Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı yeminini haberleştirirken sanırım Vatan Gazete-si’nin ara başlığıydı; “ne türban vardı ne komutanlar”. Bu sözcükler 3-4 aydır süren Cumhurbaşkanlığı krizinin geldiği yeri de özetliyor. Laiklik-İslamcılık ikilemi üzerinden giden kavga Türkiye’nin son derece köklü sorunlarının üstünü örtüp, Muhtıra gölgesinde bir seçim süreci yaşamamıza yol açarken aynı zamanda “yeni bir döneme” girdiğimizin de göstergesi. Artık […]
Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı yeminini haberleştirirken sanırım Vatan Gazete-si’nin ara başlığıydı; “ne türban vardı ne komutanlar”. Bu sözcükler 3-4 aydır süren Cumhurbaşkanlığı krizinin geldiği yeri de özetliyor. Laiklik-İslamcılık ikilemi üzerinden giden kavga Türkiye’nin son derece köklü sorunlarının üstünü örtüp, Muhtıra gölgesinde bir seçim süreci yaşamamıza yol açarken aynı zamanda “yeni bir döneme” girdiğimizin de göstergesi.
Artık yeni dönemin “çelişkisi” ne türban ne de komutanlar olacak gibi görünüyor. Kuşkusuz toplumun genlerine işlemiş olan bu gerilim her fırsatta yeniden yeniden önümüze sürülecek ama Orgeneral Yaşar Büyükanıt bile bundan sıkıldığını artık halkın tepki göstereceğini söylediğine göre daha “gerçek” gündemlere doğru yol alabiliriz.
Sol bir önceki dönemin çelişkisi etrafında adeta ikiye bölünmüş gibi davrandı. Cumhuri-yet’in korunma ve kollanması üzerinden yürütülen muhalefetin çekim alanına girenlerle, liberal düşüncelerin etkisinde kalan kesimler arasındaki “mücadele” sürüp giderken özgürlükçü sol alanın “ne şeriat ne darbe” diyen bir çizgide derinleştirilmesi doğru bir tutumdu.
Seçim sonuçları bir “askeri darbe” den medet uman “Cumhuriyet’i kollama” çizgisinin yenilgisini tescil ederken CHP’yle temsil edilen solculuk biçiminin de sonuna gelindiğini ortaya koydu. CHP’nin solculukla, sosyal-de-mokratlıkla ilgisinin olmadığını; seçkinci bir devlet partisi olduğunu kanıtlamaya çalışan onlarca “akademik-siyasal” makaleden daha etkili olan şey AKP’ye karşı muhalefetin laiklik temelinde yapılmasının seçim başarısı getirmeyeceğinin görülmesiydi.
Şimdi Türkiye yeni bir döneme giriyor ve bu yeni dönemin siyasal çerçevesini AKP belirleyecek. O nedenle artık bir “üçüncü cephe” siyasetinin fazla bir anlamı yok. Solun geleceğini belirleyecek olan artık AKP’ye karşı; toplumsal dayanakları olan sol bir muhalefetin ortaya konulabilmesidir. Özgürlükçü sol çizginin derinleştirilmesi gereken alan artık budur.
Solun böyle bir muhalefet çizgisini örecek çok önemli tarihsel birikimleri ve deneyimleri vardır. Neo-liberal politikaları acımasızca uygulayan, kapitalist küreselleşmeye eklemlenmek için elinden gelen her aracı kullanmaktan çekinmeyen AKP karşısında, eşitlikçi, özgürlükçü barışı ve demokrasiyi savunan emek eksenli bir sol muhalefet kilit bir rol oynayacaktır.
Anayasa tartışmaları bunun ilk etabıdır. Hükümet programında AB hedefini koyan, liberal özgürlükleri vurguluyan bir AKP icraatı karşısında solun, liberal özgürlüklerle sınırlı olmayan bir Anayasa ve rejim önerisi getirmesi son derece önemlidir.
İkinci etap yerel yönetim seçimleridir. Kenti bir “sermaye alanı” olarak gören, sosyal dayanışmayı “yardım”a indirgeyen bir yerel yönetim anlayışı yerine, kenti ve kentsel dönüşümü bir “sınıflar mücadelesi” alanı olarak kurgulayan, kentsel dönüşümü yerinden yönetim, ezilenlerin ve dışlananların kentsel hayatta egemen olması, dayanışmanın bir özyönetim perspektifiyle kurgulanması vb noktalarda derinleştiren bir “sol muhalefetin” AKP karşısında güç toplaması mümkündür.
Kuşkusuz bütün bu etapların geçilmesi için solun kendini yeniden toplumsallaştıracak yeni fikirlere ve yeni pratiklere gereksinimi vardır. Bu fikirler ve pratikler üzerinden yaşanacak bir ortaklık ise hem ezilenler arasında “güven ilişkilerini” yeniden kurmanın hem de birlikte başarmanın temellerini sağlamlaştırmanın tek yoludur. Mevcut sol birikimin “birlik partisinde” ya da bir “çatı” altında birleştirilmesinden daha köklü bir süreçle karşı karşıyayız. Örgütlenme formlarına takılıp kalan tartışma ya da “kuşku”lardan daha önemli olan solun izleyeceği muhalefet çizgisinin içeriğidir.