“Öğrenmek lazımdır, en çok da öğretenlerin öğrenmesi lazımdır. Ama öğrenmesi en az isteyenler de onlardır.” L. Trotsky Eğitim Sen açısından bakıldığında yıllardır savunduğumuz grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı pek çok söylemimizde olduğu gibi içini dolduramadığımız bir talep olmuştur. “Nasıl bir grev ve toplu sözleşme” sorusu izaha muhtaçtır. Bu soruyu pek çok kadromuza sorduğunuzda “işçilerinki gibi” cevabını […]
“Öğrenmek lazımdır, en çok da
öğretenlerin öğrenmesi lazımdır.
Ama öğrenmesi en az isteyenler de
onlardır.”
L. Trotsky
Eğitim Sen açısından bakıldığında yıllardır savunduğumuz grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı pek çok söylemimizde olduğu gibi içini dolduramadığımız bir talep olmuştur. “Nasıl bir grev ve toplu sözleşme” sorusu izaha muhtaçtır. Bu soruyu pek çok kadromuza sorduğunuzda “işçilerinki gibi” cevabını alırsınız. Öyleyse işçilerinki nasıl bir grev ve toplu sözleşmedir; kısaca anlatmaya çalışalım. 2821 Sayılı Sendikalar ve 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu incelenirse işçilere “verilen” grev ve toplusözleşme hakkının özelliklede grev hakkının ciddi bir uygulanabilirlik sorunu vardır. Bu yasalar ILO tarafından defalarca da belirtildiği gibi uluslararası normlara uygun değildir. Bu nedenle “işçilerinki gibi” bir grev ve toplu sözleşme hakkımız olursa olabilecekler hakkında kısaca bilgi verelim.
1. Yetkiyi alan toplu sözleşmeyi imzalar
Yasadaki bu ilkeye göre o hizmet kolunda en çok üyeyi kaydeden sendika toplu sözleşme masasına oturur ancak toplu sözleşmeyi tüm çalışanlar adına değil aidat ödeyen üyeleri adına imzalar. “Kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde onunun (tarım ve ormancılık, avcılık ve balıkçılık işkolu hariç) üyesi bulunduğu işçi sendikası, toplu iş sözleşmesinin kapsamına girecek işyeri veya işyerlerinin her birinde çalışan işçilerin yarıdan fazlasının kendi üyesi bulunması halinde bu işyeri veya işyerleri için toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkilidir. İşletme sözleşmeleri için işyerleri bir bütün olarak nazara alınır ve yarıdan fazla çoğunluk buna göre hesaplanır.”1 Her ne kadar toplu sözleşme hükümleri “Teşmil” yoluyla Çalışma Bakanlığı, işverenlerinde onayını alarak diğer çalışanlara doğrudan veya “revize” ederek uygulayabilirse de bu sık görülen bir durum olmadığı gibi diğer sendikaların üyeleri işverenlerin insafına terkedilmiş olurlar.
Bu durumda yetkili sendikanın dışındaki sendikaların üyeleri bu toplu sözleşme haklarından yararlanabilmek için kendi sendikalarına ödedikleri aidattan başka birde toplusözleşme imzalayan sendikaya “dayanışma” aidatı ödemek zorunda kalacaklardır. (Kendi sendikalarına ödedikleri aidatın 2/3 ü oranında). Bu durumda yetkiyi alamayan sendikanın çok sayıda üyesinin “toplu sözleşme imzalamayan sendikaya niye aidat ödeyeyim” diyerek istifa edeceği açıktır. Böylece konfederasyonumuzun tek yetkili olduğu hizmet kolu olan “Kültür sanat hizmetleri” kolu dışında (bu alan en az çalışanın bulunduğu hizmet koludur) toplu sözleşme masasına oturamayacağı da açıktır. Sendika olduğunu iddia eden Türkiye Kamu Sen adlı yapının daha 10 sene önce bu yasanın grevsiz toplu sözleşmesiz çıkması için gösterdiği çaba ortadayken bu gün grev ve toplu sözleşmenin erdemleri hakkında laflar etmeleri boşuna değildir.
Bu durumda Eğitim Sen bağlamında çok sayıda istifayla karşılaşacağımız gibi ne kadar sendika olduğu tartışmalı gerici bir örgütlenmeye dayanışma aidatı ödemek zorunda kalacağız. Ancak toplu sözleşme masasına oturmakta eğer çalışanları memnun etmeyen, ciddi anlamda rahatsızlığa sokan sözleşmeler imzalanırsa sözleşmeyi imzalayanlar açısından sorun oluşturabilir. Bu sendikaların üye tabanın daha iyi toplu sözleşme imzalayabilecek kararlılığa sahip sendikalara kaymasına da neden olabilir.
2. Grev hakkı meselesi;
Uzun teorik, ideolojik tartışmalara ve grev hakkının tarihsel kökenlerine girmeden bu hakkın ülkemizdeki kullanımına değinelim çünkü diğeri çok uzun ve ayrıntılı başka bir yazının konusudur. İşçilerinki gibi bir grev hakkı nasıl bir şeymiş onu inceleyelim.
2.1.Anayasa’da Grev Hakkı Ya da bir Grev Bariyeri Olarak 54. Madde
1982 Anayasası Grevi, Grev Hakkı ve Lokavt başlıklı 54 maddeyle düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “Grev” bir “hak” iken lokavt istisnai bir durummuş gibi gözükmektedir. Oysa gerek aynı maddede gerekse 2822 sayılı kanunda grev hakkıyla ilgili bir sürü kısıtlama konurken bir hak olmayan lokavt’a yönelik kısıtlamalar yok denecek kadar azdır. Grev hakkı anayasada sadece bir cümleyle “Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptirler” şeklinde tanımlanırken, bu hakkı kısıtlamaya hatta o hakkın kullanımını fiilen ortadan kaldırmaya yönelik hükümler hakkın kendisinden çok daha fazla yer almaktadır. “Bu hakkın kullanılmasının ve işverenin lokavta başvurmasının usul ve şartları ile kapsam ve istisnaları kanunla düzenlenir.” “Grev hakkı ve lokavt iyi niyet kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve millî serveti tahrip edecek şekilde kullanılamaz.” “Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddî zarardan sendika sorumludur.” “Grev ve lokavtın yasaklanabileceği veya ertelenebileceği haller ve işyerleri kanunla düzenlenir.” “Grev ve lokavtın yasaklandığı hallerde veya ertelendiği durumlarda ertelemenin sonunda, uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulunca çözülür. Uyuşmazlığın her safhasında taraflar da anlaşarak Yüksek Hakem Kuruluna başvurabilir. Yüksek Hakem Kurulunun kararları kesindir ve toplu iş sözleşmesi hükmündedir.” “Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz.” “Greve katılmayanların işyerinde çalışmaları, greve katılanlar tarafından hiçbir şekilde engellenemez.”
Görüldüğü gibi Anayasanın grev hakkını düzenleyen bu maddesinde grev hakkıyla ilgili sadece “bir” hüküm varken grev hakkını şarta bağlayan ve yasaklayan “yedi” adet hüküm vardır. Tartışmalı yeni anayasa taslağında lokavt, madde başlığında anılmamış istisnai bir durum olarak yasayla düzenlenmesine karar verilmiştir; ancak grev hakkının kullanımına yönelik kısıtlayıcı hükümlerin sayısı ikiye düşse de hala devam etmektedir. Anayasayla siyasi amaçlı, dayanışma amaçlı, yapılamayan, ertelenebilen, greve katılmayanların çalışabildiği, üstelik sonunda greve gidenlerin rahatça işten atılabildiği, uygulanamaz hale getirilmiş bir greve hakkına yönelik tek yasal bariyer Anayasa bariyeri değildir.
2.2. Bir diğer Bariyer, 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu
ILO tarafından sıkça eleştirilen bu 12 Eylül yasayla anayasanın koyduğu engeller yetmezmiş gibi grev hakkı biraz daha kullanımı zor bir hak haline getirilmektedir. Bu yasaya göre greve çıkabilmek için işyerindeki işçilerin %25 inin isteğiyle grev oylamasına gidilebilmekte bu oylamada greve çıkılabilmesi için greve evet diyen işçi sayısının %50’nin üzerinde olması gerekmektedir. Kaldı ki greve evet diyenlerde dahil işçiler işyerine girip üretimi devam ettirme hakkına sahiptir. Grev gözcüleri iş yerinin giriş ve çıkışında en fazla 4 kişi olmak üzere bulunabilirler. Onlar dışındaki grevci işçiler iş yerinin sınırları ve çevresinde bulunamazlar. İşyerinin çevresinde ve içinde “Bu iş yerinde grev vardır” yazısı dışında herhangi bir pankart asamazlar, çadır, baraka v.s. kuramazlar. Yani grev öyle Yılmaz Güney ve Tarık Akan filmlerindeki gibi bir şey değildir. O 12 Eylül öncesi filmlerdeki grevler bu yasayla nostalji haline gelmiştir. Gerçek buyken sendikamızda hala grev denen şeyin böyle bir şey olduğunu sanan kadrolar, yöneticiler mevcuttu
r. Lokavt yasadışı ilan edilsin 2822 sayılı yasa kaldırılsın grev hakkı sınırlandırılamaz bir hak olsun, işverenin ve devletin bu hakkın uygulanmasını güçleştirilecek ve engelleyecek bütün uygulamaları yasa dışı ilan edilsin demeden “Bizimde işçiler gibi grev hakkımız olsun”, “ortak çalışanlar yasasına tabii olalım” demek “Binelim bir alamete gidelim kıyamete mantığıdır.” Zaten bu anayasaya ve grev kanuna rağmen grev yapabiliyorsanız böylesi bir örgütlenme yaratmışsanız size yasayla “verilecek” bir “grev” hakkına da ihtiyacınız yok demektir.
Ancak bu söylediklerimizden sadece grevin önündeki engelin yasal engeller olduğu düşünülmemelidir. Sendika bürokrasileri de greve pek sıcak bakmazlar. Birincisi; sendikacılık diye bir meslek erbabı ortaya çıkmıştır. Bu meslekten nemalanıp para ve kariyer sahibi olan pek çok şahıs on yıllardır sendikalarının başında icra-i sanat eylemektedirler. Bu meslek erbabı aidat denen kaynaklardan nemalanmaktadırlar; oysa grev denen şey bu kaynağı kestiği gibi birde sendika fonlarının asıl sahiplerine geri ödenmesi böylelikle “sendika kasasının” hızla boşalması anlamına gelir ki bu sendikal iktidarın azılı sevicilerinin temel motivasyonunun ortadan kalkması demektir. İkincisi ise sendika yöneticiliği aynı zamanda iş takipçiliği, iş bitiriciliği demek olduğundan bu tip bir sendika yöneticisinin devlet ve bürokrasiyle hatta patronla kurulmuş “iyi” ilişkileri olması gerekir. Oysa zırt pırt grev yapan işçi hakları, insan hakları diye yırtınan bir sendika yöneticisinin böylesine “iyi” bir ilişkiyi inşa etmesi zordur. Öyleyse grev en başta sendika bürokrasileri için istenen bir şey değildir. Eğer tersi olsaydı grev hakkını gaspeden bu anayasa ve yasalar hakkında laf olsun diye yapılan açıklamalar dışında bir şeyler yapılmış/yapılıyor olması gerekmez miydi?
3. Ortak Çalışanlar Yasası Meselesi
KESK ve DİSK bu günlerde pek sözünü etmeseler de sıklıkla telaffuz ettikleri bir kavramdır. KESK ve EĞİTİM SEN’in kadrolarına ve yöneticilerine sorarsanız size ezberleri müsaade ettiği kadarıyla “ortak çalışanlar yasasıyla” DİSK ve KESK’in güçlerinin birleşeceğini söylerler ancak ortada bir güç yoksa birleşince ortaya çıkacak şeyde güç değil daha büyük bir güçsüzlük olacaktır. EĞİTİM SEN’in kadroları nasıl grevleri 12 Eylül öncesinin nostaljik grevleriyle kurguluyorlarsa DİSK’i de öyle kurguluyorlar; oysa DİSK o sandığınız DİSK değildir. (Sandığınız DİSK de tartışılırdı ya o da ayrı bir konu). Bir kere Türk-İş karşısında mevzi kaybetmiştir pek çok hizmet kolunda yetki alamamıştır. Sınıfın motor hizmet kolları olan madencilik, metalürji, petro-kimya, makine-otomotiv hizmet kollarında yetkiyi almanın çok uzağındadır. DİSK’in etkili olduğu taşımacılık hizmet kolun da örgütlü olan sendikasında egemen olan siyasal zihniyet, son süreçte Eğitim-Sen’i kapatın diye talimat veren güçlerin “sözde” değil “özde” sendika diye alkışladığı “cumhuriyet mitinglerinin” başrol oyuncularından, Eğitim Sen’i ehilleştirme ve daha fazla düzen içine çekme kampanyasının derin aktörlerinin kurdurduğu iddia edilen sendikayla sıkı bir dirsek teması içindedir. Bununla birlikte gerek KESK gerekse EĞİTİM-SEN yönetimleri “Cumhuriyet Mitingleriyle” toplumsal tabana yayılması hedeflenen ve böylelikle meşruiyet kazandırılmaya çalışılan darbeci söylemlerin ve süreçlerin içinde olmayıp açıkça “Cuntacıların yanında değil karşısında olacağız” diyerek doğru bir tutum takınmıştır.
Her ne kadar bu tavrın arkasında durmayı aynı şekilde beceremeseler de ilk mitinge DİSK’in katılmamasını forse edecek kadar da etkili olmuşlardır. Ancak DİSK, KESK’e rağmen bu mitinglerde boy göstermekten hatta düzenleme komitesinde yer almaya çalışmaktan geri durmamıştır. KESK ve EĞİTİM-SEN de, “inisiyatif” (bunlar genelde böyle durumlarda inisiyatif koyarlar) koyarak bu mitinglere örgütün pankartlarıyla katılan şube yönetimlerine hesap sormamıştır/soramamıştır. Bu haliyle oluşacak bir KESK-DİSK ittifakı bu yapılar içinde “cumhuriyetçi” ve “ulusalcı” kimliğiyle tezahür eden gericiliğin güçlenmesine neden olacaktır, bu durumda herhalde bu yapılar içindeki “sosyalist” ve “demokratların” işi biraz daha zorlaşacaktır.
Sonuç olarak yasalar size hangi hakkı verirlerse versinler (velev ki verdiklerini varsayıyoruz.) herkesin halinden şu veya bu biçimde memnun olduğu dönemlerde kitleler düzen içi taleplere meyillidirler. Ceplerde çeşit çeşit kredi kartları, telefonlar, hala taksitleri ödenen Avrupa arabalar, evler, döner sermaye, egzersiz, ekders gelirleri varken, ancak politik ve insani rahatsızlıkları olan çok az sayıdaki bir kitleyi harekete geçirirsiniz. Taksitlerin ödenemediği, evlere icra geldiği, çocuklara yiyecek götürmenin zorlaştığı, o Avrupa arabaların ve konforlu konutların satılmak zorunda kalındığı dönemlerde ise kitleler hızla sol taleplerin etkisi altına girmeye başlarlar; eğer o güne hazırsanız, sendikal – siyasal örgütlülüğünüz hücrelerine kadar çalışanların arasındaysa, grev ve toplu sözleşme kanunun nasıl olduğu sizi hiç ilgilendirmez; zaten insanları greve ikna edersiniz hatta insanlar sizden bunu talep eder. Ve siz grev yaparken kimse sizi kınayamaz çünkü siz çocuklarınızın ve kendinizin yaşama hakkını savunmak gibi meşru ve insani bir hak için grevdesiniz demektir.
Öyleyse gelin yasalardan önce kendimizi ve sendikalarımızı tartışmaya açalım herkese demokratik bir Anayasa demokratik bir toplum nasıl olur diye akıl vermekten kısa bir süre için vazgeçelim. En küçük temsilcilikten, katılım göstermekten çekinmeyen her kesimle, katılımları da teşvik ederek demokratik bir tüzük, demokratik bir örgütlenme modeli hazırlayalım mesela “delege demokrasisinin” yerine “doğrudan demokrasiyi” geçirelim, örgütün tüm kurumlarını doğrudan üyelerin oylarıyla belirleyelim. Bunları bize yakın adamlarla değil, liyakat ve yeterliliği olan insanlarla yapalım. Standartları koyalım buna uygun herkesle alternatif müfredat hazırlayıp, gölge bakanlık kuralım. Pek çok yetenekli insanımız vardır ve hoyratça harcanmışlardır, bu insanları sürece katalım, komisyonlar değil atölyeler kuralım. Yoksa eleştirdikleri burjuva örgütlenmelerin bütün zaaflarını barındıran buna karşılık onların profesyonelliğinden zerre kadar nasibini almamış adeta bu yapıların karikatürü gibi olanlar kendilerine demokrat, devrimci dediler diye öyle olmazlar; öyle de görünmezler. Kendisini değiştirmekten, değerlendirmekten aciz olanlar, dünyaya barış ve özgürlük getirmekten bahsedip, kendi içinde hiçbir iddiasını başaramayanlar için gittikçe yok olmak, gülünçleşmek kaçınılmazdır.
1. 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu 12. Madde
Uğur Türe: Eğitim Sen Turhal Baştemsilcisi,
KESK ve EĞİTİM SEN Genel Merkez Delegesi
Kamu Yönetimi Uzmanı