Anayasa’nın sivilleştirilmesi tartışılıyor. Elbette 12 Eylül Anayasası’nın yerine yenisinin yapılmasına kimsenin itirazı olmaz. Hayırlı bir girişim, kısacası. Yalnız iki hususa dikkat çekmek istiyorum. Bir: Taslağı hazırlanmakta olan yeni anayasadan, ‘demokratik’ sıfatıyla değil de ‘sivil’ diye söz edilmesi (ya da bu sıfatın daha sık kullanılması) neye yorulmalı, tam bilemedim. Hele bir taslak ortaya çıksın, belki daha […]
Anayasa’nın sivilleştirilmesi tartışılıyor. Elbette 12 Eylül Anayasası’nın yerine yenisinin yapılmasına kimsenin itirazı olmaz. Hayırlı bir girişim, kısacası.
Yalnız iki hususa dikkat çekmek istiyorum.
Bir: Taslağı hazırlanmakta olan yeni anayasadan, ‘demokratik’ sıfatıyla değil de ‘sivil’ diye söz edilmesi (ya da bu sıfatın daha sık kullanılması) neye yorulmalı, tam bilemedim. Hele bir taslak ortaya çıksın, belki daha anlaşılır hale gelebilir, bu ‘sivil’ sıfatı.
İki: Her şeye rağmen daha demokratik olmasını ümit ettiğimiz taslağın, bir sır gibi saklanması da ayrıca enteresan. Bu işin uzmanı falan değilim ama yeni ve demokratik bir anayasa hazırlanmaya niyet edilmişse bunun önkoşulu, toplumsal bir tartışma ortamının oluşturulmasıdır diye düşünüyorum. İster istemez.
•••
Gelelim asıl konumuza…
Türkiye’nin başka öyle meseleleri var ki, bunlarla anayasal düzlemde başa çıkmak pek mümkün görünmüyor.
İşte size son on gün içinde basında yer alan birkaç haber:
Trabzon Valiliği, İstanbul Başsavcılığının Dink cinayeti nedeniyle 8 polis hakkında soruşturma açılması talebini reddetti.
‘Hayata Dönüş’ operasyonu sırasında Bayrampaşa Cezaevi’nde görev yapan emekli Binbaşı Zeki Bingöl yazdığı kitapta, tutukluları diri diri yakan sorumluların tutanaklardan isimlerinin çıkartılarak gizlendiğini anlattı…
20 Ağustos akşamı, arkadaşıyla birlikte Tarlabaşı’nda uyuşturucu bulundurdukları iddiasıyla gözaltına alınıp Beyoğlu Asayiş Şube Müdürlüğü’ne götürülen Festus Okey isimli Nijeryalı mülteci polisin silahından çıkan bir kurşunla öldürüldü.
Milyarlık gemi ve yat yapılan Tuzla tersanelerinde 12 günde 5 işçi iş kazalarında öldü. Son 15 yıllık bilanço 68 ölü.
• • •
Bütün bunların hazırlanmakta olan sivil anayasayla ne ilgisi var, diye düşünülebilir. Mesele şu ki, bu ülkenin yazılı olmayan bir anayasası var ve asıl büyük problem onu değiştirmek.
Nedir bu ‘yazılı olmayan anayasa’?
Devletin kolluk kuvvetleri canının istediğini yapar (ya da işini yapmaz) ve sonra bunun üstünü örter.
Kâr ve rekabet hırsı her şeyi olduğu gibi, çalışanın can güvenliğini de yok sayar, 12 günde 5 işçi elektrik çarpmasıyla kavrulur, hiçbir yetkili zerre kadar umursamaz, ağızlarını bıçak açmaz.
Bu gerçek hiç değişmiyor. Kimse değiştiremiyor.
AKP değiştirebilir mi?
Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıktığı günün akşamı Köşk’teki resepsiyona katılan erkek güruhunu izlediniz mi? Hani canlı yayına geçildiğinde ağızlarındaki son kanapeleri telaşla yutmaya çalışan coşkulu topluluğu… Başbakan ve çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı’nın etrafındaki halkada yer tutmak için itişen adamların, Türkiye’nin daha demokratik, insan haklarına daha saygılı bir ülke olması için, işçinin iş güvenliği ve güvencesi için samimiyetle çaba sarfedeceklerine dair en küçük bir umut ışığı verdiğini söyleyebilir misiniz?
Bana sorarsanız, mümkün değil!
• • •
Elbette önemli payı olmakla birlikte, mesele sadece Komünizmle Mücadele Dernekle-ri’nden, Milli Türk Talebe Birliği’nden, Milliyetçi Cephe hükümetlerinden, hasılı Türk sağının en muhafazakâr geleneğinden süzülüp gelen bir kadro olmalarından ibaret değil.
Asıl sorun… Öyle anlaşılıyor ki AKP, karşısında tehditkâr bir güç olarak duran ‘devletin asli sahipleriyle’ uzlaşma zeminini -dindar Müslümanların hareket alanını nispeten genişletmek koşuluyla- demokrasinin sınırları üzerinden inşa etmek istiyor.
Bu konuya devam edeceğiz…