın olduğunu düşünenler ve aksini; yani ideolojik olarak gözüpek bir adayın seçmenleri toparlayacağını düşünenler olarak ikiye bölünmüştü. 2006’daki sonuçlar iki argümanın da her bölgede doğru olmadığını gösteriyor.Yani bu taktiksel tartışma devam edecek gibi görünüyor.
İki partili seçimlerde (veya çok partili), önemli taktiksel sorun “merkezde” olmanın mı “radikal” olmanın mı daha etkin olacağı sorusudur. Esas soru, “merkez”de olmaktan ne kastedildiği. Birleşik Devletler’de son yirmi beş yılda Cumhuriyetçiler “merkez” tanımını her geçen gün daha fazla sağa çektiler. 2006’da bu eğilim biraz geriye döndü. Karar verilemeyen, günümüzden 2008’e kadar “merkez” olarak tanımlananın daha da sola kayıp kaymayacağıdır. Bu, retoriğin ve de “beklenmeyen” politik olayların anahtar rol oynadığı bir noktadır. Bir bakıma bu, Cheney’e karşı MoveOn’un (Demokrat Adaylara destek vermiş bir hareket; -ç.n.) yakın mesafe retorik savaşı demek oluyor.
MoveOn üstün gelirse, Demokrat Başkan adayının kampanyasında ne kadar “merkezci” bir çizgide olduğunu ileri sürmesinin bir önemi kalmaz. Seçim sonuçları, seçim sonrası politik duruşu büyük ölçüde etkileyecek. Ne var ki, Cheney bu retorikte üstün gelirse bu bir Demokrat’ı başkan olmaktan alıkoymayabilir, fakat başkanın Irak’tan çabucak çekilmesini hayli zorlaştırır.
1 Ekim 2007
[Binghamton.edu adresindeki İngilizce orijinalinden Açalya Temel tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]