Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi AB, ABD ve Ortadoğu’da farklı yorumlanıyor. Türkiye’deki birçok kişi gibi onların da kafası karışık. Avrupa medyasında çıkan yorumların bir kısmı, yanlış bilgiye dayalı ve abartılı olsa da bir yandan ordunun gücünün azaltıldığı varsayımından hareketle daha liberal demokratik bir döneme ilk adım olarak değerlendiriliyor. Diğer yandan AKP’nin İsla-mi referansları olan bir parti […]
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi AB, ABD ve Ortadoğu’da farklı yorumlanıyor. Türkiye’deki birçok kişi gibi onların da kafası karışık. Avrupa medyasında çıkan yorumların bir kısmı, yanlış bilgiye dayalı ve abartılı olsa da bir yandan ordunun gücünün azaltıldığı varsayımından hareketle daha liberal demokratik bir döneme ilk adım olarak değerlendiriliyor. Diğer yandan AKP’nin İsla-mi referansları olan bir parti olmasından dolayı “İslamcıların Türkiye’yi ele geçirmesinden” söz ediliyor; kuşku duyuluyor. Yani tam ne diyeceklerini bilemedikleri bir durum; biraz memnun, biraz kuşkucu biraz ikiyüzlü; biraz modern Avrupa’nın tipik çifte standardını andırıyor yapılan yorumlar.
Ortadoğu’da ise yorumlar olumlu. Uzun yıllardır görmek istedikleri türden bir hükümetin çok güçlü bir şekilde iktidara gelmesi özellikle sokaktaki insanlar, medya bazında sevinçle karşılandı. Bölgenin liberal aydınları ise ülkelerinin bu tecrübeden ders çıkarması gerektiğini, kendilerinin de bunu başarabileceğini; demokrasi ile İslam’ın çelişmediğinin kanıtı olarak gösterdiler AKP’nin yükselişi ve Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini. Kendi çürümüş rejimlerinin tecrübesinden yola çıkarak laikliğin güç kaybetmesi de sevindirdi onları. Oysa Arap coğrafyasındaki sorun sadece laiklik değil antidemokratik, baskıcı yönetimlerden kaynaklanıyor.
Tabii bu arada terminoloji karmaşası da yaşanmaya başlandı. Ilımlı İslam, muhafazakâr demokrat, Müslüman demokrat, İslamcı v.b sıfatlar uzayıp gidiyor AKP, Gül ve Türkiye’deki son durum için. Kim nereden hangi amaçla bakıyorsa kullandığı sıfat da değişiyor. AKP, ılımlı İslam tanımını ısrarla reddetse de ABD’deki bir kesime göre “ılımlı İslam” iktidarı kendi işlerini kolaylaştıracak, “yola getirmek” istedikleri ülkelere örnek olacak.
TÜRKİYE’YE ÖZGÜ KOŞULLAR
Oysa yapılan yorumlarda eksik olan, dünyadaki gelişmelerden soyutlamak zor olsa da her ülkenin kendine özgü koşulları olduğu gerçeği. Türkiye’deki durumda aynen böyle; yani hem özgün koşullar geçerli hem de uluslararası konjonktürden etkilenme söz konusu. Yani, kendi başına olup bitmiş bir değişim değil. Bu yüzden, başka bir ülkeye bire bir örnek olması; bir model olarak başka ülkelerde denenmesi pek kolay gözükmüyor.
Üstüne üstlük, cumhuriyet tarihi boyunca tüm handikaplarına, bazılarının fetişleştirip varoluş koşulu olarak öne sürdükleri laiklik tecrübesinin de şu anda ortaya çıkan duruma katkısı büyük.
Yani demokrasi geleneği ile laikliğin, is-lamı algılayış biçimi ve islami yükseliş ile uluslar arası konjonktürün (doğu-batı/me-deniyetler çatışması/biz-onlar) ve de neo liberal sistemle bütünleşen İslami sermayenin, yükselen bu yeni sınıfın “tatlı sistemden nemalanması” nın toplamı yeni dönemi tarif etmenin anahtarlarından sayılabilir. Ortada ekonomik ve kültürel anlamda sınıfsal bir yer değişimi söz konusu. Buna bir de mağduriyet algısı ve kendi anlayışları üzerinden yürüttükleri paylaşım sistemi ile hayatın dışına itilen yoksullara “kendilerini iyi hissetme, hatırlanma duygusu” yaşatmalarının da etkisi var. Paylaşım derken tabii ki sosyal bir devletin görevleri arasında yer alması gereken tüm vatandaşlara eşit, adil, insanca bir hayat yaklaşımı ile AKP anlayışı arasında alaka yok.
Türkiye’de bazı yazarlar “ılımlı İslam” teriminden rahatsız olup karşı çıkarken bu terim Türk modernleşmesinin, içinde bulunduğumuz uluslararası konjonktüre denk düşen Müslümanlığıyla örtüşüyor. Yani, sadece Türkiye değil dünyanın büyük bir coğrafyasında son 25 yılda farklı biçimlerde İslami duyarlılığın öne çıktığı bir yükseliş söz konusu. Bu yükseliş her ülkenin kendine özgü koşullarında farklı yönlere evirilebiliyor. Ancak, bu yükselişten en çok rahatsız olanlar kuşkusuz Arap coğrafyasındaki antidemokratik, İslami partilere geçit vermeyen, serbest seçimler olduğu takdirde iktidarı kaybedeceklerinin bilincinde olan yönetimler. Suudiler, Mısır, Körfez ülkeleri yani Mağ-rip’ten Maşrık’a kadar koca bir coğrafyadaki yönetimler. Türkiye ile ilgisi olmayan Malezya, Endonezya ise ABD eski dışişleri bakan yardımcısı Richard Hoolbroke gibi isimlerin, cehaletlerinden ya da niyetlerinden (wishful thinking) kaynaklanan örnekler. Malezya’nın ılımlı İslam’la filan ilgisi yok, basbayağı şeriat rejimine geçiyorlar.
ABD’NİN BİÇTİĞİ ROL
Ilımlı İslam ya da kendilerinin kullandığı “muhafazakâr demokratlar” şeriatla bağlarını kesmiş ancak hayatın her alanını, özellikle toplumsal yaşamı olabildiğince muha-fazakârlaştıran, bu muhafazakârlığı içsel-leştirip, normalleştiren, ekonomik olarak da kapitalist sistemle buluşan ve nimetlerinden yararlanan bir anlayış. Yani ekonomide liberal toplumsal hayatta koyu muhafazakârlık, fazlasıyla dini referans içeriyor. “Ilımlı İslam” sıfatında İslamcıları, AKP ve AKP’yi destekleyen muhafazakârları, liberalleri rahatsız eden ABD’nin Müslüman ülkelere biçtiği rolle ilgili. Bu role göre ılımlı olmak Amerika’nın çıkarları ile örtüşmeye yetiyor. Bu ülkelerin demokratik ya da antidemokratik olması, şeriatla yönetilip yönetilmemesi önemli değil. Son dönemde Amerika’nın müttefik olarak seçerek, ılımlı olarak niteliği ülkeler arasında Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün de var. Birincisi şeriatçı bir krallık, ikincisi de tek adam rejimi. Zaten Arap rejimlerin birçoğunun da demokratikleşmek gibi bir derdi yok. Arap Birliği demokrasiyi sürekli olarak ABD’nin empoze etmeye çalıştığı bir yönetim olarak göstererek, kendi insanlarını baskıcı rejimlere mahkûm etmekten kaçınmıyor. Yani bahaneleri çok. Ancak, demokratik açılımlar geciktikçe radikal akımlar daha da güçleniyor. Bu orta vadede ABD içinde büyük tehlike oluşturuyor. Üstelik savaşlar ve işgallerle gerçekleştiremediği demokrasi projesinden vaz geçen ABD şimdi sadece bölgeyi silahlandırarak varlığını sürdürmek niyetinde. Yani ABD için ılımlı İslam kendi yanında olan için geçerli. Bu yüzden bu tanımlama tam Türkiye’de karşılığını bulamıyor.
ÖZGÜRLÜKÇÜ, DEMOKRATİK, LAİK
Ancak Türkiye’de olanın gerisinde her türlü hadikapına rağmen laik bir gelenek var. Arap ülkelerinde bunun olması orta vadede pek mümkün değil. Zaten soru şu: Arap ülkeleri demokratikleşerek laikliği de içlerine sindirecek mi? Yoksa AKP o ülkelerdeki İslami hayat tarzına yaklaşacak?
Tuhaf olan AKP’yi yerde göğe koyamayan liberallerin neden ılımlı İslam tanımlamasından bu kadar çekindikleri ve tepki gösterdikleri. Rahatsız edici olan islamla anılmak mı yoksa ABD’nin ılımlı İslam tarifi ile biçtiği rol mü? Tabii ki bir Mısır, Ürdün rejimi ile Türkiye aynı değil. Ama bu oyunda herkese biçilen rol de farklı.
Sonuç olarak ılımlı İslam, muhafazakâr demokrat ya da Müslüman demokrat tanımlaması kavram kargaşasından başka bir şey değil sorun zaten dünyanın Türkiye’yi nasıl gördüğünden çok, bizim, tanım ne olursa olsun, ılımlı İslam ya da muhafazakâr demokrasiyi mi yoksa özgürlükçü, çoğulcu, eşitlikçi, demokratik ve laik bir Türkiye’yi mi yaşayacağımız?