TÜSİAD ile AKP arasındaki tartışmaların gözle görünür sebebi laiklik kaygıları. Ve yine bu görüşe paralel olarak TÜSİAD’ın egemen güçler arası çatışmada bir tür hakem rolü üstlenerek hükümeti frenleme, denetim altında tutma amacını güttüğünü söyleyebilir miyiz? Kısaca tartışmanın gözle görünür nedeni ne kadar gerçeği yansıtıyor. TÜSİAD optiğinden hadiselere baktığımızda, onlar için öncelik “istikrar”. Yani sermaye birikimi […]
TÜSİAD ile AKP arasındaki tartışmaların gözle görünür sebebi laiklik kaygıları. Ve yine bu görüşe paralel olarak TÜSİAD’ın egemen güçler arası çatışmada bir tür hakem rolü üstlenerek hükümeti frenleme, denetim altında tutma amacını güttüğünü söyleyebilir miyiz? Kısaca tartışmanın gözle görünür nedeni ne kadar gerçeği yansıtıyor.
TÜSİAD optiğinden hadiselere baktığımızda, onlar için öncelik “istikrar”. Yani sermaye birikimi sürecinin aksamadan sürmesi için gerekli ekonomik ve siyasi iklimin yeniden üretiminin sağlanması, gerilimlerle aksamaya uğramaması. Öncelikle, son yılların sermaye birikimi modeli olan sıcak para girişine dayalı model, sıcak parayı ve beraberinde doğrudan yabancı sermaye girişini ürkütmeyecek bu iklimi daim kılmayı gerektiriyor. TÜSİAD’ın asli unsurlarını başta olmak üzere, artık bütün kalburüstü sermayeyi, bu dış kaynak girişi çok ilgilendiriyor; Türkiye’nin sermaye hareketlerinde tercih edilir ülkeler arasında olması onları çok ilgilendiriyor. Çünkü tekil sermayedarlar olarak, dış kaynak kullandılar. Düşük faizli ve düşük seyredecek döviz kuruna güvenerek, bunu fırsat bilerek borçlandılar. Koç bile Tüpraş’ın özelleştirme ihalesini almak için dış kredi kullandı. Şimdi o kredinin taksitlerinin kazasız belasız ödenmesi için döviz kurunun dalgalanmaması gerekiyor…
Dolayısıyla TÜSİAD, ilk iktidar döneminde olduğu gibi dış dünya ile iki çıpanın korunmasını istiyor: Birincisi IMF ile ilgili olan çıpa, ki bunu geniş anlamda ABD ile olan çıpa olarak da adlandırabilirsiniz; ikincisi AB ile olan çıpa. Bu iki odakla olan ilişkilerde dış sermayeye “işler yolunda” mesajı vermek gerekiyor. AB ile tam üyelik “kıyamete” kalsa bile, bugün verilen fotoğraf, sermaye girişini daim kılmalı; önemli olan bu. Böyle olunca, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı sürecinden Anayasa tartışmalarına sıçrayan gerilmeye TÜSİAD seyirci kalamıyor. Üstelik uzun bir zamandır süt liman görünen dünya likidite ahvalinin, yakın zamanlarda kriz kâbusları yaşatmasından sonra seyirci kalamaz… Dolayısıyla TÜSİAD’ın Anayasa topuna girmesi, öncelikle kendi sermaye birikimi sürecinin iklimi ile ilgili.
TÜSİAD patronları, AKP’nin sermayenin genel çıkarlarını savunma refleksinin zayıfladığını veya talileştiğini, kendi sermaye gruplarını besleme kaygılarının öne çıktığını düşünüyor olabilirler mi? Bu noktada MÜSİAD’ın öne çıkması beklenebilir mi? Veya MÜSİAD ile TÜSİAD’ın ekonomi politikaları ve tercihler-öncelikler açısından farklı kaygıları olabilir mi?
AKP’nin bazı yandaş sermayeleri palazlandırdığının onlar da farkındalar. Ama, kaynak tahsisinde TÜSİAD’dakilerin ayaklarına basılmadıkça, hemen feryat etmiyorlar. Peşinde olduklarını aldıkları sürece, ahbap-çavuş kapitalizmine doğrudan karşı çıkmıyorlar, belki ileride bahane ihtiyaçları olursa onu da kullanırlar. Bu arada tekil kavgalar tabii önemli. Özellikle medya endüstrisini kontrolünde bulunduran Aydın Doğan’ın kızının aynı zamanda TÜSİAD başkanı olması, eleştirilerin ne kadar TÜSİAD’a ne kadar Doğan grubuna ait olduğu çizgisini de muğlâklaştırıyor. Doğan’ın Hilton Oteli’nden elektrik dağıtım ihalelerine kadar hükümetle işleri var ve medya gücü bu peşinde olunan avları avlamakta önemli. Ama medya gücü kadar TÜSİAD gücünün de bu işte kullanılıp kullanılmadığı soru işareti. Yine de, Türkiye’de AKP ile organik bağı olan sermayedar kesiminin, TÜSİAD kodamanlarının alternatifi ya da MÜSİAD’ın TÜSİAD alternatifi olabileceği bir yerin uzağındayız. AKP de böyle bir arayışta değil. Egemenlerle iyi geçinip, onların takdirini almak şeklinde özetlenebilecek politikayı daha uzun bir süre götürürler.
Yani Anayasa üzerinden yükselen gerilim bir şekilde çözülür diyebilir miyiz?
AKP ile TÜSİAD ya da Doğan Grubu arasındaki bilek güreşinin nasıl seyredeceğini anlamak için tavsiye edeceğim adres Taha Akyol’dur. Ben hep öyle yaparım, size de tavsiye ederim. Taha Akyol, AKP’nin hissiyatını TÜSİAD’a, Doğan’a, Doğan ve/veya TÜSİAD’ınkini AKP’ye tercüme edip sulhu sağlayan akil adam rolündedir. Bakın ne diyordu geçen günkü gerilimden sonra Taha Akyol:
“Anayasa yapmak Meclis’in işi, ama görüş bildirmek herkesin işidir. Yeni anayasanın hazırlanma sürecini yönetmek ise, Meclis Başkanı’nın işi olmalıdır. Meclis Başkanlığı’nın değil de AKP’nin hazırlayacağı bir taslak, parlamentoda ne kadar tartışılsa da “politik” nitelikte görülecektir. Mevcut tartışmalar bu tahminimi doğruluyor.
Anayasa konusunda öneriler sunmak ve tartışmak için merci, parti değil Meclis Başkanı olmalı, AKP de kendi taslağını “taslaklardan biri” olarak Meclis Başkanı’na vermelidir. Meclis Başkanı’nın oluşturacağı “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” her çevreyle görüşerek, farklı taslakları da alarak nihai metni hazırlamalı, Meclis’e “önerge” olarak o metin sunulmalıdır.”
Sanırım süreç böyle gelişecektir. Ama şu türbanda simgeleşen laik-antilaik çatışmasının yeniden alevleneceğine dair çok belirti var. Ve TÜSİAD son çıkışında doğrudan türbanı referans göstermese de, kamusal alanda türbanın yolunun açılmasına sessiz kalmayacağının da ipuçlarını verdi. Bu niyetin toplumda yükseltebileceği tansiyona, ortamın çok da takati olmadığının işaretlerini verdi. AKP yönetimi, bu sinyal ile tabanın tazyiki arasında sıkışmış durumda. Anayasa tartışmaları ile Gül’ü “içselleştirdikleri”, unutturdukları açık. Anayasa tartışmaları çerçevesinde türbanda nereye varacakları tabii ki merak konusu.
TÜSİAD’dan hükümete ekonomiye dair de eleştiri geliyor. Örneğin hükümet programına dair memnuniyetsizlikler var, aslında bir programın olmadığı dahi söyleniyor. Hükümetle TÜSİAD arasında ekonomi programı ve tercihler açısından ne gibi bir sorun var (veya var mı)?
AKP, yeni bir ekonomik program üretmek ihtiyacı içinde değil. Zaten bir program var; o da IMF ile yürürlükte olan ve 2008’e kadar geçerli olan program. IMF, bu program hedeflerinin seçimler nedeniyle aksayan yanlarına parmak basacak. Seçim ekonomisi uygulayan AKP’nin “mali disiplin”deki tavsamasına işaret edecek ve gerekli önlemleri isteyecek. Yani seçim öncesi seçmene fındık fiyatı, köylere yol, evlere erzak, kadrosuz işçiye kadro, yandaş belediyelere kaynak gibi biçimlerde dağıtılan seçim rüşvetleri, dolayısıyla açılan bütçe makasını daraltması istenecek. Bunun yolu da mümkünse biraz daha dolaylı vergi salınmasından, ertelenmiş enerji zamlarının artık yapılmasından, kamu yatırımlarının ödeneklerinin askıya alınmasından ve çeşitli kamu hizmetlerinde kemer sıkmaktan geçecek. AKP, bunları yapmamak gibi bir haylazlık yapmayacak… Tersine IMF’ye karşı ödevini yapacak ve aferin almaya devam edecek. Bu yapacakları da TÜSİAD’ı prensip olarak mutsuz etmeyecek.
Buraya kadar diyebiliriz ki, AKP ile TÜSİAD arasında ekonomik rota konusunda bir uzlaşmazlık yok. Belki şu söylenebilir: Özellikle son haftalarda ABD’de yaşanan ve sıçrama eğilimi gösteren Mortgage dalgalanmasının öngörülemeyen bulaşıcı boyutları başımıza gelirse, bir B planımız var mı diye soruyordur TÜSİAD. Çünkü AKP’lilerde bir B planı varmış gibi görünmüyor. “Yapımız sağlam, bize birşey olmaz, olursa da o gün bir önlem düşünürüz” tevekkülü da
ha baskın.
Peki, TÜSİAD’ın B planı var mı? Örneğin, rekabet gücünü artırmaktan, Ar-Ge’ye önem vermekten, sosyal sermayenin geliştirilmesinden ve yüksek katma değerli sektörlere geçilmesinden bahsediyorlar. Bunlar bir B planı sayılabilir mi?
Bunlar için “B planı” demek doğru olmaz. Bunları, AKP ya da neoliberal yaklaşımı olan her kuruluş söylüyor, söyler. B planının olması demek, farklı bir döviz kuru, farklı bir sanayileşme yönelimi, farklı bir dış ticaret politikası, maliye politikası, bölüşüm, bölge politikası, dış dünya ile işbölümünde biraz daha farklı bir rol alma iddiasında olmayı anlamak gerekir. Bunlar da, bu rol dağıtımını yapan IMF-Dünya Bankası ve onlara yön veren bloklardan farklı inisiyatifler geliştirmeyi gerektirir.
Bunu ne bugün ne de yakın gelecekte, TÜSİAD’cılardan ya da onlara hükümet etmeye kendini adamış olan AKP’den beklememek gerekir.